Prof. Dr. Ali Erbaş
Diyanet İşleri Başkanı
Diyanet Aylık Dergi Ağustos 2022

Yüce dinimiz İslam’ın hedeflediği toplumsal yapının düşünsel arka planına işaret eden referans kelimeler vardır. Kur’an’ın nüzul döneminde Arap lisanının doğal seyri içerisinde gündelik kullanımı bulunan bu kelimeler, vahyin ve nübüvvetin getirdiği ilkeler, ölçüler ve değerler muvacehesinde kavramlaşarak İslam’ın varlık ve hayat tasavvuru içerisinde yeni bir anlam yelpazesine sahip olmuştur. İbadetten ticarete, hukuktan ahlaka, aileden sosyal hayata kadar hemen her alanda pek çok örneği bulunan söz konusu kavramlardan biri de aile mefhumuna atıfla kullanılan “ehl-i beyt” tabiridir. 

Arap dilindeki sözlük anlamı itibarıyla “ev halkı” ve “aile” demek olan ehl-i beyt, bir evin sahibiyle onun eşini, çocuklarını, torunları ve yakın akrabalarını kapsayacak bir anlama sahiptir. İslam’ın ilk yıllarında gerek Peygamber Efendimizin gerekse diğer insanların ev halkını ifade etmek için kullanılan bu tabirin dinî literatürde bir terim olarak yer bulması ise daha çok Hz. Peygamber’in ailesinin müminler nezdindeki anlam ve değeri çerçevesinde tezahür etmiştir. Böylece İslam inanç ve kültür dünyasında “ehl-i beyt” kavramı, Peygamber Efendimizin mutahhar eşleri, çocukları, torunları ve diğer yakınlarından oluşan ailesinin özel ismi hüviyetini kazanarak tarihi süreçte Müslümanların itikadi, içtimai, iktisadi ve siyasi gündeminin odağında yer almıştır.

Resul-i Ekrem’in (s.a.s.) hane-i saadetine münhasır bir isim olan ehl-i beyt kavramının Müslümanların inanç ve kültür dünyasındaki anlam boyutunu gösteren ve onlara duyulan sevgi, saygı ve bağlılığın gerekçesi olan pek çok etken vardır. Bunlardan en önemlisi, Cenab-ı Hakk’ın “Peygamber, müminlere kendi canlarından daha önce gelir. Onun eşleri de müminlerin anneleridir.” (Ahzab, 33/6.) ayetiyle Peygamber Efendimizin ailesini (hanımlarını) taltif etmiş olmasıdır. Onlar, ilahi iltifata mazhar olarak Hz. Peygamber’in (s.a.s.) müminler için örnekliğine vesile kılınmış seçkin ve saygın şahsiyetlerdir. Müslüman aile yapısını ve ailevi değerleri hayatlarında temsil eden eşsiz numunelerdir. Peygamber Efendimizin örnekliğinin bir boyutu da ehl-i beytidir. İslam’ın ilk yıllarında Müslümanlar, onun hayatının özel alanlarıyla ilgili birçok ölçü ve prensibi ehl-i beytten (Resulüllah’ın eşlerinden) öğrenmişlerdir. Onların hem Peygamber Efendimizle hem de birbirleriyle ve diğer insanlarla ilişkileri, Müslümanların ailevi, dini ve içtimai hayatlarının şekillenmesinde en güzel örnek ve en büyük etken olmuştur. İslam’ın evrensel ilke ve değerlerinin hayata taşınması noktasında ehl-i beyt’in örneklik misyonu Peygamber Efendimizin vefatından sonra da devam etmiştir. Zira Allah Resulü’nün (s.a.s.), bu bağlamda Kur’an-ı Kerim’i ve ehl-i beytini ashabına emanet olarak bıraktığına ve onlar hakkında dikkatli olunması gerektiğine işaret eden rivayetler vardır. (Müslim, Fezailü’s-Sahabe, 36.)

