Kıbrıs Barış Harekâtı’nda yer almış Diyanet İşleri Başkanlığı personeliydiniz. Vatan ve bayrak uğruna savaşmak nasıl bir duygu, savaş sırasındaki hisleriniz nelerdi?

Vatan uğruna, bayrak uğruna demişsiniz ki ben bunların başına din-i mübin-i İslam’ı, ila-yı kelimetullah idealini eklerim. Şüphesiz bunların hepsi bizim en yüce davamız, ideal ve kutsallarımızdır. Vatan, üzerinde bu idealleri yaşatmanın egemen olduğu yerdir. Çünkü orada Hakk’ı yaşama ve savunma imkânın vardır ve kutsaldır. Akif merhumun dediği gibi: “Sahipsiz vatanın batması haktır, sen sahip çıkarsan bu vatan batmayacaktır.” Bayrak da öyle, en yüce kutsallarımızı temsil ve sembolize eder. Ay yıldız İslam’ı, kırmızı, şerefli şehidin kutsal kanını temsil eder. Bu duygular yüce duygulardır. Savaş sırasındaki hislerimiz bunlardı. Sırf insan öldürmek, toprak elde etmek değildi. Bir taraftan mazlum ve ezilen Müslüman Türk milletini savunmak, diğer taraftan kendimizi şehadete tamamen adamaktı ve adamıştık. Bu duygular o esnada dünya hayatının en üstün duygularıydı. Hatta dünyayı aşmış, ta ahirete varmıştı. Bu görüşümü, bakışımı Allah Teâlâ’nın Âl-i İmran suresinde buyurduğu “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında Allah’ın, lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehit olmamış) kimselere de hiçbir korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine sevinirler.” (Âl-i İmran, 3/169.) ayetindeki şehitlerin nail olacakları yüksek derece ve mutluluklarıyla anlatırım.

Harekât esnasında arkadaşlarınızdan kimi şehit kimi gazi oldu, siz de o gazilerden birisiniz. Gazi olmak ve gazi olarak yaşamak sizde nasıl bir duygu oluşturdu?

Gazi olmak, gazi olarak yaşamak, şüphesiz güzel bir duygudur. Şükrü gerektiren bir makamdır. Çünkü Allah (c.c.) Hucurat suresinde “Müslüman olmalarını bir lütufta bulunmuş gibi sana hatırlatıyorlar. De ki: ‘Müslüman olmanızı bir lütuf gibi bana hatırlatıp durmayın. Tam tersine eğer doğru kimselerseniz sizi imana erdirmesinden dolayı Allah size lütufta bulunmuş oluyor.’” (Hucurat, 49/17.) buyuruyor. Allah nasip etmiştir şükürler olsun, katında kabul olsun, hamdolsun. Belki büyük bir kahramanlık göstermedikse de Allah yolunda biraz ayaklarımız tozlandıysa ne âlâ! Nitekim Nisa suresinin 95, 96 ve 97. ayetlerinde Allah yolunda cihat edenler üstün kılınmıştır. Duygularımız düşünce ve gayretimiz, hak davanın ila-yı kelimetullahın galip olması yüceltilmesiydi. Benim şahsen niyetim ve amacım hep buydu. Zaten aldığım eğitim ve inancım da bunu gerektiriyordu. Uyanık kafa, tam inanç, itikat, akıl ve mantık ölçüleri içinde çok incelikler, hikmet ve güzellikler de gördük. Bunun için illaki bir keramet, bir olağanüstülük aramaya gerek yoktur. Aslında bunlar hep birer keramet, birer lütuftur. Niyet ve istikamet doğru olursa Allah’ın rahmeti, yardımı, galibiyeti de gelir.

Savaş anılarınızdan bahsederken savaş ayetlerini bire bir yaşadığınızdan söz ediyorsunuz. Okuyucularımıza bunlardan kısaca bahsedebilir misiniz?

Kıbrıs Savaşı sırasında aslında çok büyük bir direnişle karşılaşmadık. Biz Kıbrıs’a Girne yönünden girdik ve silahlar patlayınca Rumlar güneye doğru kaçtılar. Onların bu kaçışmalarını görünce Fetih suresinin “İnkâr edenler sizinle savaşsalardı arkalarını dönüp kaçarlar, sonra da ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilirlerdi.” (Fetih, 48/22.) ayeti ile Haşr suresinin “Onlar müstahkem kaleler içinde veya duvarlar arkasında olmadan sizinle toplu hâlde savaşmazlar. Kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın. Hâlbuki kalpleri darmadağınıktır. Bu, onların akılları ermez bir topluluk olmalarındandır.” (Haşr, 59/14.) ayeti aklıma geldi.  Allah Teâlâ’nın, Fetih suresinin “O, inananların, imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine güven indirendir.” (Fetih, 48/4.) ayetindeki sükûnetini üzerime indirdiğini şimdi daha iyi anlıyorum. Zira savaş esnasında düşüncelerinde, kararlarında rahat ve isabetli biriydim. Subay arkadaşlar da bunun farkındaydı ve beni takdir ediyorlardı.

Aradan geçen zamana rağmen unutamadığınız bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?

20 Temmuz 1974’te Kıbrıs’a gittik ve Kıbrıs’ta yaklaşık sekiz buçuk ay kaldık. Bu zaman zarfında tabii ki unutulmaz çok anılar, olaylar yaşadık. Bunlardan birini paylaşayım. Rizeli Yusuf adında çok temiz ve iyi bir asker vardı. İskenderun’da iken bölüğün birincisi seçilmişti ve benim takımımdaydı. Bir defasında bana dedi ki: “Komutanım, herkes hatıra olarak birer tane ganimet malı almış. Ben ve sen bir şey almadık. Biz, canımızı kurtaralım da!” demişti. Ağzım açılmadı ki ona biraz moral vereyim. Demek yazılmış! Yusuf, iki arkadaşıyla birlikte geri tepmesiz topu kullanıyordu. Bu üç kişinin arasında Yusuf nişancıydı. 14 Ağustos’taki ikinci harekâtta taarruza kalkarken bu topla düşman menzillerine bir el ateş ettiler. Topla ateş edildikten sonra tabii topun yerini değiştirmek lazım. Topun yerini değiştirip de tam ikinci defa nişan alırken Yusuf karşı taraftan gelen mermi ile alnından vuruldu. Arkadaşları bana şehit olurken gülümsediğinden bahsetti. Bunu duyunca “Allah bilir, cennetteki köşkünü gördü.” diye düşündüm. Yusuf’un derecesi âlidir. Çünkü şehadet şerbetini içenlerdendir. Yusuf cennetle müjdelendi, Allah bizleri şefaatine nail eylesin.

Editör: Mehmet Çalışkan