Prof. Dr. A. Bülent BALOĞLU

Akciğer kapasitesi dörtte bir oranında azalır, kan basıncı artar, vücut ısısı azalır, kalp atışları hızlanır ve bilinç bulanmaya başlar…

Çok derinlere dalan dalgıç, yüzeye hızla çıkmaya çabaladığında kanındaki azot gazı çözülerek buharlaşır ve hava kabarcıklarına dönüşür. Bu kabarcıklar küçük damarları tıkar, beyne ve kalbe kan akışını keser, oksijen gitmesini engeller. Denizciler buna “vurgun yemek” derler. Vurgun yiyen hemen ölebilir veya felç kalabilir. Modern kurtarma tekniklerinin yardımıyla vurgunu uzun bir tedavi sürecinin ardından atlatabilir de… Vurgun yememek için su yüzeyine daha yavaş ve kademeli olarak çıkmak dalgıçlar için hayati bir kuraldır. Bir denizci, bir dalgıç için en kötü şeydir vurgun yemek.

Vurgun yiyenler…

Vurgun yiyen, insan değildir sadece; toplumlar, uluslar, ülkeler, kültürler, medeniyetler de vurgun yerler… Bir insan, ailesinden ve yakınlarından kopmuşsa, yerinden yurdundan sökülmüşse, benliğini ve kimliğini yitirmişse, değerlerinden soyulmuşsa vurgun yer… Keza bir toplum, ait olduğu gelenek, kültür ve medeniyetin sularından çok ama çok uzaklara savrulmuşsa vurgun yer… Aynı şekilde bir kültür, sahipsiz kalır ve başka kültürlerin tasallutuna mukabele edemezse, onu ayakta tutan unsurlar (dil, din, tarih, sanat, gelenek, dünya görüşü) zamanla başkalaşıp elden kayıp gider veya yozlaşırsa vurgun yer.

Bir ülke kısır ideolojik kavgaların esiri olur da kendi içinde suni parçacıklara ayrışırsa; kendi kaynaklarına sahip çıkamaz veya bunları har vurup harman savurursa; kendi sosyal, siyasi, iktisadi hayatına ve kalkınmasına bizzat kendi hükmedemezse; istiklâl ve hürriyetini muhafaza edemez, sınırlarını koruyamazsa; kurumlarını yenileyemez, ihtiyaç duyduğu bilgi ve teknolojiyi üretemezse, çok değil, bir süre sonra sömürgeye dönmesi mukadderdir. Vurgunlardan vurgun beğenir…

Yine bir medeniyet, içeriden ve dışarıdan kuşatılır da ona “ilerleme” dinamizmini aşılayan, hayata ve olaylara bakışını yoğuran Allah-kâinat-insan tasavvuru allak bullak edilirse vurgun yer… “Yeni dünya düzeni” inşasını “Medeniyetler Çatışması” tezi üzerinden kurgulayan küresel siyasetin “kurt” mühendisleri için o, bir “yem” olmaktan öte bir anlam ifade etmez. “Güçlü” medeniyetin şamar oğlanına döner!..

2019’a girerken…

İslam dünyası yeni yıla sancılı, vurgun yemiş bir hâlde giriyor… Vücut ve beyin fonksiyonları yavaş da olsa henüz çalışıyor ama bilinç kısmen tıkalı! Bunu söylemek için haklı sebeplerim var kendimce…

Birkaç örnek üzerinden yürüyelim… Ülkelerin kırılganlığını ölçen beş boyutlu bir ölçek var. Bunlar sırasıyla: şiddet/terör, adalet, iktisadi kuruluşlar, kurumlar, direnç/mukavemet. 2015 yılı istatistiklerine göre bu beş boyutun tamamında sınıfta kalan ülkeler: Orta Afrika Cumhuriyeti, Çad, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Fildişi Sahili, Gine, Haiti, Sudan, Svaziland ve Yemen. Bunlardan Çad, Gine, Sudan ve Yemen Müslüman ülkesi. Fildişi Sahili'nin yüzde 24'ü, Kongo'nun yüzde 10'u, Orta Afrika Cumhuriyeti'nin yüzde 2'si Müslüman…

2017 Küresel Çok-boyutlu Fakirlik İndeksi'nin dünyanın en fakir ülkeleri sıralamasının tepedeki basamaklarını Çad, Burkina Faso, Nijer, Etiyopya, Güney Sudan, Nijerya, Uganda, Afganistan ve Gine Cumhuriyeti işgal ediyor. Afrika'nın batı kıyısında yer alan ve uzun yıllar Fransız sömürgesi olan Gine Cumhuriyeti 'fakirlikler ülkesi' olarak nam salmış. Çad; fakirlik, kuraklık, açlık ve terörle boğuşuyor…

