Ayşe Nur ÖZKAN
İstanbul Kadıköy Vaizi

Mearic suresinde zaaflarımızdan bahseder Rabbimiz. Terbiye etmediğimiz zaman bizi ümitsizliğe ve isyana sürükleyecek, inancımıza, ahlakımıza ve ilişkilerimize zarar verecek zaaflarımızdan: “İnsan gerçekten çok huysuz, tahammülsüz yaratılmıştır. Başına bir fenalık geldiğinde sızlanıp durur, ama bir nimet geldiğinde ise kimseyi faydalandırmaz.” (Mearic Suresi, 70/19-21)

Günlük hayatımızda çoğu zaman olumsuzluklara odaklanıp dilini şikâyete alıştıran, etrafındaki güzellikleri fark edemeyen sonuçta hem kendini hem çevresini sıkıntıya sokan insanlara şahit oluruz. “Hava çok sıcak, dersler çok zor, iş hayatı çok sıkıcı, çocuklar çok yaramaz, insanlar çok anlayışsız, hayat çok kötü…” gibi cümleler sıklıkla dillerinden dökülüverir. Bunlar etrafımızda çok sık duyduğumuz ya da farkına varmadan sürekli kullanıp alışkanlık hâline getirdiğimiz bir davranış kalıbı ise hem ahlakımızı güzelleştirmek hem de ruh sağlığımızı korumak adına hemen harekete geçmek en doğru olanı. Aksi takdirde her şeyden şikâyet etmek, şikâyet ettikçe de olumsuz olaylarla karşılaşmak makûs kaderimiz oluverir.

Hoşnutsuzluk ifade eden her türlü söz, sızlanma ve yakınmalarımız şikâyet olarak değerlendirilir. Çoğu zaman değişmesini ve düzelmesini istediğimiz durumları söylenerek ifade etmeyi tercih ederiz. Şikâyetlerimiz doğru zamanda, doğru kişiye, doğru şekilde yapılırsa işlevsel bir boyut kazanır, değişimi ortaya çıkarır, sorunlarımızı çözer, çareler üretme şansı sunar bize. Alışkanlık hâline getirdiğimiz her türlü mızmızlanma ise sadece duygusal olarak içimizi boşaltmamızı ve sorunların daha çoğalmasını sağlar. Problemlere çözüm üretememenin ve yakınmalarımıza rağmen aynı durumlarla tekrar tekrar karşılaşmanın ortaya çıkardığı öğrenilmiş çaresizlikler, yaşam tarzımız hâline geldiğinde ise artık elimizdeki güzellikleri de gör(e)memeye başlarız. 
Her olayda zorluk çıkaran, yakınıp sızlanan biri olmak yerine, her zorlukta bir kolaylık bulmak, çözüme odaklanabilmek ne güzel bir karakter özelliğidir. 

Şükür nimeti, şikâyet musibeti çeker!

Her şeyden şikâyet eden yaşlı köylünün hikâyesini bilir misiniz? Elindeki nimetin farkına varmayan sadece yokları anlatıp şikâyeti öğrenilmiş çaresizliğe dönüştüren bir kişinin hayata nasıl baktığını gösterir bize bu kısa hikâye.
Amcanın en önemli özelliği her şeyden şikâyet etmesidir. Hiçbir şey onu memnun etmez. Komşusu, o yaz amcanın bahçesindeki elma ağaçlarının bol meyve verdiğini görür, onu ziyarete gider. Yıllar sonra da olsa ağzından ilk defa şikâyeti bırakıp şükür imalı bir kelime duyacağını ümit eder. Sohbet esnasında, “Bu yıl artık mesut olmalısın çünkü elma ağaçlarının çok iyi ve bol meyve verdiğini görüyorum.” der. Yaşlı köylü yine sitem dolu bir yüz ifadesiyle cevap verir: “Fena değil ama bu yıl geçen yıllarda olan ve hayvanlara yem diye verdiğim çürük elmalar yok!”

Hayata şikâyet penceresinden bakmaya başladığımız anda var olan güzellikleri görme yeteneğimizi de kaybederiz. Zamanla olumsuzluklara odaklanmak alışkanlığımız olur. Üzüntüden, hastalık ve şikâyetten beslenen bir karakterimiz varsa bu durum hem kendimize hem çevremizdeki kişilere sıkıntı olmaktan başka bir işe yaramaz. Elimizdeki nimetleri görememenin yanında çok daha acı bir şekilde var olan nimetlerin de elimizden çıkmasına sebep olur. 

