Prof. Dr. A. Bülent BALOĞLU

Yarının dünyası nasıl olur, meçhul.

Gelecekte ekonomi, sanayi, teknoloji hangi şekle ve renge bürünecek? Gençlik nelere merak saracak? Hangi trendler, akımlar öne çıkacak? 40-50 sene sonra mevcut devletler hangi durum ve konumda olacaklar? Dünyayı ve insanlığı bekleyen muhtemel tehlikeler neler? Bu ve benzeri soruları sorup tahmin etme işi artık bir meslek. Bunlara “fütürist” yani “gelecekçi” veya “gelecek bilimcisi” deniyor. Bir tür bilimsel kehanet sanatı icra ediyorlar yani…

Yaptıkları işin geleceği tahmin etmek olmadığını söyleyen fütüristlere göre, gelecek tek bir ihtimal veya seçenekten oluşmuyor. “Gelecek dediğimizde pek çok ihtimali ve seçeneği konuşuyoruz. Biz bu farklı ihtimalleri insanların dikkatlerine sunuyoruz. Amacımız, mevcut alışkanlık, uygulama ve kararlarını yeniden gözden geçirmelerini sağlamak ve böylece gelecekteki çeşitli ihtimaller için farklı stratejiler üretmelerine yardımcı olmak.” diyorlar.  

Bugün fütürizm mesleğinden büyük paralar kazananlar var. Bu kişiler bilimsel yöntemleri, istatistikleri ve verileri kullanıyorlar. Dünya dillerine çevrilen kitapları milyonlar satıyor, konferansları kapalı gişe gidiyor.

World Future Society (Dünya Gelecek Topluluğu) adlı bir kuruluşun olduğunu da söyleyelim. Sivrisineğin kanadını dahi zayi etmeyen kapitalizm, insanoğlunun gelecek hakkındaki tutkulu merakını da kazanç kapısına çevirmeyi başarmış durumda. 

David Passig “2050” adlı kitabını yazdı. Michio Kaku, “Geleceğin Fiziği” isimli eserinde 2100 yılının fiziğini anlattı. George Friedman, XXI. asra dair tahminlerini “Gelecek Yüz Yıl” adlı kitabında açıkladı. Friedman, Türkiye’nin XXI. yüzyılda gelişmeye devam ederek dünyanın nüfuzlu ülkelerinden biri olacağını söylüyor. İlginç biçimde, dev nüfusuna rağmen Hindistan’a şans tanımıyor. 

Fütürist Faith Popcorn, anksiyetenin, diğer adıyla, evhamın gelecekte insan sağlığını tehdit edecek bir numaralı hastalık olacağını iddia ediyor.

Geleceğe meraklı olanlar fütüristlerin kitaplarını okuyabilirler…

Şimdi buradan ben de bir yere yürümek istiyorum.

Iskarta Hayatlar

“Iskarta Hayatlar” kavramının patenti Bauman'ın.    

Dünya nüfusu mevcut hızıyla devam ederse 2095’te 11 milyar 141 milyon olacakmış. (populationpyramid.net) Şayet kıtlık, açlık, bulaşıcı hastalık, doğal afet gibi büyük felaketler devreye girmezse…

Ve tabi, aklını kaçırmış biri çıkıp da nükleer silahları ateşlemezse…

Ve şüphesiz, “Kıyamet size ansızın gelecektir.” (A’raf, 7/187.) diyen ayetin hükmü daha gerçekleşmemiş olursa… 

2095 yılında Almanya 64, Fransa 75, İngiltere 82, Amerika 446, Hollanda 17, İsveç 14, İsviçre 11, Kanada 49 milyon, Hindistan 1 milyar 683 milyon, Çin 1 milyar 28 milyon olacakmış.

Aynı yıl, Nijerya 723, Pakistan 365, Endonezya 317, Tanzanya 285, Etiyopya 243, Mısır 198, Nijer 196, Uganda 195, Bangladeş 175, Filipinler 169, Sudan 161 (Güney Sudan'la birlikte), Kenya 153, Meksika 152, Rusya 118, Vietnam 106, Zambiya 98, Türkiye 90, İran 72, Çad 66 milyona ulaşacakmış!

Kafanız karışmasın diye küsuratları yuvarladım.

2017'de toplam nüfusu 192 milyon olan Batı Avrupa’nın 2095'te 191, 2100’de ise 190 milyon olacağı tahmin ediliyor. Tabir caizse yerinde sayacak!

Nüfus durağanlaşır veya eksilirse yaşlanıyor demektir.

Bu hesaplara göre, sadece Hindistan Batı Avrupa nüfusunu 9’a katlayacak!

