İnsan öğrenen ve öğretendir. Hem de beşikten mezara kadar.

İnsanoğlunun, hatta yaratılmış her varlığın ilk öğretmeni Yüce Yaratıcıdır. Hiç kimse öğretiden bigâne kalamaz, kalmamıştır da.  

Öğretme de öğrenme de insanın kabiliyetine göredir.

Herkese aklı nispetinde hitap edilmelidir.

Öğretenin ve öğrenenin güzeli, öğrettiğini ve öğrendiğini uygulayandır.

Bilimsel olarak ispatlanmıştır ki; insan okuyarak % 10, dinleyerek % 20, uygulayarak ise % 70 öğrenirmiş.

Bilgiyi/fikri kıymetli kılan uygulanmasıdır. Çok daha güzeli ise uygulamanın insanlar tarafından benimsenmesidir.

Tarihte çok değerli hocalar/öğreticiler olduğu gibi, çok kıymetli yöneticiler ve hatta krallar da gelmiştir.

Çokça saymak mümkünse de kral peygamber Davut, Süleyman ve Romalı Marcus Aurelius ilk akla gelenlerdir.

121’de doğup 180’de ölen; 19 yıl krallık yapan Aurelius, babaannesi, anneannesi, annesi, babası ve öğretmenlerinden öğütler almış, nasihatler dinlemiş. Hayata onlardan öğrendikleriyle anlam katmış. Yönetmeyi onlardan öğrendikleriyle yapmış.

Nasihat dinleyen Marcus öğütlerini başkasından ziyade kendine yapmıştır. Her ne kadar nefsine yapmışsa da sonrakilerin de istifade etmesi için “kendime düşünceler” adıyla bir de eser bırakmış.

Marcus; ‘Eğer elinden geliyorsa insanı düzelt; gelmiyorsa sorunun kendini; onu da yapamıyorsan suçlamak neye yarar?

Her birimizin yalınızca şimdiki zamanda, bu kısacık anda yaşadığını unutma; geri kalan günleriniz ya çoktan geçip gitmiştir, ya da bilinmeyen gelecektedir. Dolayısıyla her birimizin yaşamı kısadır’ der.

Bu kadar yıl önce yaşamış olan, düşüncelerimiz hayatımızı şekillendirir diyen Marcus kitabında günümüz insanının özellikle de yöneticilerin istifade edeceği öğütler vermiş.

BABAM: ‘Ölçülülüğü, inceden inceye düşünüp taşındıktan sonra alınan kararlarda direnmeyi;

Şan şeref sayılan şeylere aldırmamayı;

İşini sevmeyi işinde sebat göstermeyi;

Ortak yarar katkıda bulunabilecek durumdaki kimselere kulak verme eğiliminde olmayı;

Herkesi yan tutmaksızın, ödüllendirme isteğini;

Nerede ciddi, nerede bağışlayıcı olmak gerektiğini ayırt edebilme yeteneğini;

(…) Kurul toplantılarında her sorunu titiz bir özenle gözden geçirmeyi, ilk izlenimlerle yetinmeyerek araştırmayı sabırla sürdürmeyi;

Dostlarına özen göstermeyi, onları sıkmamayı, ne de onlara düşkünlük göstermeyi;

Her durumda kendi kendine yetmeyi ve dinginliği, ileriye bakmayı, her şeyi en önemsiz ayrıntıları bile düzenlemeyi, ama bunu gösterişsizce yapmayı, kişiliğine yönelik alkışları ve her türlü pohpohlamaları dizginlemeyi;

(…) kaynakları akıllıca kullanmayı ve bu konuda ortaya çıkabilecek eleştiriyi hoşgörüyle karşılamayı;

Tanrı tapımında boş inananlara yer vermemeyi, insan ilişkilerinde halkın sevgisini kazanmak için pohpohlamalarından kaçınmayı, her şeyde ölçülü ve kararlı olmayı, yeniliklere karşı kabaca davranmamayı ne de bunlar için yanıp tutuşmayı;

Yaşamı kolaylaştıran ve şansın cömertçe sağladığı her şeyden yararlanmayı bilmeyi, öyle ki varken onları sadelikle kullanmayı, yokken onlara gereksinim duymamayı;

(…) Güzel söz söylemek, yasaları ya da töreleri bilmek gibi özel yetenekler kazanmış kişileri öne geçirmeye hazır olmayı, onların kendi alanlarında önde gelen kişiler olarak hak ettikleri gibi tanınmalarına kıskançlık duymaksızın yardımcı olmayı;

Her zaman atalarımızın alışkanlıklarına uygun davranmayı, bunu yaparken yerleşik geleneklere uyma amacı güttüğünü gösterişli bir biçimde ortaya koymamayı;

(…) Her zamanki alışılmış uğraşılarına yeni bir enerjiyle dönmeyi’ unutma dedi.