Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

Eskiden beri insanların kafasına takılan soru, zararlı şeylerin niçin yaratıldığı. Yılan, akrep, çakal gibi vahşi hayvanlar, zehirli maddeler, dik yamaçlar, derin sular… Saymakla bitmiyor. Allah bunları neden yaratmış olabilir?

Allah’tan son cümleyle işi bağladın. Yoksa dipsiz bir çukura ya da uzayın boşluğuna doğru gidiyordun. 

Bunları da söyleyecektim, aklıma gelmedi?

Daha çok var bunlardan. Senin de aklına gelmez benim de. Ama şöyle düşünelim: Acaba bütün bu sayılanları hatta aklımıza gelmeyenleri kaldırsak dünyada ne kalır, evren nasıl bir hâl alır? Böyle bir dünya olabilir mi? Mesela dik bir yamaçtan kimse bakmasın, dağ yamaçlarına kimse tırmanmasın.

Başka zevkler de var, onları yapsınlar.

Ama buna yöneldiğine göre demek böyle duygular var ve bunlar tehlikesiz bir şekilde karşılanmalı.  Ayrıca tırmanmak sadece zevk ve spor değil, aynı zamanda bir meslek. Kurtarma ve inşaat alanında çok gerekli. Yükseklik korkusunu yenmenin yolu, yüksekten bakmaktan geçer.

Peki, şu zehirli ve yırtıcı hayvanlar…

Bu hayvanların bol olduğu, doğal dengenin bozulmadığı zamanlarda böyle bir soru belki anlamlı olabilirdi. Ama bunların türlerinin yok edildiği modern zamanlarda artık bilim adamları hiç de sizin gibi düşünmüyor. Ekolojik sorun dedikleri tabiattaki dengelerin bozulmasından söz ediyorlar. Bu dengesizliğin oluşmasındaki baş nedenlerden biri zararlı denilen bu hayvan türlerinin yok edilmesi. Demek ki evrendeki hiçbir şey boşuna değilmiş. Dün hikmetini çözemediğimiz, anlamını kavrayamadığımız birçok olgu ve olayın bugün anlamını kavrayabiliyoruz. Yarınlarda daha çok kavranacak. Ama zarara uğramış insanlar genelde böyle sorar.

Ne yapsın? Canı yanınca soruyor. Neticede ateş düştüğü yeri yakıyor.
Bir yönüyle haklı, içindeki acıyı ve ateşi dışa vuruyor, azaltmaya ve söndürmeye çalışıyor. Böylesi bir duygusallık içinde bu anlaşılabilir. Ama bunu bütün hayata yaygınlaştırdığınız zaman, dünyayı duygularınıza kurban etmiş olursunuz. Hayat, duygu ve akıl dengesi içinde güzeldir. Zararı gidermenin yolu yok etmek değil, belki önlem almaktır. Bu hayvanların zarar vermesi, varlıklarından mı, yoksa önlem alınmadığından mı? Evrende denge, zıtlar üzerine kurulmuştur. Zıtlardan birini yok ettiğinizde denge bozulur. Ekolojik sorun denilen şey tam da budur.

Bütün bunlar insanı etkilemeden olamaz mıydı?

Bu sorunun altında bir yönüyle insanın bencilliği, diğer yönüyle kendisini tabiatüstü bir noktaya çekme arzusu yatıyor. Bencil bir insan sadece çevreye değil, kendi türüne zararlıdır. Dünyadaki savaşların, katliamların, gelir dengesizliğinin altında yatan işte bu bencilliktir. Aynı zamanda kendisini hemcinsi olan insanlardan ve diğer varlıklardan üstün görme takıntısıdır. Zaten bu iki şey birbirini besler. Belki de Yüce Allah, doğayı böyle zıtlıklarla donatarak insanın kendindeki zıtlık ahengini göstermeyi dilemiştir. Nitekim doğayla barışık olmayan, savurgan ve bilinçsiz insanların dünyayı ne hâle getirdiğini hep birlikte görüyor ve yaşıyoruz.

Ama insan, üstün bir varlık.

Doğru, üstün bir varlık ama en üstte bir varlık değil. Unutmamak lazım ki insan doğanın bir parçasıdır, parça olmaktan çıkması da imkânsızdır. Ruhun bedenden ve tabiattan kurtulup metafizik mutluluğa ereceği ise boş bir avuntu ve fantezidir. Ama insan bulunduğu yeri bilir, şartlarını ve imkânlarını gözetirse ancak mutlu olur. Nitekim erbabı, “Halk içinde Hak’la olmaktır.” diye tasavvufu tanımlamış. Zaten Yüce Allah Kur’an’da hem dünya hem ahiret saadetinden bahsediyor. Çünkü dünya mutluluğu, ahiret mutluluğunu getirir; dünyada hayır işlemeyen, ahirette kaybeder.

