Ayşe BAYRAKTAR BARIŞ

Masmavi bir gökyüzü, dallarda rüzgârla sallanan olgunlaşmış meyveler, dağların arasından dökülen akarsuyun taşlara vurarak çıkardığı neşeli şırıltı, her nefeste ciğerlere dolan tertemiz hava, ayakların altında uzanan uçsuz bucaksız yemyeşil çimenden bir halı. İnsan için ve onun faydası için var edilmiş bir âlem…

Görmekten, işitmekten, dokunmaktan ve hissetmekten uzak, kendini doğanın efendisi sayan, onu hor görmekten, yok saymaktan, zarar vermekten imtina etmeyen, zenginliği çevrede gördüklerinde değil, sahip olabildiklerinde sayan, aciz ve unutkan insan…

Yaratıcının bir lütuf ve zenginlik olarak insana bahşettiği, bir gün yaptıklarıyla hesabını insana soracak olduğu, dünyaya halife olarak gönderilen insana emanet edilen, imar etmesi, daha da güzelleştirmesi, koruması ve sakınması gereken bir dünya. Yüce Allah’ın, insanı yeryüzünün halifesi olarak kılmasının amacı da budur. “O, sizi yeryüzünde halifeler yapan, verdiği nimetler konusunda sizi sınamak için birinizi diğerinize derecelerle üstün kılandır.” (Enam, 6/165.) Ondan beklenen kendisine verilen nimetlere şükrederek güzel olanı daha da güzelleştirmesi, imar ve idare etmesidir. Ayetlerde bu görevi hatırlatılırken insana, verilen nimetlerin saymakla bitmeyeceği (Nahl, 16/18.) ve her türlü nimetin asıl sahibinin de yüce Allah olduğu ifade edilir.

Yeryüzünden gökyüzüne, yer altından okyanuslara, toprağından oksijenine, ağacından çiçeğine, hayvanından bitkisine, elimizin ve gözümüzün ulaşabildiği her yer ve her şey insan için Yüce Allah’ın bir nimetidir.  “Allah, gökleri ve yeri yaratan, gökten yağmur indiren ve onunla size rızık olarak türlü meyveler çıkaran, emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri emrinize veren, nehirleri de hizmetinize sunandır.” (İbrahim, 14/32.) İnsanın sınırlı ömründe, sınırlı gücü ve bilgisi ile hizmetine sunulmuş bütün bu nimetler, onun yok etmesi, kirletmesi ve zarar vermesi ile yine insan için bir düşmana, hastalığa ve yıkıma sebep olmaktadır. 

Oysa her şeyi bir ölçü ile var eden (Kamer, 54/49.) yüce Yaradan, insanın, kendi dışındaki canlı ve cansız varlıklarla ilişkisinin dinamik, dengeli ve düzenli bir işleyiş içinde olmasını istemiş, yeryüzündeki ekolojik dengenin sürmesi için de birtakım kurallar koymuş, bu kurallara uymadığı takdirde insanın başına geleceklerin sebebini kendisinde aramasını buyurmuştur. “İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah dönüş yapsınlar diye işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor.” (Rum, 30/ 41.)

Antroposen Çağ ve dünyanın tahribi

XX. yüzyıl bu kuralların belki de en fazla ihlal edildiği bir çağ olarak karşımızda durmaktadır. Bilim adamlarının Antroposen çağ olarak nitelediği bu yüzyıl, maalesef insanın çevreye verdiği zararın en üst düzeye çıktığı ve artık geri dönülemez bir noktaya geldiği bir süreçtir. Nesli tükenen hayvanlar ile biyoçeşitliliğin azalması, buzulların erimesi ile iklim değişiklikleri, toplu hayvan ölümleri, asit yağmurları, yetersiz oksijen ve kirlenen su kaynakları, seller ve depremler… Bildiğimiz olumsuz etkisi dışında henüz bilemediğimiz, tespit edemediğimiz, gündelik yaşantımızı doğrudan etkileyen pek çok olumsuz çevre faktörü de zamanla ortaya çıkmaktadır. Antroposen yani “insan çağı” olarak tanımlanan bu dönemin başlangıç tarihiyle ilgili çeşitli savlar olmasına rağmen bunlar arasında öne çıkan XVIII. yüzyıl sonrası Sanayi Devrimi, buharlı makinelerin icadıyla başladığı ve gezegen için en fazla olumsuz etkinin; birbiriyle etkileşimli olarak dönüşüme giren endüstriyel bileşenlerin yarattığı büyük reaksiyonla şekillendiği yönündedir.

