Dr. Lamia LEVENT ABUL
DİB Diyanet İşleri Uzmanı

Kâinatın ve mahlûkatın yaratılış sırrı muhabbette gizlidir. Mutlak Varlık’ın kendi cemaline olan iştiyakının neticesinde kâinatın zuhura geldiğini söyler sufiler.  Onlara göre Hak Sübhanehu kendine duyduğu sevgi ile bilinmeyi istemiş ve bizatihi isim ve sıfatlarından kâinatı ve insanı yaratmıştır. O’nun sevgisinin tecellisiyle varlık var olmuştur.  Yine bu tecelli ile Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. (Maide, 5/54.) İbni Arabi’ye göre var olan her şeydeki güzellik Allah’ın (c.c.) Cemil isminin tecellisidir. Bu güzelliklere yönelik muhabbet de yine O’nun Vedûd isiminin tecellisidir. O tüm güzelliklerin yegâne sahibi ve kaynağıdır. Bu sebeple sevilen diğer güzel şeyler O’nun güzelliğini yansıttığından bunlara duyulan sevgi de esasında ilahi bir sevgidir.

Sevginin hakikati tüm güzelliklerin, nimetlerin ve ihsanların kaynağı olan Hak Teâlâ’ya duyulan sevgidir. Yüce Allah tüm yarattıklarına ilahi sevginin tohumunu dercetmiştir. Bu sevgi sebebiyle insan kendini sever. İnsanın kendisini sevmesi hakikatte kendisini yaratanı sevmesi demektir. Çünkü insan varlığının devamını ve kemalini sever. Bu da insanı Hak Teâlâ’nın sevgisine götürür. Kendisini ve Rabbini bilen varlığının devamının ve kemalinin kendisinden değil onu yaratandan olduğunu bilir. İnsanı yoktan var eden, yaşatan, en güzel kıvamda şekillendiren, olgunlaşmaya, iyiliğe ve güzelliğe giden yolları gösteren Yüce Allah’tır.  Yoksa insanın kendi başına ne varlığı olabilir ne de varlığının kemal ve devamı olabilir. Varlıklar içinde kendi başına var olan sadece Hak Teâlâ’dır. O’ndan başka her şey O’nun kuvvet ve kudretiyle vardır. (Gazali, İhya, Bedir Yayınevi, İstanbul 1975, c. 4, s. 538.)

Sevginin en üst derecesi Allah’ı bütün kalbiyle sevmektir. O’na ihlas ve samimiyetle bağlanmak ve kayıtsız şartsız teslim olmaktır. Kulun Allah’a duyduğu sevgi meyil, ihata, hudut gibi şeyler ihtiva etmez. Zira Zat-ı Samediyyet ilhak, idrak ve ihata gibi şeylerden münezzehtir. Muhib, bir çizgi ile ihata edilme tarzında vasfedilmekten ziyade maşukta mahbubun yok olması şeklinde vasfedilir. (Kuşeyri Risale, Dergâh Yayınları, İstanbul 1999, 405.) Sufiler bu şekilde vasfetmeye çalışsalar da esasında aşkın bir tarifi yoktur, o ancak yaşanan ve tecrübe edilen bir hâldir. 

Sevgi üzere yaratılan insanda sevebilme istidadı fıtri olarak vardır. İnsan fıtri olarak kendini, kendisine ve başkalarına iyilik ve ihsanda bulunanı, güzeli ve ahengi sevmeye meyillidir. Kendi yaratılışı ve kâinattaki ahenk ve güzellikler üzerinde tefekkür etmesi insanı hakiki yaratıcıyı bilmeye, tanımaya götürür. Hasan Basri’nin dediği gibi Rabbini bilirse O’nu sever.  Allah’ı sevmek O’nu tanımakla mümkün olur. İnsanlar arasında da bu böyledir. Peygamber Efendimizin insanlar arasındaki muhabbetin oluşması için selamlaşmayı tavsiye etmesi bu hakikatin bir diğer veçhesidir. Çünkü selam, tanışma, bilişme, muarefedir. İnsan kendi varoluşunun, varlığının devamının ve kâinattaki tüm güzelliklerin ve nimetlerin kaynağı olan Rabb’ini tanıdığında O’nu sevmemesi mümkün değildir.  

