Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Selçuk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dekanı

Kusur,   bir eksikliktir. Yaratılmış insana ait eylemlerle ilgilidir. Yüce Allah ise kemal sıfatlarıyla muttasıf olup her türlü kusurdan münezzehtir.  Bu yönüyle O, yarattığı bütün varlıkları en güzel bir şekilde yaratmıştır.  İnsandan tutun da bitkilere hatta gök cisimlerine varıncaya kadar bu mükemmel düzeni görmek mümkündür.  Kur’an-ı Kerim’de geçen birçok ayette güzellik alameti olan kusursuzluk, Yüce Allah’ın varlığının delili olarak anlatılır:  

“Üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki onu nasıl bina etmiş ve nasıl donatmışız! Onda hiçbir çatlak da (fürûc) yok.” (Kaf, 50/6.) Ayette önce, gören gözler için gökyüzünün güzelliğine ve geceleyin açık havada net görülen yıldızlarla süslenmiş durumuna işaret edilir. Sonra da bir kusur alameti olan çatlaklığın olmadığı beyan edilir. İşte bu, varlıkta kusur olan ayıbı ortadan kaldırma ve nefyetme girişimidir. Bu yargı bir başka ayette de şöyle pekiştirilir:

“O ki birbiri ile ahenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahman olan Allah’ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? “

“Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) aciz ve bitkin halde sana (geri) dönecektir.” (Mülk, 67/3-4.)

Bu her iki ayetten, Allah’ın yarattığı şeyler arasında bir uyum ve ahengin varlığını anlıyoruz.  Yaratılıştaki bu mükemmellik, düzenlilik ve uyumluluk güzelliği tanımlayıcı niteliklerdir.   Kusursuzluk sadece semada değil, bakmasını bilenler için Yüce Allah’ın sanatlı bir şekilde yarattığı her şeyde kendisini gösterir.  Güzellik,  eşyanın özüne ilahi irade tarafından yerleştirilmiştir : “O, yarattığı her şeyi güzel yapmıştır.” (Secde, 32/7.)

İslam fıkhında makâsıdü’ş-şeriadan bahsedilir: Zaruriyat, hâciyât ve tahsiniyât.. Buna örnek olarak insan verilebilir. Örneğin, insanın zaruri organları baş, kalp;  muhtaç (hâciyât) olduğu organlar ise göz, el ve ayaktır.   Süs ve ziynet azaları (tahsîniyât) ise kaşlar, dudaklar, gözler gibi organlardır. İslam medeniyetinin ihtişamlı olduğu devirlerde bu üç hususun geçerli olduğunu görebiliriz.  Özellikle güzelleştirme manasına gelen tahsiniyat, kullandığınız kapı, pencere ve kaşığın üretiminden tutun da her türlü üretilen alette kendisini göstermiştir. Kur’an-ı Kerim’de ziynetin/süsün faili,  Allah olarak gösterilmiştir: “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve seyredenler için onu süsledik.” (Hicr, 15/16.)  Gökteki yıldız kümelerine burç denir.  Bulutsuz bir gecede burçları seyretmek insana ayrı bir zevk ve haz verir.  Burçların güzelliğine ve turkuaz renkli semaya bakmak insanı teskin eder ve onda uhrevi coşkuyu artırır.  

İslam tasavvurunda kâinat, mecazi anlamda güzel bir binaya benzetilir.  Âdeta onda insanın gündelik hayatında ihtiyaç duyacağı her şey vardır. Gökyüzü yükseltilmiş çatı, yeryüzü uzatılmış sergi, yıldızlar bu kozmik sistemin tavanına asılmış lambalar gibidir. Gündüzleyin göğün mavisi, geceleyin gökteki yıldızlar bu evde ikamet eden insana huzur verir. Gökyüzü mavidir; çünkü insanın gözüne en uygun düşen renk odur. Yeşil ve mavi renklere bakmak insanı dinlendirir, zira insan gözü için en uygun iki renk budur. Nitekim İmam-ı Gazali, semaya bakıp düşünmenin insana on faydası olduğunu söyler. Bu faydalar insandan üzüntüyü giderir, vesveseyi atar, korku ve vehmi kaldırır, Allah’ı anmaya vesile olur, kalpte Allah’a karşı bağlılık yerleşir; red ve inkâr düşüncesi yok olur, bazı hastalıklara şifa olur, hasretli bir kimse teselli bulur, sevenlerin birbirine ünsiyeti artar. (Gazali, el-Hıkme, s.16-18.)  Bu sebeple özellikle Selçuklular Dönemi’nde yapılan medreseler ve dâru’ş-şifalarda kullanılan çiniler turkuaz renktedir. Dolayısıyla masmavi gökyüzündeki güzellik olan “hüsn”ün güzelliği, bu güzelliğe damgasını vuran Mutlak Güzel’i takdir etmeye götürür.  Şu ayetlerde de varlıkta estetik düzene dikkatlerimiz çekilir: 

“O yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde/evrede isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti”.

