Doç. Dr. Ahmet ÇAPKU
Kırklareli Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi

Yunus Emre’nin (yaklaşık) 1240-1320 yılları arasında yaşadığı düşünülürse ne kadar zorlu ve sıkıntılı bir dönemde ömür sürdüğü anlaşılmış olur. Haçlı seferlerinin getirdiği yıkımların hüküm sürdüğü, Kösedağ Muhaberesi (1243) ile birlikte Selçuklular’ın Moğollar karşısında dağılıma uğradığı, Anadolu’da muhtelif beyliklerin ortaya çıktığı bir herc ü merc döneminin düşünürüdür Yunus Emre. Mevlana, Sadreddin Konevi, Nasreddin Hoca, Hacı Bektaş Veli, Şeyh Necmeddin Dâye, Evhadüddin Kirmani gibi önde gelen âlim ve ârif kişilerle çağdaştır. Dönemin bunalımları dikkate alınırsa bu kadar önde gelen düşünürün var oluşu ve Yunus Emre’nin düşüncesinin insanı ve sevgiyi merkeze almış olması daha bir anlam kazanır.

Yunus Emre, “Dört kitabın ma’nisin / Okudum hâsıl ittim. (…) Dilimde ilm-i usûl / Dileğim dünya sever” derken kelam ve felsefe ilimlerini tahsil ettiğini; “Dört kitabın ma’nisin / Okudum hâsıl ittim / Işka gelicek gördüm / Bir uzun heceyimiş” mısralarında ise manevi ilimlerle de meşgul olduğunu anlıyoruz. Her şeyden evvel Yunus Emre’nin, onu inleten, söyleten, başta kendi nefsi olmak üzere diğer insanları ‘insan-ı kâmil’ olmaya davet eden bir ‘derd’i vardır. “Bir dem gelir İsa gibi / Ölmüşleri diri kılar. / Bir dem girer kibr evine / Fir’avn ile Haman olur” dizelerinde kendi nefsi ile nasıl mücadele ve muhasebe içinde olduğunu ızhar eder. Böyle olmakla birlikte Anadolu’da fikir ve gönül birliğini inşa etmenin derdini yaşayan bir bilgedir.

Herhangi bir düşünce, sistemli hâle gelebilmesi için varlık düşüncesi (ontolojik) açısından kendinibir yere bağlamak durumundadır. Bu husus, Yunus Emre’de aşk kelimesi ile kendini gösterir. Buna göre Allah, aşktır ve yaratılmış her şey O’nun aşkının eseridir. İbn Sina’nın ‘Işk Risalesi’nde işaret ettiği üzere aşkın dışında hiçbir şey kalmaz. Yunus’un düşüncesinde, kendisine akl-ı evvel, akl-ı küll de denilen Nur-ı Muhammedi ile varlık ağacı mertebe mertebe tecelli etmiştir. Durum böyle olunca insana düşen şey bu aşk hâlesine katılmak olacaktır.

Gündelik hayatta sevginin ileri boyutu olan aşka ayrı bir yer verildiğini biliyoruz. Birtakım psikolojik özellikler taşıyan ve (maddi) bir nesneye dönük olan aşk, neticede dünyevi olmaktan kendini kurtaramaz. Gelip geçici (heves) olana yönelik olan aşk, Leylâ’dan Mevlâ’ya şeklinde bir özellik gösterirse olumlu bir anlam kazanabilir. Aksi hâlde dünyevi olan mevki makam, mal mülk, şan şöhret ve karşı cinse olan tutku amaç hâlini alırsa bu durum, o kişi için makbul sayılmaz. Konu ile ilgili Yunus Emre’nin asıl dikkat çekmek istediği aşk, Mevlana’nın, ‘hamdım, yandım, piştim’ deyişinde kendini bulan ve kişiyi olgunlaştıran (kemal) aşktır. Ancak bu aşktır ki insanı Allah’a sevk eder.