Çok-boyutlu fakirlik ne demek? Sağlık, eğitim ve hayat standardı bağlamında beslenme, çocuk ölümleri, okula gitme oranı ve toplam yılı, yemek pişirme yakıtına erişim, sağlık hizmetlerinden istifade, içme suyu, elektrik, barınma ve temel ev eşyası imkânlarına sahip olma…

Bir diğer endekse bakalım: 2017 Terör Endeksi… Tepeden aşağıya doğru sıralama Afganistan, Nijerya, Suriye, Pakistan ve Irak şeklinde seyrediyor…

2016 yılında terör olaylarında hayatını kaybedenlerin üçte biri bu beş ülkeden! 2018 Sefalet Endeksi'nde zirveyi Venezuela işgal ederken, ilk on ülke içinde yer alan Müslüman ülkeler sırasıyla: Yemen, Mozambik, Kosova, Nijerya ve Mısır… Sefalet endeksi, yüksek işsizlik oranıyla enflasyon oranının toplanmasından oluşuyor.

2017 Savaş Endeksi'ne bir göz atalım… Hâlihazırda Afganistan, Suriye, Libya, Yemen ve Filistin'de savaş var. Afrika'da 29 ülkede yaklaşık 260 kadar milis-gerilla-ayrılıkçı-terörist-anarşist grup ya kendi aralarında ya hükümet güçleriyle çatışıyor. Bunlar arasında Mali, Mozambik, Nijerya, Somali, Sudan, Çad, Kamerun, Moritanya gibi Müslüman ülkeler de var.

Arakan'da Müslümanlar katlediliyor… Bu kara tabloyu uzatmanın bir anlamı yok. 2019 yılına girerken İslam coğrafyasının hatırı sayılır bir kısmı vurgun yemiş vaziyette!

Fakirlik, sefalet, hastalık, savaş ve terörde Müslüman ülkeler ilk sıraları kimseye kaptırmıyorsa işlerin yolunda gitmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Bu yıl müspet veya menfi manada neler değişecek bunu zaman gösterecek.

Vakit, Müslümanlığımızla yüzleşme vaktidir!

"Müslümanlar gerçekten yüce bir dine mensup, büyük bir peygambere, yüce bir kitaba sahip ama gel gör ki bilim, düşünce, özgürlük, siyasal katılım, teknoloji, sağlık, eğitim, fırsat eşitliği, çevre ve ekonomi gibi pek çok alanda hakikaten çok zor durumda, kötü durumda." (Ali Bardakoğlu, İslam Işığında Müslümanlığımızla Yüzleşme, Kuramer, İstanbul 2016, s. 71.) İslam dünyasının bu yürek yakıcı manzarasına bakarak Ali Bardakoğlu Hoca’mın dili söylemeye varmasa da ben söylüyorum: Vurgunun ardından bilinci kısmen tıkanmış koma hâlinde bir İslam dünyası var masada!

Yemen’de annelere açlıktan ölmüş bebekleri teslim edilirken çekilmiş video görüntüleri sosyal medyada gezerken yüreği sızlamayan var mı?

Kendi çocuğumuz üzerinden empati yapmaya yürek ister! Beş milyondan fazla Yemenli çocuk, savaş sebebiyle açlık tehlikesiyle karşı karşıya. Her 10 dakikada en az bir çocuk ölüyor. Sadece 2017'de 50 bin çocuğun öldüğü tahmin ediliyor. Ülkede su ve yiyecek sıkıntısı had safhada; haftada 10 bin kolera vakası var. The Telegraph’a göre, savaş yüzünden Yemen, gelecek neslinin tamamını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya! (19 Eylül 2018) Buyrun! Bunu ben demiyorum

ama kimin umurunda?! Siz kendi nesillerinizi yok etmeye karar vermişseniz silah baronlarının fabrikaları sizin için gece-gündüz vardiyası hâlinde çalışmaya, bombalar üretmeye dünden razı! Vurgun yemiş bir İslam dünyası var, derken abarttığımı düşünmüyorum. Suyun öte yakasına gelince… Orta Çağ’ın derin karanlık sularından Rönesans, Reformasyon, bilimsel buluşlar, endüstri devrimleri gibi uzun ve kimi zaman sancılı süreçlerle yüzeye yavaş yavaş çıkan Batı, kendi toplumsal dönüşümünü “vurgun” yemeden tamamladı. Bütün bunlar olup biterken din-toplum-siyaset ilişkilerini yeni baştan kurguladı; “sosyal refah” için elzem olan alt yapıyı inşa etti. Kendi geleceğinin teminatı adına ekonomide ve eğitimde alt yapısı güçlü, geleneği köklü kurumlarını ayakta tuttu, bunlara yenilerini ekledi. Şimdilerde bilgiyi teknolojiye, teknolojiyi de kalkınmaya tahvil ediyor…