Dünyanın ekilebilir toprakları, tatlı su kaynakları, bol oksijenli mekânları günbegün azalırken bu anormallik, kapitalizmin motor gücü Batı’yı fevkalâde ürkütüyor…

Antidemokratik uygulamalarla giderek içe kapanıyorlar. Irkçı-faşist grupların yabancı düşmanlığına ve nefret suçlarına caydırıcı tedbirler almıyorlar. Pasaport verip “vatandaş” saydıkları yabancılara “öteki” muamelesi yapıyorlar. İleriyi düşünüp her yerden tohum toplayıp saklıyorlar. Ormanlarını, tarım arazilerini, akarsularını, denizlerini koruyorlar.

Fakat diğer taraftan…

Gelin bunu Polonyalı sosyolog Zygmunt Bauman söylesin:

"Çin'in bir elektronik aletler köyüne dönen Guiyu köyünde ve ekonomik ilerleme treninden düşen (ya da atılan) eski köylülerin yaşadığı Hindistan, Vietnam, Singapur ya da Pakistan gibi ülkelerde Batı'nın elektronik atıkları geri dönüştürülür… Guiyu'da yüz bin kadar insan, kadın, erkek, çoluk çocuk, günde 94 peniye çalışıyor." (Iskarta Hayatlar, Can Yay., İstanbul 2018, s. 75-76.)

İtalyan gazeteci Maurizio Dematteis de Batı Sahra kıyılarında Atlas Okyanusu'nun dibinde yatan 600 bin ton radyoaktif atıktan söz ediyordu seneler önce. İtalya’dan gemilere yüklenen radyoaktif atıkların istikameti Somali, Malavi, Zaire, Eritre, Mozambik, Sudan, Cezayir gibi Afrika ülkeleriydi. (ipsnews.net/2001/05/environment.)

Batı’nın egoizmini sergileyen yüzlerce örnek var.

Bauman, hınca hınç dolmuş dünyanın en ücra köşelerine yol bulan, bir tüketim toplumu olmanın dışındaki tüm yaşam biçimlerini darmadağın eden bir “ekonomik ilerleme”den bahseder.

Sömürgeci kapitalizmin hem bahanesi hem temel ayaklarından biri olan bu “ekonomik ilerleme”, bir hortum misali, binlerce kilometre ötedeki refah adacıklarından süpürüp getirdiği pis atıkları “ıskarta hayatlar”ın yaşam alanlarına boca ediyor ve bulutların arasında kayboluyor.

Iskartaya çıkarılmış zavallıların hayatlarına hayat dersek tarih gücenir!

Küresel Atıklar!

Üzerindeki örtüyü kaldırdığınızda, mevcut küresel hiyerarşik düzeni korumak adına ağdalı ve usturuplu bir laf kalabalığına boğulduğu açıkça görülecek olan özgürlük, eşitlik, serbest ticaret gibi kavramları sömürdükleri coğrafyalara dayatanlar, kendi sanayi atıklarını bu fakir coğrafyaların halklarına zimmetliyorlar.

Bir kısım fakirlerin derme çatma evlerinin arka bahçeleri bu atıklar için depolama ve ayrıştırma işlevi görüyor. Vatandaşlarının şiddetli tepkisi yüzünden nükleer atıklarını kendi çöplüklerine dökemeyenler başkalarının toprağını zehirliyor!

2011 yılındaki bir habere göre, ABD ve Japonya, toksik atıklarını kabul etmesi için Moğolistan’la görüşmeyi planlıyordu. Onları cesaretlendiren husus, bu ülkenin çevre koruma kanunlarının “gevşek” olmasıydı.(greenworldinvestor.com/10.05.2011.)

Iskarta hayatlar radyasyonla zehirlenecekmiş, kimin umurunda!

Küresel patronlar pişkindir: "Efendim, biz bu fakirleri uluslararası ekonomiye ve iş bölümüne entegre ediyoruz. Bu işi babalarının hayrına yapmıyorlar, yaptıkları işin parasını alıyorlar!"

Bu yüzsüzlük midenizi bulandırdı değil mi?

Bauman patentli bir kavram daha var: Küresel atıklar.

Bauman, ıskarta hayatların birer küresel atık olduğunu söyler. Onun küresel atıklar listesinde kimler mi var? Mülteciler, yerinden edilenler, sığınmacılar, muhacirler, belgesiz kaçak göçmenler.

Bauman’ın tespiti ve kavramı çok çarpıcı değil mi?

Küresel sermayedarın gözünde sözünü ettiğini “küresel atıklar” ile sanayi atıkları arasında hiçbir farkın olmadığını haykırıyor vicdanlara!

Ha küresel atık ha endüstriyel atık!  İkisi de kirli ve değersizdir; ikisinin de bir kıymetiharbiyesi yoktur. İkisine de küresel zenginin “yarınki dünya” tasarımında yer yoktur. Var olmaması evla olandır!

Çünkü ikisi de zehirlidir!