Ehl-i beytin kimlerden oluştuğu konusunda farklı mülahazalar bulunsa da meseleye Kur’an ve sünnet bütünlüğü içinde bakıldığında bu kavramın herhangi bir fark gözetmeksizin Hz. Peygamber’in eşlerini ve soyundan oluşan yakınlarını ihata ettiği görülecektir. Nitekim “Ey peygamber ailesi (ehle’l-beyt)! Allah sizi sadece günah kirlerinden arındırmak ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzab, 33/33.) ayetindeki ehl-i beyt terkibi Hz. Peygamber’in hanımlarına hitaben kullanılmıştır. Bununla birlikte Allah Resulü (s.a.s.), çeşitli vesilelerle Hz. Fatıma, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in de kendi ehl-i beytinden olduklarını zikretmiş (Tirmizi, Menakıb, 31.); “Kim Hasan ve Hüseyin’i severse beni sever, onlara buğz eden bana buğz etmiş olur.” (İbn Mace, Mukaddime, 11.) buyurmak suretiyle de ehl-i beyti sevmenin önemini vurgulamıştır.

Asr-ı Saadet’ten bu yana bütün Müslümanlar, ehl-i beyti sevmeyi ve onlara saygı göstermeyi, dua, salat ve selamlarına onları da dahil etmeyi peygamber sevgisinin bir göstergesi ve inançlarının bir gereği olarak görmüşlerdir. Nitekim Yüce Allah’ın, “Gerçekten Allah ve melekleri, Peygamber’e salat ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salat edin ve tam teslimiyetle selam edin.” (Ahzab, 33/56.) buyruğu üzerine Ashab, “Ya Resulüllah! Sana nasıl selam vereceğimizi öğrendik, sana nasıl salavat getireceğiz?” diye sorunca Allah Resulü (s.a.s.), “Allahım! İbrahim’in aline rahmet ettiğin gibi Muhammed’e ve aline de rahmet et. Allahım! İbrahim’in aline hayır ve bereket lütfettiğin gibi Muhammed’e ve aline de hayır ve bereket ihsan et. Şüphesiz sen övülmeye layık ve yücesin, deyiniz.” (Müslim, Salat, 66.) buyurarak salatın kapsamına ehl-i beytini de dahil etmelerini istemiştir.

Ehl-i beyt, inanç, kültür ve medeniyet tarihimiz boyunca Resulüllah’ın müminlere emaneti olarak daima büyük bir sevgi, ilgi ve hürmet görmüştür. Bilhassa Osmanlı döneminde ecdadımız, ehl-i beyte karşı beslenen bu muhabbeti “Nakîbü’l-Eşraf” adı altında kurumsallaştırmış ve böylece Resulüllah’ın soyundan gelenlerin saygınlıklarını korumanın gayreti içerisinde olmuştur. Ancak, ehl-i beyte duyulan bu ulvi muhabbetin tariha süreç içinde kimileri tarafından ideolojik ve politik çıkar malzemesi yapıldığı da acı bir gerçektir. Bu bağlamda ehl-i beytin cennet çiçeklerinden Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi hadisesi, vahim bir çarpıtmayla istismar zemini yapılmak istenmektedir. İstisnasız bütün Müslümanların yüreğini dağlayan bu elim hadiseden ırkçı, mezhepçi ve ideolojik bir tarafgirlik çıkarmak, Müslümanların arasına atılmış büyük bir fitne ve ümmetin vahdetine, kardeşlik bilincine ve geleceğine yapılmış bir kötülük olacaktır. Zira ehl-i beyt, İslam ümmetinin önemli ortak paydalarından biridir. Ehl-i beyte duyulan sevgi, Muhammeda bir muhabbettir. Çağları aşan bu muhabbet, âlemlere rahmet olarak gönderilen son peygamber Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.s.) temsil ettiği değerlere ve bıraktığı emanetlere sımsıkı sarılma ve onun yolunda yürüme gayretinin bir ifadesidir.
 

Editör: Mehmet Çalışkan