Prof. Dr. Âdem APAK
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

İlahi hitabın insanlara ulaştırılması görevini ifa eden peygamberler mutlaka belli bir kavme gönderilmişlerdir. Kavimlerini Allah’ın birliğine davet eden peygamberler genelde onların direnişiyle karşılaşmışlar, kendilerine inanan az sayıdaki insanın desteğiyle tebliğ faaliyetlerini gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Risâlet görevini üstlenen ve kavmiyle mücadele etmek durumunda kalan Allah elçilerinden birisi de Hz. Salih’tir.

Salih peygamber, Semûd kavmine gönderilmiş bir peygamberdir. Semûd, Hz. İsmail’den önceki döneme ait olup Arabü’l-Âribe (Halis Arap) diye isimlendirilen, soyu kesilmiş eski Arap kavimlerinden biri olarak bilinir. Âd kavmiyle aynı soydan olan bu kabile mensupları Sâm’ın oğlu İrem’de birleşirler. Ayrıca Âd kavminin ardından gelmeleri sebebiyle Semûd kavmi mensupları ikinci Âd (Âd-ı uhrâ) olarak da tanınırlar. 

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Salih’in Semûd kavmine gönderildiği hususu açıkça ifade edilir: “Semûd kavmine de kardeşleri Salih’i (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; sizin O’ndan başka tanrınız yoktur…” (Araf, 7/73.), “Andolsun ki ‘Allah’a kulluk edin!’ (demesi için) Semûd kavmine kardeşleri Sâlih’i gönderdik…” (Neml, 27/45.)

Semûd kavmi Kur’an’da “ashâbü’l-Hicr” diye de anılır. (Hicr, 15/80.) Hz. Salih’in kavmi olan Semûd, bölgede yaşamış güçlü bir kavim idi. Hicr, Arap Yarımadası’nın kuzeybatısında Medine-Tebük yolu üzerinde Teymâ’nın yaklaşık 110 km güneybatısında, sarp kayalıklarla çevrili vadinin ve bu vadideki şehrin adıdır. Kaynaklarda Salih peygamberle ilgisi dolayısıyla buraya Medâinüsâlih de denilmiştir. Adı geçen şehirden günümüze kadar gelen kalıntılar ve dağlarda yontulmuş evler buranın eskiden bir uygarlık merkezi olduğunu gösterir. Kalıntılar aynı zamanda burada müreffeh bir hayatın yaşandığına da işaret etmektedir. 

Semûd kavmi başlangıçta tevhid inancına sahipti. Onlar da Allah’ın birliğine, peygambere ve ahiret gününe inanıyordu. Ancak zamanla ataları olan Âd kavmi gibi tevhid inancını terk edip putlara tapmaya ve kendilerini yeniden tevhide davet eden Allah elçilerini yalanlamaya başladılar. Bunun üzerine Allah tevhid inancını yeniden kendilerine öğretmesi için aralarından Hz. Salih’i davet elçisi olarak görevlendirdi. Hz. Salih kavmine kendilerine gönderilmiş güvenilir bir peygamber olduğunu, Allah’a kulluk etmeleri gerektiğini, O’ndan başka bir ilahın bulunmadığını, Allah’a karşı gelmekten sakınmalarını ve kendisine itaat etmelerini, buna karşılık kendilerinden herhangi bir ücret talep etmediğini söyledi. Ayrıca Allah’ın kendilerine verdiği nimetleri hatırlatarak bu nimetlere şükredip azgınlığa sapmamaları, Allah’a karşı gelmekten sakınmaları, O’nun emir ve yasaklarına uymaları, haddi aşıp yeryüzünde fesat çıkaranların peşinden gitmemeleri gerektiğine işaret etti.

“Düşünün ki (Allah) Âd kavminden sonra yerlerine sizi getirdi. Ve yeryüzünde sizi yerleştirdi: O’nun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah’ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.” (Araf, 7/74.); “Kardeşleri Salih onlara şöyle demişti: (Allah’a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir. Siz burada, güven içinde bırakılacak mısınız (sanırsınız)? Böyle bahçelerde, çeşme başlarında? Ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalıkların arasında? (Böyle sanıp) dağlardan ustaca evler yontuyorsunuz (oyup yapıyorsunuz). Artık Allah’tan korkun ve bana itaat edin. O aşırıların emrine uymayın. Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyenler(in sözüyle hareket etmeyin).” (Şuara, 26/142-152.)