İyi de birçok mümin, ne varlıklı ne de rahat.

İşte bencilliğin bir başka yönü. Mutluluğu zenginlikte ve rahatlıkta aramak. Denizde boğulan birisine yardım etmek mi, yoksa kıyıdan seyretme mi mutluluktur?

Tabii ki yardım etmek.

Ama yardım etmek rahatını bozmaktır. Demek ki her zaman rahatlık mutluluk demek değil. Bir de şöyle düşünelim: Arsızının, hırsızının, mafyasının, sahtekârının göz diktiği, bu yüzden evinde, sokakta, iş yerinde sürekli korkuyla ve güvenlik tedbirleriyle yaşayan bir adam mı daha mutlu, yoksa öğünlük yiyeceği, barınacak evi ve huzurlu bir ailesi olan mı?

Herhâlde ikincisi.

Demek ki her zaman zenginlik, rahat ve huzur getirmez. Tüm tehlikelerden arınmış bir dünya yok. Zaten dünyayı biz kurmadık. Geldik ve hazır bulduk. Öyleyse mutluluk onu olduğu gibi kabullenmek ve yaratıcının talimatları doğrultusunda yaşamakla elde edilir. Ama mutluluk için rahatı bozan bazı şeyleri göze almak gerekir. 

Bu mudur, bunların varlık nedeni sadece? Allah insanı yaratmış, dengeli doğal bir ortam verip bırakmış. Bu bana hiç mantıklı gelmiyor?

Doğru. Zaten peygamberlerin gönderilmesi, kitapların indirilmesi sizi destekliyor. Yüce Allah’ın evreni zıtlıklar ahengi içinde yaratması, kendi varlığına, birliğine ve gücüne işarettir; aynı zamanda ne kadar güçlü olursa olsun evren şartlarından kurtulamayacağının ve üstüne çıkamayacağının insanoğluna hatırlatılmasıdır.

Nasıl yani?

Düşünün, aynı nesne içinde hem zarar hem yarar var. Mesela ateş; yakar, hasar verir, hatta yok eder. Ama aynı ateşin yiyecekten giyime, yolculuktan ısınmaya, hatta canlı hayatın oluşumu ve gelişimine kadar sayısız faydası var. Olgunlaşmamış veya pişmemiş yiyecek, ateşlemesi olmayan araba, soğukta ısınmayan ev, fotosentez yapmayan bitkiler… Su da aynı şekilde, hem boğar hem yaşatır. Öte yandan akrebin tehlikeli zehrinin bazı hastalıklar için ilaç olması benzer bir durum. İki zıt özelliğin bir nesnede birleştirilmesi, bunun tek bir güç sahibinin elinden çıktığını gösterir. Eğer iyilik veya kötülüklerin ayrı ayrı tanrıları olsaydı bu zıt özelliklerin tek varlıkta değil, ayrı varlıklarda olması gerekirdi. Öte yandan insanın kendisi bile zıtlıklar yumağı değil midir? Hem mutlu eder hem üzer, hem güldürür hem ağlatır, hem korur hem öldürür… İnsanın bütün bunlardan kurtulması mümkün olmadığı gibi bunların üstesinden tek başına gelmesi de zordur. Öyleyse insan doğumundan ölümüne kadar sürekli dış desteğe muhtaçtır. Farklı cinslerin, ırkların, bölgelerin, mesleklerin, zanaatların, sanatların, bilim dallarının olması bunu gösterir. Bütün bu farklılıklar/zıtlıklar insanın farklı ihtiyaçlarını gidermek ve yaşamasını kolaylaştırmak içindir. Ama insanoğlu kendi kazanmadığı bir özelliğini bile üstünlük saymak suretiyle kibre kapılır, çevresini huzursuz eder. O yüzden Yüce Allah peygamberler göndererek ve kitaplar indirerek hem hayatın zıtlıklarına dikkat çekmekte hem de bunlarla birlikte nasıl mutlu olunabileceğinin yollarını göstermektedir. Ama tek taraflı bakan insan, zehirli ve yırtıcı hayvanları yok eder, etrafındaki insanları sindirmeye veya öldürmeye kalkışır, güçlü olmak ve gösteriş yapmak için aşırı tüketime yönelir, böylece tüm bir çevreyi bozar. Sonuçta ne isteklerini gerçekleştirebilir ne de ölümden kurtulabilir. Örnek çok: Kendisini tanrı sanan Firavun, dünyayı istila etmeye kalkışan İskender ve Cengiz, ırkçı Hitler, ateist Mussolini ve Stalin gibi nice hırslarına kapılmış zalimler…

Editör: Mehmet Çalışkan