Avusturyalı filozof ve eleştirmen Günther Anders’e göre Üçüncü Endüstri Devrimi sürecinde yol alıyor. Hakikat şu ki… Geçmişi dağılan, toplumsal bağları çözülen, tutamak noktaları altüst olan, tarihî mirası yitiren, kutsal ile bağları gevşeyen veya kopan, ahlaki değerleri buharlaşan toplumlar ağır bedeller öderler. “Boşluk” girdabına yakalanırlar, tarihten ve zamandan sürülürler, “meçhul” bir geleceğe bilinçsizce sürüklenirler, içe kapanırlar ve güdükleşirler, toplumsal kaos ortamına savrulurlar, içeriden ve dışarıdan ağır meydan okumalarla kuşatılırlar…

Ve nihayet… Sıradanlaşma, yavanlaşma, yozlaşma, kimliksizleşme, parçalanma… Toplu bir yok oluş! Vurgun yemenin en ileri safhası: komadan çıkamamak!

Yanlış kalkınma politikaları

Batı, bilhassa İkinci Dünya Savaşı’nın sebep olduğu ağır yıkımın ardından tekrar ayağa kalkabilmek için acı da olsa doğru kalkınma reçetelerini büyük bir sebat ve kararlılıkla uyguladı. Bu kalkınma hamlesine can suyunu ham madde kaynakları bakımından zengin ama güç bakımından zayıf, az gelişmiş ülkelere dayatılan “Avrupamerkezci” siyaset verdi.

Kendi tarihini, “beyaz” rengini, kendi kültürünü ve değerlerini kutsayıp merkeze alan bu zihniyet, “öteki” ve “ilkel/aşağı” kabul ettiklerini “medenileştirme” projesine soyundu. Beyaz adam, bunu güya istemediği bir “yük”, asla kaçamayacağı (!) tarihî ve ilahi bir misyon gibi gösterdi.

Kendi kalkınması için “doğru” ekonomik reçeteler uygularken medenileştirmek zorunda olduğu (!) ülkelere (Üçüncü Dünya Ülkeleri) kasten “yanlış” reçeteler verdi. Vermekle yetinmedi, kendi kurduğu sözde küresel denetleme mekanizmaları ile bunları dayattı, sıkboğaz etti. Bu aynı zamanda dünyanın geri kalmışlarını “Batılılaştırma”, yani onların normlarını ve kurumlarını kendi keyfine göre yeni baştan tasarımlama hamlesiydi. Avrupamerkezci kalkınma teorileri Üçüncü Dünya’yı Batılılaştırma amaçlı kurgulanmışlardır. Netice, “öteki” olanlar için “taraflı, çarpık ve kötü sonuçların doğması” olmuştur.’ (Özay Mehmet, Üçüncü Dünyanın Batılılaştırılması, Açılım Kitap, İst. 2017, s. 20.) İşsizlik, bozuk gelir dağılımı, kötüleşen sosyal düzen, çarpık şehirleşme ve yoksulluk…

Sonuç

Kapitalist sistemin motor ülkeleri hızla gelişir ve zenginleşirken ekonomileri delik deşik edilen, siyasetleri istikrarsızlığın kucağında yozlaştırılan, kaynakları kimi yerde talan kimi yerde çarçur edilen, yeni nesilleri kendi kültür ve medeniyet köklerinden koparılıp kimliksizleştirilen, yerli ve geleneksel kurumları tahrip edilen ülkeleri hayırlı bir akıbetin beklemesi elbette mucize olurdu. Eldeki maddi ve manevi sermayenin, insan kaynağının sorumsuzca harcanması, kadim referansların yitirilmesi, keşfetmenin ve değer üretmenin terk edilmesi topyekûn bir erimeye, toplu bir çöküşe, ağır bedellerin ödenmesine ve nihayette acıklı bir tükenişe kapı araladı. Bu acıklı senaryolar sömürmeye ve kutuplaştırmaya ayarlı yırtıcı/vahşi kapitalizmin girdiği her yerde çok küçük farklarla tekrar tekrar yaşandı ve hâlâ yaşanıyor. Başa gelenler elbette sebepsiz değildi. Sonuç mu? Sonuç ortada... Tarihin kenarına iliştirilenlerin akıbeti olsa olsa “vurgun yemek” olurdu!

Editör: Mehmet Çalışkan