Tıpkı kendisinden önceki peygamberlerde görüldüğü gibi kavminden küçük bir topluluk Salih peygambere iman ederken başta ileri gelenler olmak üzere çoğunluk onun peygamberliğini inkâr etti. Üstelik kendilerine gönderilmiş peygamberlerini büyülenmiş ve uğursuz olmakla, ayrıca şımarıklık ve yalancılıkla suçladılar: “Dediler ki: ‘Ey Salih! Sen bundan önce içimizde ümit beslenen birisiydin. (Şimdi) babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi engelliyor musun? Doğrusu biz, bizi kendisine (kulluğa) çağırdığın şeyden ciddi bir şüphe içindeyiz.’” (Hud, 11/62.), “Şöyle dediler: ‘Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık.’ Salih: ‘Size çöken uğursuzluk (sebebi), Allah katında (yazılı)dır. Hayır, siz imtihana çekilen bir kavimsiniz.’ dedi.” (Neml, 27/47.), “Semûd kavmi de uyarıcıları yalanladı. ‘Aramızdan bir beşere mi uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık etmiş oluruz.’ dediler. ‘Vahiy, aramızda ona mı verildi? Hayır, o, yalancı ve şımarığın biridir.’ (dediler).” (Kamer, 54/23-25.) 

Salih peygamberin tebliğinde ısrar etmesi üzerine bu defa kendisinden peygamberliğini doğrulayıcı bir mucize getirmesini istediler. Şayet bu talepleri gerçekleştirilirse o zaman iman edeceklerini söylediler. Hz. Salih de onlara apaçık bir mucize olarak dişi bir deveyi getirdi. Daha sonra da kavminden bir günü deveye, bir günü kendilerine tahsis etmek üzere su içme konusunda belli bir sıraya uymalarını istedi. Kendilerine imtihan olarak gönderilen bu deveye zarar vermemeleri, aksi takdirde ilahi azabın üzerlerine ineceği hususunda onları uyardı: “‘Sen de ancak bizim gibi bir insansın. Eğer doğru söyleyenlerden isen haydi bize bir mucize getir.’ Salih: ‘İşte (mucize) bu dişi devedir; onun bir su içme hakkı vardır, belli bir günün içme hakkı da sizindir.’ dedi. ‘Ona bir kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi muazzam bir günün azabı yakalayıverir.’” (Şuara, 26/154-156.); “Semûd kavmine de kardeşleri Salih’i (gönderdik). Dedi ki: ‘Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir. O da size bir mucize olarak Allah’ın şu devesidir. Onu bırakın, Allah’ın arzında yesin, (içsin); ona kötülük etmeyin; sonra sizi elem verici bir azap yakalar.’” (Araf, 7/73.)

Kendisinin uyarılarını dikkate almayan, kendilerine mucize olarak verilmiş devenin varlığından rahatsızlık duyan bir grup inkârcı deveyi öldürme planları yapmaya başladılar. Onlar arasında bulunan ve rivayete göre Kudâr b. Salif adlı bir kişi deveyi yakalayıp ayaklarını kesti, onunla birlikte hareket eden diğer inkârcılar da kılıçlarıyla onu parçaladılar. Ardından kendilerine korkuttuğu azabı getirmesi için Salih peygambere meydan okudular: “Derken o dişi deveyi ayaklarını keserek öldürdüler ve Rablerinin emrinden dışarı çıktılar da: ‘Ey Salih! Eğer sen gerçekten peygamberlerdensen bizi tehdit ettiğin azabı bize getir.’ dediler.” (Araf, 7/77.)

Salih peygamber onlara üç günün sonunda istedikleri azabın geleceğini haber verdi. (Hud, 11/65.) Yaptıklarının cezası olarak Allah, dördüncü günün sabahında korkunç bir gürültü ve yıldırımların ardından gelen, şiddetli bir sarsıntı ile onları helak etti: “Bunun üzerine onları o (gürültülü) sarsıntı yakaladı da yurtlarında diz üstü donakaldılar. Salih o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: ‘Ey kavmim! Andolsun ki ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ettim ve size öğüt verdim; fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz.’” (Araf, 7/78-79.); “Semûd’a gelince onlara doğru yolu gösterdik ama onlar körlüğü doğru yola tercih ettiler. Böylece yapmakta oldukları kötülükler yüzünden alçaltıcı azabın yıldırımı onları çarptı. İnananları kurtardık. Onlar (Allah’tan) korkuyorlardı. Allah’ın düşmanları, ateşe sürülmek üzere toplandıkları gün, hepsi bir araya getirilirler.” (Fussılet, 41/17-19.)