Mezkûr aşka ulaşabilmenin yolu, kişisel benlikten (ego) vazgeçebilmekten geçer. “Canlar canını buldum / Bu canım yağma olsun. (…) İkilikten usandım / Birlik hânına kandım / Derd-i şarabın içtim / Dermanım yağma olsun” mısralarında bu hâl görülebilir. Yunus Emre, kişilerde dünyevi yönü ön plana çıkaran egoist yapının tehlikesine dikkat çeker. Söz konusu olumsuz tavrı, ‘derviş’ figürü ile aşmak ister. Buna göre derviş, hem Allah adamı hem de toplum adamıdır. Güven ve ahlak abidesi olan derviş, hayatını Allah rızasını dikkate alarak yaşayan kişidir. Dünyevileşmeden yaşayan derviş, tevazunun, iyi niyetin, hakkâniyete özen göstermenin, özveride bulunmanın timsalidir. Suflî benliğini ulvî olanın emrine veren derviş, aklı ile aşkını denetleyen, kendi iç dünyasında denge kuran, imansızlık ve sevgisizlikten kendini koruyan bir figürdür. (Bayrakdar, sf. 31-34, 49-50, 57, 66.) “Aşkın aldı benden beni / Bana seni gerek seni // Ben yanarım dünü günü / Bana seni gerek seni” ifadelerinde Yunus, hakiki aşka yönelmiş bir derviş olarak karşımıza çıkar.

Miskin, ümmi, kemter, emre gibi lakapları, onun tevazusuna işaret eder. “Bir kez gönül yıktın ise / Bu kıldığın namaz değil / Yetmiş iki millet dahi / Elin yüzün yumaz değil. (…) Yol oldur ki doğru vara / Göz oldur ki Hakk’ı göre / Er oldur alçakta dura / Yüceden bakan göz değil”, “Bu dünyaya gönül veren / Sonucu pişman olısar / Dünya benim dedikleri / Hep ona düşman olısar” mısraları kendisinin Hakk için yaşayan kişiliğinin yansımasıdır. Yunus Emre’nin şiirlerinde hemen birçok konu eninde sonunda ölüm ötesine bağlanır. Zira insanı kötülüklerden alıkoyabilecek, mümkünse onu derviş yapabilecek en önemli husus, ahiret inancında kendini gösterir. Bu manada Yunus’un bu dünyanın geçici oluşuna değinmesi günümüz için de çok şey ifade eder. “Sana ibret gerek ise / Gel göresin bu sinleri / Ger taş isen eriyesin / Bakıp göricek bunları. (…) Bunlar bir vakt beğler idi / Kapıcılar korlar idi / Gel imdi gör bilmeyesin / Beğ kangıdır ya kulları”.

Demek ki, Yunus Emre ‘insan-ı kâmil’ olabilmek için kişinin hasbî çaba içinde olmasını, aklı ve gönlü terbiye etmesi için ilim yolunda ve arayış içinde olmasını salık verir. “Okumaktan ma’ni ne / Kişi Hakk’ı bilmektir / Çün okudun bilmezsin / Ha bir kuru emektir” mısraları ile hakiki manada ilmin kişiyi Hakk’a ulaştırmasına dikkat çeker. Hakk’ın bilgisine ulaşan kişiye düşen şey, O’nun aşkına yollara düşmesidir ki, biz buna Hakk rızasını talep etmek diyebiliriz.

Halk içinde Hakk ile birlikte olmak, dünyada iken ahireti unutmamak, dünyevi istekleri ilahî/ ulvi olana bağlayabilmek gibi nice meziyeti kendinde barındıran derviş, Yunus Emre’nin kâmil insan anlayışında önümüze koyduğu bir figürdür. Bugün nice kişi nezdinde hayatı anlamlı kılmak adına sahte (araç/fani) tutkuların peşinde koşulmakta, hayat sadece buraya ve şimdiye hasredilmekte, niteliklerin yerini nicelikler kuşatmakta, zihin parçalanması olarak ifade edilen özü ve sözü başka kişilikler çoğalmakta, dünyevileşme sorunu kendini hissettirmektedir. Bugün fikir ve gönül birlikteliği adına yine yeniden Yunus Emre’nin düşüncesine eğilmemiz gerekir. Yunus Emre gibi büyük bilgelerin varlığı sebebiyle olsa gerek ki, nice zorluklar içindeki Müslümanlar kendilerini toparlayabilmiş, gönül ve fikir birliği kurabilmişlerdir. İnsanlık günümüzün teknolojik şartları açısından dünya çapında atomize olma, yalnızlaşma tehlikesi ile baş başadır. Hâlbuki Kur’an, dünya ve ahiret hayatında insanı hep toplumsal hâliyle ele almış, İslam düşünürleri onu “medeniyyü’n-bi’t-tab‘/doğası gereği toplumsal canlı” olarak nitelemişlerdir. Bu açıdan insanı ve hayatı anlamlı kılmak için Yunus Emreleri güncellemeye sadece İslam dünyasının değil insanlığın ihtiyacı vardır.

Editör: Mehmet Çalışkan