Prof. Dr. Bayram Ali ÇETİNKAYA
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Tevhidin elçisi Hz. İbrahim (a.s.), büyük imtihanların peygamberidir. Zorluklar ve meşakkatler, İbrahim’in duası, Yaradan’ın lütfu sayesinde hayırla neticelenmiştir. 

Rahman’ın kendisine evlat vermesini arzulayan İbrahim’in yakarışı karşılık bulur. Önce Hacer’in İsmail’i, sonra da yaşı ilerlemiş Sâre’nin İshak’ı doğurması İbrahimî peygamber geleneğinin Hz. Muhammed’e (s.a.s.) kadar sürmesini sağlar. 

Yaratan, ihtiyar hâlinde İbrahim’in yakarışını işitir ve karşılık verir. İbrahim, duasının karşılığını veren ve kabul eden âlemlerin Rabbine şükreder. İbrahim’in yakarışı devam eder. Namazını hakkıyla eda edenlerin safında bulunmak duası İbrahim için hayat veren bir iksirdir. Soyunu devam ettirenlerin kulluk, şükür ve ibadetle olması İbrahim’in Rabbinden en büyük dileğidir. 

İbrahim’in imtihanları, yakarışlarının bir sınavıdır. Her dua ve yakarış, İbrahim’i yeni bir imtihan ve mücadeleyle karşı karşıya bırakır. Emin şehir Mekke’ye (Bekke) bırakılan Hacer ve İsmail’in koruyucusu Rahman’dan başkası değildir. “Ey Rabbimiz! Ben zürriyetimden bir kısmını, senin kutsal evinin (Kâbe) yanında tarıma elverişli olmayan bir vadiye yerleştirdim. Bunu yaptım ki Rabbim, namazı kılsınlar. İnsanların gönüllerini onlara meylettir ve çeşitli ürünlerden onlara rızık ver ki şükretsinler.” (İbrahim, 14/37.) İbrahim’in duası, bu bölgenin güvenilir, huzurlu ve bereketli bir yer olmasıdır. Kurak ve çorak topraklarda her türlü meyvenin bulunması isteği tarih boyunca yaşanan bir mucizedir. 

İbrahim’in oğlu İsmail ile ilgili verdiği söz, rüyayla kendisine hatırlatılır. Rahman’la yapılan akit üzerine, İbrahim, oğlu İsmail’i kurban etmekten çekinmez, uzaklardan gelen ilahi sese kulak verir, emri yerine getirmekte tereddüt etmez. İsmail ise emre karşı itaatkâr bir metanet gösterir. İlahi inayet, kurtuluş kurbanının gelmesiyle İsmail hayat bulur, insanlık kurtuluşu yaşar, Hz. Muhammed (s.a.s.) ümmeti tevhidin son halkası olur. 

İki peygamberin inşa ettiği kutsal Kâbe

Mekke’nin bilinen kırk beş ismi bulunmaktadır. Bu isimlerden bazıları şöyledir: Mekke, Bekke, Beled, Ümmü’l-Kura, Belde, Beledü’l-Emin, Salâh, Bâsse, Besâse, Nâse, Nesâse, Hâtime, Re’si, Kusâ, Arş, Arîş, Urş, Kâdis, Kâdisiye, Sübhûha, Haram, Beledü’l-Haram, Mescidü’l-Haram, Mu’taşe, Birre, Ritâc, Ümm, Rahm, Ümm-i Rahm, Ümmü’r-Rahme, Ümm-i Kûsi, Emîne, Ümmü’s-Safâ, Merviye, el-Meşâ’ir, Methafe, Beledetü’l-Merzûka, Tihâme, Hicaz, Tayyibe, Medînetü’r-Rab, Âkır, Fârân. Ayrıca Mekke’nin Müşerrefe, Mükerreme, Müfahhama, Mehâbe, Vâlide, Nâdire, Câmi’a ve Mübareke gibi sekiz adet güzel lakabı bulunmaktadır. (Eyüp Sabri Paşa, Kâbe ve Mekke Tarihi -Mir’ât-ı Mekke, sad. O. Erdem, İstanbul trz, 25.)

Mekke’deki ilahi kutsal eser, İbrahim’in yakarışının bir sonucu olarak inşa olur. Kâbe’nin mimarı İbrahim; yardımcısı, oğlu İsmail’dir. İki peygamberin inşa ettiği kutsal Kâbe, Allah’ın evi Beytullah olur. 