Çözümün parçası olamayan, sorunun parçası olur

Peygamber Efendimiz, her durumdan hayırla çıkmayı başaran kişiyi “mümin” olarak tanımlar. Olumsuzluklar karşısında söylenmek, sürekli şikâyet etmek varlık amacımızın dışında bir hareket tarzını benimsemek demektir. Hayatımız hiçbir sıkıntının, zorluğun bulunmadığı bir yer değildir, karşılaştığımız problemler içerisinde doğru seçimleri yaparak nihai mutluluğa ulaşmaya çalışmak asıl gayemizdir. 
Şikâyetlerimiz istenmeyen bir davranışın ortadan kalkmasına yarıyor, bizi çözüme ulaştırıyorsa yerinde ve anlamlıdır. Sürekli mızmızlanma şeklinde devam eden bir davranış örüntüsüne dönüştüğünde hem şikâyet eden hem de bu şikâyetlere maruz kalanlar için psikolojik ve fizyolojik sonuçlar doğurur. “Etkili olmayan her şikâyet vücudumuzda bir bakteri gibi görev yapar.” der Guy Winch, Şikâyet Terapisi kitabında. Bilim insanları ve nöroloji uzmanları negatif kişiler tarafından bir köşeye sıkıştırılıp sürekli dert dinlemek zorunda kalanları uyarır: “Şikâyet etmek kadar şikâyete maruz kalmak da beyni duyarsızlaştırır.” 

Şikâyete değil hamde, mazerete değil çözüme odaklanabilen kişiler ise kendisiyle barışık, özgüveni ve cesareti yerinde, korkularından arınmış kişilerdir. Yaşamlarının merkezine, güzel ahlakı, sevgi ve saygıyı koyar, kuşkuyu, nefreti ve acziyeti uzaklaştırır. 
Rabbimiz, zorlandığımız, kendi kendimize çözüm bulamadığımız durumlarda doğru davranış modellerini tavsiye edecek kişilerden yardım almamızı ister. Birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin hüsrandan kurtulacağı müjdesini verir. Şikâyetten vazgeçmek kadar, bu sarmal içerisinde dönüp duran ve çözüm üretemeyen kişilere yardım etmek de en güzel sâlih amellerdendir. 

Eğer çözümü yoksa neden şikâyet ediyoruz? 

Şikâyetlerimiz ve sızlanmamız bir işe yarıyor mu? Şimdiye kadar işe yaradı mı? Bundan sonra yarayacak mı? Sürekli mızmızlanma duygusal kaynaklarımızın boşa harcanması anlamına gelmez mi? Bu davranışlarımız rıza-i ilâhiye, Peygamber Efendimizin sünnetine uygun mu?

Sürekli şikâyet etme alışkanlığımız varsa kendimize sormamız gereken sorulardır bunlar. Şikâyetlerimizin, sızlanmalarımızın şimdiye kadar işe yarayıp yaramadığını fark edebilmek değişimin ilk adımıdır çünkü. 

Şikâyette edep

Şikâyet sadece olumsuz olarak gördüğümüz durumlardan yakınma ve içimizi rahatlama değildir. Doğru ve yerinde kullanır, nezaket kuralları içerisinde rahatsız olduğumuz hususları dile getirme becerisini kazanabilirsek ilişkilerimizi ve kişisel yaşamımızı iyileştirmek için bir fırsattır aslında. 

Peygamberlerin hayatları, olumsuzluklarla başa çıkma konusunda verdikleri mücadelenin yanında, sıkıntılarını dile getirirken davranışlarında gösterdikleri nezaket ile de bizim için en güzel örnektir.  

Hastalığının ağırlaştığı en zor dönemlerinde derdini, “Allah’ım, bana bir sıkıntı dokundu.” (Enbiya, 21/83.) cümlesi ile edep içinde ifade eder Hz. Eyüp Peygamber. Âdeta şikâyet olarak anlaşılmasın diye mahcubiyet içinde durumunu açıklama söz konusudur, yaptığı nahif duada. 

Hz. Yakup Peygamber’in çok sevdiği evladını kaybettiğinde şikâyetini en yüce makama ilettiğini öğreniriz Kur’an-ı Kerimden: “Allah’ım, ben derdimi ve hüznümü sana şikâyet ediyorum!” (Yusuf, 12/86.) Benzer bir davranışı, Peygamberimizin Taif seferinden dönerken yüzü yaralı, gönlü kırık, kan revan içinde ellerini açarak yaptığı duada görürüz: “Allah’ım, güçsüz ve çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor görüldüğümü ancak sana arz ve şikâyet ederim.” Problemlerimizi suistimal etmeyeceğini bildiğimiz, içimizi güvenle dökeceğimiz yer, bizi bizden iyi bilen, hiç ummadığımız yerlerden bizi rızıklandıran, karanlıklardan aydınlığa çıkaran Rabbimizdir elbet. 
En yetkili makam!

Editör: Mehmet Çalışkan