Allah hakkındaki marifetin muhabbete dönüşmesinin alameti, O’na inanmak, emirlerine itaat etmektir. Cenab-ı Hak Hz. Peygamber’e hitaben şöyle buyurur: “De ki, eğer beni seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” (Âl-i İmran, 3/31.) Esasında Peygamberimize (s.a.s.) itaat Allah’a itaattir. Çünkü O, Allah Teâlâ’dan gelen bir elçidir. O’na itaatsizlik Allah’a isyan anlamına gelir. İsyan olan yerde ise sevgiden bahsetmek mümkün olmaz. Sufiler muhabbeti, kalbin Rabb’in muradı olan şeylere muvafakat etmesi şeklinde anlarlar. Seven sevdiğini razı etmek ister. Bu da ona itaat etmekle olur. 

Allah’ı sevmek O’nun yarattıklarını da sevmeyi gerektirir. İnsan Allah’ı sevdiğinde Allah’ın ahlakı ile ahlaklanır. Böylece mahlûkatı sevmek, iyilik ve ihsanda bulunmak, merhamet etmek gibi Cenab-ı Hakk’ın ahlakı tezahür eder. Çünkü onu da tüm mahlûkatı da yaratan yaratıcı birdir. Allah sevgisiyle dolu bir kalp tüm mevcudata muhabbet ve merhamet nazarıyla bakar. Onlara ikram ve hizmet hâlinde olur. Yaratan hürmetine yaratılana duyulan sevginin tezahürüdür. Yunus’un “Yaratılanı severiz yaratandan ötürü.” demesi bu hakikatin ifadesidir. 

Ancak yaratılanlara duyulan sevginin, Allah sevgisinin önüne geçmemesi gerekir. İnsanoğlu Rabb’inden ve kendi hakikatinden uzaklaştığında yaratılan şeyleri sevmeye meyleder. Dünya nimetlerine bağlanır ve tüm nimetleri lütfeyleyen Yaratan’ını unutur: Kur’an-ı Hâkim’de Rabbimiz: “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasık topluluğu doğru yola erdirmez.” (Tevbe, 9/24.) buyurarak insanı Allah sevgisinin önüne geçecek her türlü sevgi hususunda uyarmıştır. Zira seven sevdiği uğruna her şeyden vazgeçebilmelidir. Esasında muhabbetin hâsıl olması da kulun hiçbir şeye malik olmadığını, mahfiyet ve hiçliğini idrak etmesiyle olur. Var olan her şeyin O’ndan olduğunu idrak edenler en çok O’nu severler. (Bakara, 2/165.)

İnsan Rabb’ini tanıdıkça O’na daha çok muhabbet besler. Muhabbeti arttıkça ibadeti ve itaati de artar. O’na daha çok yakın olmak ister ve farzların yanı sıra nafilelerle O’na yaklaşmaya devam eder. Allah’ı sevmek zamanla O’nun tarafından sevilme nimetini kazandırır. Allah bir kulunu sevdi mi onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli yürüyen ayağı olur. Yani kul Allah’ın görmesini istediği şeyi görür, işitmesini istediği şeyi işitir… Yani kuluna daima razı olduğu işleri yapmayı nasip eder. Allah sevdiği kulunun isteklerini yerine getirir, himayesine alır ve korur. (Buhari, Rikak, 38.) Onlar için korku ve üzüntü yoktur. (Yunus, 10/62.) 

Allah sevdiğini başkalarına da sevdirir. Yer ehli ve gök ehli de Allah’ın sevdiğini severler. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu hakikati bizlere şöyle haber verir: “Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cebrail’e; ‘Allah filanı seviyor, onu sen de sev!’ diye emreder. Cebrail de o kulu sever, sonra gök halkına; ‘Allah filanı gerçekten seviyor; onu siz de seviniz!’ diye hitap eder. Göktekiler de o kimseyi severler. Sonra da yeryüzündekilerin gönlünde o kimseye karşı bir sevgi uyanır.” (Buhari, Bedü’l-halk 6, Edeb 41, Tevhîd 33.) 

Muhabbet öyle bir sırdır ki bütün makamların ulaştığı son noktadır. Onu elde eden tüm hayır ve güzelliklere de nail olur. Acıyı bal, bakırı altın eden, bulanıklığı gideren ve dertlere derman bir simya olarak tavsif eder muhabbeti Hz. Mevlana. Öyleyse bizim de dilimize virt edineceğimiz dua muhabbet duasıdır: “Allah’ım! Sen’den muhabbetini, Sen’i sevenlerin muhabbetini ve Sen’in sevgine ulaştıracak ameli talep ediyorum. Allah’ım! Sen’in muhabbetini bana nefsimden, ailemden, malımdan ve soğuk sudan daha sevgili kıl!” (Tirmizi, Deavât, 72.)
 

Editör: Mehmet Çalışkan