Kadim zamanlarda Mekke’de Kâbe’den yüksek binanın yapılmasına izin verilmezdi. Bu mukaddes binaya, “dört köşeli olduğu” için Kâbe ismi verilmiştir. Kâbe’ye bir de insanoğlunun ziyareti için ilk tesis edilen kutsal bina olduğundan Beyt-i Atîk denilmiştir. (Eyüp Sabri Paşa, Kâbe ve Mekke Tarihi -Mir’ât-ı Mekke, 58.) Kur’an-ı Kerim’de ise bu durum şöyle zikredilir: “Sonra kalan hac fiillerini tamamlayıp temizlensinler, adaklarını yerine getirsinler ve o kadim evi (Kâbe) tavaf etsinler.” (Hac, 22/29.)

Tevhid, Kâbe’den bütün âlemlere yayılır. İbrahim’in yakarışı, kutlu neslinin peygamberler nesli olmasıyla sonuçlanır. Teslimiyet, İbrahim’in Hüda’ya itaatinin tezahürüdür. İbadet ve kulluğun nasıl ve nerede yapılacağı sorusu, İbrahim’in duasıyla cevap bulur. Tövbe ve bağışlanma kapısını gösteren, İbrahim’in yakarışıdır. O yakarış ki merhamet kapılarını açar.

Rahmeti taşıyan peygamberler zinciri, İbrahimî resul ve nebilerle insanlığa ilahi hikmeti ve tevhidi taşır. Kötülük, şer ve şeytan İbrahim’in attığı taşlarla yerle bir olur.

İbrahim’in yakarışları, zürriyetini hikmet, hüküm ve hükümdarlık sahibi yapar. Soyundan gelen nebiler, resuller, hükümdarlar, azizler, sultanlar ve vezirler, yakarışların meyveleridir.

Umut ve mücadele, İbrahim’in karakteridir. Hiçbir şeyin gizli kalmayacağı varlık âlemi, İbrahim için tevhid dünyasıdır. O bilir ki yerde ve göklerde hiçbir şey gizli kalmaz. Gerçek hüküm ve hükümdarlık, Hâkimler Hâkimi’nindir.

Ümitsizlik, İbrahim’in mücadele dünyasında yoktur. O, putperest babası Âzer için bile yakarıştadır. O, sadece ailesi için dua makamında değildir. İnananlar ve tevhid ehli için İbrahim, her daim yakarışını sürdürür. Babası ve onun gibi sapanları, delaletten kurtuluşa ulaştırması için Allah’a yalvarır. 

Arınmış selim bir kalp sahibi İbrahim, babası Âzer için dua eder. Ancak inkarları kesin olanlar için af dilemek peygamberler ve inananlar için uygun görülmeyen bir hâldir. Babasına verdiği söz için İbrahim dua eder. Ancak Allah’a düşman olduğu aşikâr olunca İbrahim, putperest babasından uzaklaşır. İlahi hitap onu över: O “yumuşak huylu ve pek sabırlı”dır.

“İbrahim’de ve ona uyanlarda size güzel bir örneklik vardır; onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: Bilin ki bizim sizinle ve Allah’ı bırakıp da taptıklarınızla bir ilişiğimiz yoktur. Sizi (ve değerlerinizi) reddediyoruz. Sizinle bizim aramızda, siz bir tek Allah’a iman edinceye kadar sürüp gidecek bir düşmanlık ve nefret açıkça ortaya çıkmıştır. Ancak İbrahim’in, babasına ‘Hiç şüphen olmasın bağışlanman için dua edeceğim ama Allah’tan sana geleceklere karşı yapabileceğim bir şey de yoktur.’ demesi başka. Rabbimiz! Sadece sana dayanıp güvendik, sana yöneldik; dönüş de ancak sanadır.” (Mümtehine, 60/4.)

Mekke’ye hayatı ve insanları taşıyan su

Su, hayatı ve insanları Mekke’ye taşır. İlk gelenler Cürhümilerdir… Suyu kullanmak için ruhsat isterler, kimsesiz ancak güçlü kadın Hacer’den… 

Cürhümilerin konaklamasına izin, yalnızlığın giderilmesini ve Medine’nin modeli, Mekke’nin inşasını getirecektir. 

“Suda hak iddia etmemek şartıyla….” Hacer onlara izin verir. Böylece Mekke’nin ilk sakinleri Cürhümiler olur.

Yedi yaşındaki İsmail’in kurban edilme rüyasını, İbrahim görür. Şeytanın İbrahim ve İsmail’e vesvese vermesi, baba ve evladını yollarından ve istikametlerinden geri döndürmez. Tağut ve firavunlarla savaşanları, daha zor bir mücadele bekler, yani onlar nefis ve ruhlarıyla çarpışırlar. Sonuç ve akıbet, inananların olur. Kurtuluş gerçekleşir… Nefis yenilir… İhtiraslar yenilir… Hakikat galip olur.