Bulanık Gelecek

2050 yılını önündeki siyasi ve ekonomik tablodan yola çıkarak tasvire çalışan İsrailli fütürist David Passig şunu söyler: “Geleceğin geniş çizgilerini geniş bir şekilde çizmeye çalışsak da… o kadar çok değişken var ve insanın hayal gücü o kadar zayıf ki her şeyi hesaba katmak imkânsız. (…) Gelecek araştırmacılarının elinde makul bir geleceği tahmin edecek araçlar yok, yapacağımız sadece olası gelecekleri tahmin etmek.” Ona göre, eldeki yegâne şey, geleceğin “çok bulanık” bir resmidir. (D. Passig, 2050, Koton Kitap, İst. 2011, s. 365.)

Doğru söze ne denir?

İnsanoğlu gelecekle ilgili ne söylerse söylesin, Allah'ın olmadığı bir gelecek denklemi eksiktir, yanlıştır. Evdeki hesabın çarşıya uymamasıdır bu! Öyle ya, kulun hesabı varsa, Allah'ın da hesabı var!

Nihai hükmü veren Allah olduğuna göre, nihai hesabı kesen de O’dur. O’nun sözünün üstüne söz söyleyecek de yoktur. (Ra'd, 13/41.) Kalplerde olanı, göklerin ve yerin gizli / görünmeyen / bilinmeyen / gelecek / gaybi gerçekliğini bilendir O. (Fâtır, 35/38.)   

Bu kısa hatırlatmayı yapmış olalım.

Fransız düşünür Andre Gorz'un, “tekno-seçkinler” dediği küçük azınlığın “yarın” tasavvurunda küreselleşmenin atıkları olan paryalar, fakirler için bir yer gözükmüyor. Paraya tapmanın kötücül karakteri insani değerleri umursamamayı zorunlu kılar!

Teknolojik ve endüstriyel ilerlemede tavan yapmak, insanî ve ahlaki değerlerde de tavan yapmak anlamına gelmiyor. Hatta tam tersine dibe vurmak kuvvetle muhtemel. Dünyayı kendi etraflarında döndürmek uğuruna gecesini gündüzüne katanlar için ahlakın, dinin, vicdanın, insanlık gibi değerlerin pek bir anlam ve önemi yok! Onlar, bütün bunları muğlaklaştırıp işlevsizleştirdikleri insan hakları ve özgürlük retoriğinin büyülü atmosferinde buharlaştırıverirler. Kendi çıkarları söz konusu olduğunda yeniden icat ederler; itiraz edenleri “küresel güvenlik” adına birer tehdit unsuruna dönüştürüverirler.     

Paul Valery’nin “işe yaramaz gücün yoksulluğu” dediği düşkünlük hâli bu olsa gerek. Stefan Zweig’ın “barbarlık çukuru” dediği zulmün karanlık kuyusuna yuvarlanmak bu olsa gerek!

Böyleleri için madde lebalep, mana tamtakır!

Günübirlik menfaatlere göre yön ve konum tayin edenler, ihtiraslarına mağlup olanlar için insani değerleri çiğnemek sıradan bir iş!  Zira onlar daima “merkez”, ötekiler ilelebet “çevre”dir. Oyunun kurallarını “merkez” belirler; keyfine göre kuralları eğer büker ve her an yan çizebilir. Çevre ise bu kurallara uymakla yükümlüdür, yan çizme hakkı yoktur. Çevre, oyunun dublörüdür; aktörlerin yerine tehlikeli ve riskli sahneleri oynamak ona düşer.

Dublör ölebilir ama o hep diri ve ayakta kalır.

Dublörün başına gelen sıradan bir iş kazasıdır neticede…

Sonuç mu?

Sonuç ortada…

Savaş, terör, açlık, fakirlik, eşitsizlik ve sömürünün olmadığı bir dünyayı hayal etmek ve kurmak elbette mümkün olabilir. “Ben nasıl olsa 2095'i görmem, benden sonrası tufan!” demek kelimenin tam anlamıyla bencilliktir. İnsana, tabiata karşı Müslüman'ın tavrı bencillik ve nemelazımcılık olamaz!

İnsanlık yere düşerse, onu kaldırmak Müslüman'a düşer; giden gitmiş, yiten yitmiş diyemez. Kodları, sömürü üzerinden kazanca, istila üzerinden yok etmeye, değiştirme üzerinden yozlaştırmaya ayarlı olanlarla aynı safta olamaz.

Müslüman'a yaraşan, kimsesizlerin kimsesi olmaktır. İnsanı “küresel atık”, hayatını “ıskarta” gören kemirgen zihniyetle mücadele etmektir.

Allah adına yeryüzünde halife olmak pek çok manaya delalet ediyorsa biri de budur şüphesiz.

Editör: Mehmet Çalışkan