“Sonra duman hâlinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: ‘İsteyerek veya istemeyerek, gelin!’ dedi. İkisi de ‘İsteyerek geldik.’ dediler.”

“Böylece onları, iki günde/evrede yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semayı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, Azîz, Alîm Allah’ın takdiridir.” (Fussilet, 41/10-12.)

İnsanın dışında; yer, gök, canlı ve cansız bütün varlıklar zorunlu olarak Yüce Allah’a boyun eğerler. Buna teshir denilir.  Kâinat, ne için yaratılmışsa o maksat dâhilinde ilahi kanunlara uymakta, yaratanına zorunlu bir şekilde teslim olarak O’nun emir ve iradesine boyun eğmektedir. Varlık düzleminde özgür irade sahibi olan insandan başka hiçbir varlık bu ilahi emir ve iradenin dışına çıkmaz.  İslam itikadına göre Yüce Allah zatıyla aşkın,  sıfatlarıyla içkin bir varlıktır. Bu sebeple Allah’ın “Alîm” sıfatının kâinatla ilişkisi daima aktiftir. İşte güzellik delilinin malzemesini O’nun “Alîm”  sıfatı oluşturur.  Âlemde görülen sonsuz güzellik, tertip, nizam ve ahenk, O’nun engin ve sonsuz ilminin en açık delilidir. Nasıl ki gördüğümüz güzel bir yazı, güzel bir resim onların yapıcısı ve yazıcısını işaret ediyorsa şüphesiz en güzel ve en mükemmel bir surette yaratılmış olan bu âlem de onu yaratanın ilim ve kudretinin sonsuz olduğuna delalet eder. Zira bir şeyin mükemmel olarak yaratılması, o şeyin daha önce tam olarak bilinmesini gerektirir.

Varlık dünyası içerisinde en mükemmel yaratılan varlık, kuşkusuz insandır. İnsan en güzel bir şekilde yaratılmıştır. (Tin, 94/5.) İnsanın zahirî suretinde bir güzellik vardır. Mesela, yüzünde hoşluk, derisinde parlaklık, burnunda güzellik, gözlerinde tatlılık, ağzında kibarlık, dilinde zarafet, yanaklarında yakışıklılık, saçında güzelliğin mükemmelliği ve şemailinde topyekûn uygunluk gibi vasıflar, onda bulunan iç güzelliğin fiziksel alana yansımalarıdır. Onu güzel yapan unsurlar arasında şemailindeki güzellikle birlikte asıl, ona verilen ilahi değer başta geliyor. Bu değeri Kur’an’ın diliyle ifade etmek gerekirse Allah’ın eliyle yaratılması (Sad, 38/75.), ona kendi ruhundan üflenmesi (Hicr, 15/29; Secde, 32/9; Sad, 38/72.) ve meleklerin ona secdeye davet edilmesidir. (Hicr, 15/29.) Bütün bu güzellikler karşısında yaratılışı güzel olan insandan beklenen tek şey, Rabb’ine karşı güzel ve düzgün iş yapması, değer üretmesidir.

Sonuç olarak kusursuzluk, varlığın güzel olarak nitelendirilmesinin temel ilkelerinden birisidir. Mutlak kusursuzluk Yüce Allah’a mahsustur. O, yarattığı her şeyi kusursuz, mükemmel olarak yaratmıştır.  Varlığa bakmasını bilenler, her şeyin özünde estetik düzeni ve bu güzelliği görebilirler.  Bu manada olgular dünyasındaki güzellik olayı, insana sunulan bir beyandır. (Mülk, 67/2.) Her insan estetik düzende güzelliğin varlığını idrak edebilecek bir kabiliyette yaratılmıştır. Kur’an, Allah’ı bilme imkânı üzerinde dururken O’nun zatını değil, sıfatlarının bir ayet olan tabiat üzerindeki farklı tecellilerini düşünmeye ve doğal gözlem yapmaya teşvik eder. Bu teşvikte nesnelerdeki güzellik vasfı, uluhiyetin bilgisine yönlendirmede insan üzerinde bir uyaran olarak işlev görmektedir. Kur’an’a göre olgular dünyasındaki güzellik ise “Allah’ın boyasıdır.” (Bakara, 2/138.) Âlemde Yüce Allah’ın bu boyası,  musavvir isminin bir tecellisidir.  Eşyada görülen güzellik karşısında insana düşen görev, bizatihi güzelliğe mahal olan nesnede yoğunlaşarak takılıp kalmak değil,   onu aşarak Hüsn-i Mutlak’a yol bulmaktır.

Editör: Mehmet Çalışkan