Mekke tevhidin şehri

Mekke’nin hikâyesi, bir anlamda Âdem, İbrahim, Hacer, İsmail ve kovulmuş İblis’in hikâyesidir. Önemli mekânlar, Harem ve Mescid-i Haram bölgesi, say alanı Sefa Merve arası, Arafat, Meş’âr ve Mina’dır. Semboller: Kâbe, Safa, Merve, gündüz ve gece, gün batımı ve gün doğumu, put, kurban. Elbise ve süs: İhram, tıraş ve saç kısaltma. 

Mekke’de yapılan haccın anlamını kavramak isteyenlerin öncelikle İslam’ı anlamaları ve İslam’daki insanı tanımaları gerekir. 

Haccı, sakinliği reddetmek olarak gören Ali Şeriati, bu ilahi olguyu “Kararsız, tereddütlü ve döngüsel hayattan, tüketim ve üretim, üretim için tüketimden kurtuluş” olarak değerlendirir. Ona göre hac, insanın “Kendi evinden Allah’ın evine, halkın evine hicret” etmesidir. (Ali Şeriati, Hacc, Fecr Yayınları, çev: Ejder Okumuş, II. baskı, Ankara 2009, 26-31.)
Medeniyet yolu: Mekke’den Medine’ye 

Hz. Muhammed (s.a.s.), sonsuz sevgi odağı ve kaynağıdır; çünkü o, “en sevgili” Peygamberdir. Ve ilahi buyrukla “şehirlerin anası Mekke”den, medeniyet inşa etmek için İslam’ın yeni şehri Medine’ye evrensel bir seyahati gerçekleştirir. Yeryüzünün ve tarihin en kadim medeniyeti olan İslam medeniyeti onun elinde şekillenir. O, son peygamberdir; insanlık için ideal evrensel bir liderdir. 

Kureyş’in önde gelen müşrikleri, Allah’ın son resulünü tehdit eder, kendisiyle alay eder, onu hakir görür, sataşır, söver ve kısaca her türlü maddi ve manevi eziyetleri yaparlardı. Hatta işi o dereceye götürdüler ki Medine’ye hicret esnasında evini kuşatarak kendisini öldürmeye teşebbüs ettiler. Ayrıca O’na karşı savaştılar, kanını akıttılar, yaraladılar, arkadaşlarını şehit ettiler. Fakat bütün bunlara rağmen Hz. Peygamber, o günkü şartlara göre çok güçlü bir ordu ile Mekke’ye muzaffer olarak girdiğinde hiç kimseden intikam almadığı gibi azılı müşrikleri bile bağışladı. (Sadık Eraslan, Ekrem Keleş, Güzel Örnek Hz. Peygamber, Ankara 2003, 52.)

Hatta amcası Hamza’nın karnını yarıp ciğerini çıkarıp burun ve kulaklarını koparmış olanlardan bile intikam almayan Hz. Peygamber, Araplar arasında bu tür cani uygulamalar âdet (müsle) olmasına rağmen bunu da kesin bir şekilde yasaklamıştır. (İbn İshâk, es-Sîre, tah: Muhammed Hamidullah, Konya 1981, 314-315.)

Mekke barışı

Arkasından bağışlayıcılığını ifade etmede sözlerin yoksun kaldığı Allah’ın habibi, yüce bir ruh ve asil bir tavırla onlara karşı ilk ve son sözlerini söyler: “Bugün artık hiçbir şeyden sorumlu değilsiniz. Gidiniz, hepiniz serbestsiniz.” (İbn Hişâm, es-Siyretü’n-Nebeviyye, II, 412.) Tüm bu ifadeler, ister istemez okuyucuya “İnsanlık tarihinde düşmanlarına karşı böyle bir muamelede bulunan başka bir lider ve komutan var mıdır acaba?” sorusunu sorduracaktır.

İntikam yerine daima affı tercih eden yüce peygamber, Mekke’nin hâkimiyeti eline geçtiğinde, bu vasfını İslam askerlerine uygulamaları gerekenleri bildiren şu sözlerle ortaya koymaktadır: “Yaralıyı öldürmeyiniz, kaçanı takip etmeyiniz, esiri öldürmeyiniz. Kapısını kapatan emniyettedir.” (Belâzurî, Futûhu’l-Buldân, 55.)

“Mekke’nin savaşla mı yoksa barış yoluyla mı fethedildiği ve topraklarının ganimet gibi dağıtılıp dağıtılmayacağı konusunda farklı görüşler vardır. Bunlardan birincisine göre fetih barış yoluyla gerçekleşmiştir. Hz. Peygamber tarafından Mekkelilere verilen emân ve ilan edilen genel af aynı zamanda barış antlaşmasıdır. Kâbe’nin tazim göreceği ve yüceltileceği gün olarak açıklanan fetih gününde bu antlaşmaya dayanılarak Mekke evleri ve arazisi savaşan gaziler arasında dağıtılmayıp sahiplerinde bırakılmış, hatta muhacirlerin evleri bile onları yurtlarından çıkaranların elinde kalmıştır.” (Nebi Bozkurt&Mustafa Sabri Küçükaşçı, Mekke mad., TDV İslam Ansiklopedisi, c. 28, 2003 Ankara, 555-563.)