Bu şekilde Allah’ın kendilerine verdiği nimetlere şükretmeyip üstelik inkârcılıkta ileri giden Semûd kavminden sadece Salih peygamber ve kendisine tabi olan az sayıdaki mümin helakten kurtulurken geri kalanının tamamı helak olmuştur. 

Hz. Salih ve Semûd kavminden hadis ve siyer kaynaklarında da Tebük seferi vesilesiyle bahsedilir. Tebük, Hicaz’ın kuzeyinde ve Medine ile Şam arasında bulunan bir yerleşim alanıdır. Veda Haccı’ndan önce gerçekleştirilen Tebük seferi Hz. Peygamber’in (s.a.s.) iştirak ettiği son askerî faaliyettir. Seferin asıl sebebi Bizans’ın Şam’da bulunan ve kendisine bağlı hareket eden Arap kabilelerini de yanına almak suretiyle kuzeyden Hicaz topraklarına doğru büyük bir saldırı düzenleyeceği haberinin alınmasıdır. Esasında yakın zamanda Rumların Müslümanlar üzerine bir saldırı gerçekleştireceğini tahmin eden Hz. Peygamber (s.a.s.) bu tür haberlerin de duyulması üzerine derhâl sefer hazırlıklarına başlama emri verdi. Ancak harekât zamanı Arap Yarımadası’nda sıcağın ve kuraklığın en yoğun hissedildiği, üstelik hurma hasadının da yapıldığı bir mevsimdi. Dolayısıyla gerçekleştirilen askerî faaliyet Müslümanlar için hem hazırlık safhası hem de tertibi itibarıyla en şiddetli ve en sıkıntılı harekât olmuştur. Nitekim kaynaklarda zorluğu sebebiyle bu sefere “Sâatü’l-Usre” (Tevbe, 9/117.) “Gazvetü’l-Usre” gibi adlar verilmiş, harekete iştirak eden orduya da “Ceyşü’l-Usre” denilmiştir. (Buhari, Meğâzî, 78.)

Müslümanlar sıkıntılı yolculuk sonunda önemli bir problem yaşamadan Tebük’e kadar ilerlemişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.s.) burada yirmi gün beklemesine rağmen ne Rumlardan ne de onlara tabi olan Hristiyan Araplardan herhangi bir grupla karşılaşmamıştır. Hz. Peygamber (s.a.s.) Tebük Gazvesi sırasında ordusuyla birlikte Şam topraklarına doğru ilerlerken  Semûd kalıntılarının bulunduğu Hicr’e gelmiş, askerler Semûd halkının içtiği kuyulardan su içmiş, hamur yoğurup ekmek yapmış ve yemek hazırlamıştır. Fakat Allah Resulü (s.a.s.) hazırlanan yemekleri dökmelerini ve ekmekleri develere yedirmelerini emretmiştir. Daha sonra onları konakladıkları yerden kaldırarak Salih’in devesinin su içtiği kuyunun başına götürmüş, bu davranışının sebebini açıklarken de “Onların yaşadığı felaketin sizin başınıza gelmesinden korktum.” demiştir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 117.) Başka bir rivayette Resul-i Ekrem’in (s.a.s.) Hicr’de bulunduğu bir sırada Hicr halkının başına gelenlerden duyduğu üzüntüyü dile getiren ve yanındakileri bu olaydan ibret almaya teşvik eden sözler söylediği belirtilmektedir. Nitekim Abdullah b. Ömer’den gelen bir rivayete göre Allah Resulü (s.a.s.) Tebük Gazvesi’ne giderken Semûd kavminin yurdu olan Hicr’e uğradığı zaman “‘Kâfirlikle kendilerine zulmetmiş (ve Allah’ın gazabına uğramış) bulunan kimselerin meskenlerine girmeyiniz. Çünkü onlara isabet eden azabın size de isabet etmesinden korkulur. Onların yurtlarına ancak ağlayarak girebilirsiniz.’ buyurdu. Bundan sonra Peygamber başını örttü de o vadiyi geçinceye kadar yürüyüşü çabuklaştırdı.” (Buhari, Enbiya, 17; Meğâzî, 80; Müslim, Zühd, 38.) (Hz. Salih ve Semûd hakkında bkz. Ahmet Güç, Salih, DİA, XXXVI, 32-33; Cağfer Karadaş, Hidayet Rehberleri Peygamberler, Bursa 2013, s. 62-66.)

Editör: Mehmet Çalışkan