İnsanoğlunun tabiatı yıkmak, onu gemlemek ve dizginlemek üzerine bir anlayışa sahip olmasıyla, insan ve doğa ilişkileri geri dönüşü olmayacak bir biçimde zarar görmüştür. Doğadaki dengenin insan merkezli bozulmuş olması ile birtakım çevre felaketleri ile de karşı karşıya kalınmıştır. Bu durum her ne kadar doğayı korumaya yönelik kitlesel insan hareketleri ile önlenmeye çalışılsa da alınan veya alınacak tüm önlemler insanlığın kendi varoluşunu sürdürmek istemesi temelinde önem arz etmektedir.

İnsanın “hâkim” olma hırsı ile tabiata verdiği zararın telafisine yönelik çaba yine insani bir kibrin ürünü “doğayı koruma” olarak ortaya çıkmaktadır. Hâlbuki insan, kendi eliyle işlediklerinin şiddetinden bile kendini korumaktan acizdir. Son yıllarda yaşanan deprem, sel, salgın hastalık, kıtlık ve yangınlar çok sayıda insanın ölmesine, sakat kalmasına; kitlelerin uzun sürecek şekilde bu afetlerden acı çekmesine sebep olmaktadır. İnsanlık tarihi bu afet ve felaketlerin tekrarı ve yıkıcı etkileriyle doludur. Nice şehirler ve insanlar, sonuçları itibarıyla felaket olarak adlandırdığımız bu olaylar sonucunda yok olmuştur. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın yazılı yasaları olarak takdir ettiği bu tabiat olayları, insanın tahribatı ve yaşadıklarından ders almayışı sebebiyle tekrar tekrar yıkıcı sonuçlara sebep olmaktadır. 

İnsanın imtihanı

Ayet-i kerimelerde insanın karşılaştığı bu tahrip edici durum zaman zaman imtihan, bela veya fitne olarak ifade edilmektedir. Bu ifadeler genel olarak bir zorluğa, sıkıntıya işaret etmekle beraber ondan beklenen insanın bu zorluklardan ders alarak hatalarıyla yüzleşmesi, tövbe etmesi ve daha iyiye yönelmesidir. Zira insan, bir amaç varlığıdır ve bu dünyaya gönderiliş sebepleri vardır. Yüce Allah bunu “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder?” (Kıyame, 75/36.) ayetiyle hatırlatmaktadır. 

Dünya hayatının insan için bir denenme süreci olduğunun kabul edilmesinin yaşananların anlamlandırılması hususunda yardımı olacaktır. Elbette insanın ahlaki gelişiminde ve davranışlarında rıza-i ilahiyi gözetmesi, onun elem verici durumların üstesinden gelmesini kolaylaştıracaktır. Zira hastalıklar, afetler, savaş ve ölüm gibi insana acı veren, sıkıntı ve zarara sokan; istenmedik ve beklenmedik olaylarla başa çıkabilmesi ancak bu yolla mümkün gözükmektedir. Diğer yandan sadece kabullenme ve başa çıkmanın ötesinde rıza-i ilahinin gözetilmesi insanı çözüm aramaya, çare bulmaya, zorluk ve sıkıntıları aşacak yollar bulmaya da teşvik etmektedir. 

İnsanoğlu, anlamlı bir hayat sürme, yaşadığı olumlu ve olumsuz durumlarla şükür ve sabır ile başa çıkma misyonuyla dağların bile yüklenmekten imtina ettiği sorumluluğu üstlenmiştir. O, iyiyi veya kötüyü tercih etme iradesiyle yaratılmış olup ondan sınırlı bir süre oyalanacağı dünyayı imar etmesi istenmiştir. Bu ise insanın hem yüce Allah’ın tabiata işlediği işaret ve kuralları hem Kur’an-ı Kerim’deki ayetleri gereği şekilde okuması ve anlaması ile mümkündür. Tabiat kitabını okuyamayan, ona ölçüsünün üstünde ve aykırı şekilde zarar veren, yaşayacağı olumsuz durumlar ile tabiat kitabını zor yollardan öğrenmektedir. Ayetler bizi bu konuda uyarmakta ve yaşayacağımız felaketleri yaşamadan önlem almaya, yanlışımızdan dönmeye davet etmektedir. Aksi takdirde insanoğlu asırlar boyunca hırsının, bencilliğinin karşılığını daha çok acılar çekerek ödemeye devam edecektir. Rahmeti sonsuz yüce Allah, kullarına lütfu ve merhameti sebebiyle geçmiş kavimlerin tecrübe ederek zor yollarla öğrendiği yıkımların ve yok oluşların tekrarından kendimizi korumamızı vaz etmektedir. Çünkü O’nun var ettiği tabiat ayetleri de Kur’an ayetleri gibi insanoğlu tarafından okunmayı, anlaşılmayı ve dikkate alınmayı beklemektedir.

Editör: Mehmet Çalışkan