Allah Resulü’nün barış, sevgi ve insanlık dolu konuşmasıyla Mekke’nin havası birdenbire değişerek yerini huzur ve sükûnete bıraktı ve günün sonuna doğru Mekkeliler Müslümanlığı kabul ettiler. Hamidullah’ın ifadesiyle Mekkeliler “Başka hiçbir şeyi böylesine derin ve samimi bir şekilde kabul etmemişlerdi. Onlar şimdi mağlup edilmiş ve işgal edilmiş bir şehrin halkı değil haklar ve sorumluluklar konusunda zaferi kazananlarla eşit durumdaydılar.” (Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları, çev: N. Erinç Yurter, İstanbul trz., 89.)

Resulüllah’ın Mekke’nin fethindeki hutbesi

Fetih günlerinde Hz. Muhammed (s.a.s.), Mekke’nin bir barış şehri olduğunu, irat ettiği şu hutbeyle tüm dünyaya ilan etmiştir:

“Huzâa kabilesi, öldürülen bir adamlarına karşılık Mekke’nin fethi yılında, Leys oğullarından bir adamı öldürdü. Bu durum, Resulüllah’a (s.a.s.) bildirildi. Bineği üstüne çıktı, şu hutbeyi okudu: ‘Allah, fili Mekke’ye girmekten alıkoymuştur. Elçisini (s.a.s.) ve müminleri de (Mekkelilere) üstün kılmıştır. Mekke benden önce hiç kimseye helal olmamıştır. Benden sonra kimse için helal olmayacaktır. O, günün yalnızca bir saatinde bana helal kılınmıştır. İşte o, şu saatimdir. Dikeni koparılmaz, ağacı kesilmez. Yitiğini, sahibini arayıp bulmak isteyen dışında kimse alamaz. Kim öldürülürse iki şeyden daha hayırlısını isteyebilir: Ya diyeti alır ya da öldürene kısas uygulanır.” (Muhammed Hamidullah, el-Vesâiku’s-Siyâsiyye (Hz. Peygamber Döneminin Siyasi-İdari Belgeleri, çev: Vecdi Akyüz, İstanbul 1997, 101-102.)

Kan dökülmeden ve bir çığlık bile atılmadan bir günde kalpler ve zihinler tamamen değişmişti ama zaman durmuştu, mekân ise zaten kutsaldı. Ancak onlar hiçbir şeylerini kaybetmeden, esir olmadan hâkim konuma geçmişlerdi.

Fethin hemen sonrasında Bilal, Kâbe’nin üstüne çıkmış ve ezan okumuştur. Bunu gören Mekkeli bir putperest olan Attap İbn Esid, arkadaşlarından birinin kulağına eğildi ve dedi ki: “Tanrıya şükür ki babam şimdi hayatta değil; eğer o bir zencinin kutsal Kâbe’nin tepesine çıkıp bir eşek gibi anırdığını duysaydı bunu asla kabul etmezdi.” Biraz sonra genel affın ilan edildiğini duyan Attab, galeyana geldi ve ani olarak ileri fırladı ve Hz. Peygamber’e yaklaşarak şöyle dedi: “Ben Esid’in oğluyum ve Allah’tan başka Allah olmadığını ve de senin, O’nun elçisi olduğunu tasdik ederim.” Hz. Peygamber şöyle dedi: “Pekâlâ, seni Mekke valisi yaptım.” Biliyoruz ki Hz. Peygamber, askerden hiçbirini Mekke’de garnizon tesis etmek üzere bırakmadan, kısa bir zaman içinde Medine’ye geri dönmüş ve Mekke’nin yönetimini, İslam’ı yeni kabul etmiş bir Mekkeliye bırakmış ve sonra da bundan asla pişman olmamıştır. İşte bu, insanların kalbinin nasıl kazanılacağını göstermektedir. (Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları, 89-90.)

Fetihten sonra Mekke’de değişim toplumsal olmaktan çıkıp bireylere kadar etkisini göstermeye başlamış, Hz. Peygamber’in amcası ve İslam’ın kılıcı Hz. Hamza’yı öldüren Vahşi, fethin akabinde gelerek Müslüman olmuştur. (İbn Hişâm, es-Siyretü’n-Nebeviyye, II, 69-72.)
Şehirlerin anası ve içinde Kâbe’nin bulunduğu Mekke, bütün İslam şehirlerinin atası olmuştur. Bundan dolayı yüzyıllardır Kâbe’den çıkan tevhidin sesi ve ezanın çağrısı insanlığı barışa ve güvene davet etmektedir.

Editör: Mehmet Çalışkan