F. Hilâl FERŞATOĞLU

İstanbul Kadıköy Vaizi

Üç çeyrek asır Müslümanların toplanıp ibadet ettikleri mescit, Şam-ı Şerif’in ihtiyacına cevap veremez olunca VI. Emevi Halifesi Velid b. Abdülmelik aynı yerde büyük bir cami yaptırma kararı alır. Mabed harabesinin batısında bulunan kiliseyi daha büyük bir kilise vadederek Hıristiyanlardan alır ve asırlardır ibadet mahalli olarak kullanılan bu sahanın tamamına devletinin sembolü olacak Emeviyye Camii’ni inşa ettirir. (705-715)

Erken dönem İslam mimarisinin en müstesna örneği olan ulu cami, bir kenarı diğerinin on katı uzunluğunda dikdörtgen bir harime ve büyük bir avluya sahiptir. Eski Roma mabedinin kıble yönüne denk düşen güney duvarı, caminin uzun kenarı olarak düşünülüp tahkim edilmiş, köşelerdeki iki burç minare kaidesi olarak kullanılmış, caminin batı ve doğu duvarları köşelerden itibaren kuzey yönünde inşa edilmiştir.

Şehrin merkezinde bulunan caminin, çevresindeki hareketli sokaklardan ve çarşılardan insanı bir anda soyutlayıp içine alan dört giriş kapısı vardır. Batıdan Hamidiye Çarşısı yönünden Bâbü Berîd, doğudan Bâbü Ceyrûn ve kuzeyden Bâbü’l-İmâre kapıları avluya, Bâbü’z-Ziyâde ise kıble duvarından direk cami içine açılmaktadır.

Çift katlı ve mozaiklerle süslü revaklarla çevrili mermer zeminli avluya Harem-i Şerif’teki gibi ayakkabısız girilir. Geniş avluyu şadırvandan başka iki küçük kubbeli yapı süsler. Bunlardan eski mermer sütunlar üzerine oturtulmuş, sekiz cephesi altın zeminli mozaiklerle bezeli olanı oldukça göz alıcıdır.  Kubbetü’l-Hazne adı verilen bu şirin yapı cami bakım ve tadilatının yapılması, eğitim-öğretim ve din hizmetleri masraflarının karşılanması için kurulan vakıf gelirlerinin muhafaza edildiği bir beytülmal vazifesi görmüştür.

Emeviyye Camii’nin her biri farklı mimari tarzda yapılmış üç minaresi vardır. Temenos Tapınağı’nın doğu burcu üzerine inşa edilen Mi’zenetü İsa, halk arasında ahir zamanda Hz. İsa’nın ineceğine inanılan minaredir. Batıdaki burç üzerine inşa edilen Mi’zenetü’l-Garbiyye, bir odasında İmam Gazali’nin uzlete çekildiği minare olarak meşhurdur. Kuzey avlu revakı üzerinde yükselen Mi’zenetü’l-Arûs (Gelin Minaresi) ise zarif üslubuyla sonraki dönem Emevi mimarisine öncülük etmiştir. Bu minarenin hemen arkasında cami duvarına bitişik bir bahçe içinde Kudüs fatihi Selahaddin Eyyübi’nin türbesi bulunur.

Şam Cami-i Kebiri’nin harimine avludan ana giriş çarpıcı güzelliktedir. Üç kemerin üzerinde yükselen altın zemin üzerine rengârenk mozaiklerle bezenmiş üçgen alınlıklı cephe abidevidir. Cephe mozaiklerinde yüksek ağaçlar, nehirler, evler, köşkler ile belli ki cennet şehir Şam tasvir edilmiştir. Caminin iç ve dış duvarlarında, revaklarında, Kubbetü’l-Hazne’de yer alan bitkisel motifli, şehir ve bina tasvirli mozaikler yer yer tahrip olmuşsa da hâlâ muhteşemdir. Harimin avluya bakan sütunları geometrik desenli mermerlerle kaplanmıştır.

İç mekân kıble duvarına paralel üç sahn sıralı sütunlarla bölünmüş ibadet alanı ile bunları üç kemerli ana giriş kapısından mihraba kadar dik kesen daha yüksek ve geniş bir sahndan oluşur. Her biri oldukça uzun ve yedişer saf tutulabilecek genişlikte olan sahnlar, on sütun üzerine oturan on bir yüksek kemer ve bunların üstünde yer alan alçak kemerler ile ayrılmıştır. Mihrap hizasında, yatay ve dikey sahnların kesiştiği noktanın tam ortasında dört ayağın taşıdığı Kubbetü’n-Nesr yer alır. Caminin üst kısmı kalem işi tezyinatlı ahşap çatı ile örtülüdür. Gün ışığını farklı vakitlerde farklı tonlarla taşıyan vitraylarla süslenmiş 280 civarında pencere iç mekâna renk katar.

Şam Emeviyye Camii, yüzyıllardır sürdürülen bir gelenekle hariminde ve avlu revaklarında çeşitli seviyelerde kurulan ders halkalarıyla meşhurdur. Kaynaklar, ulu mescitte her sabah namazdan sonra Kur’an’ın yedide birinin okunup haftada bir hatmin tamamlandığı “sub‘ meclisleri”, ikindi namazı sonrası Kevser’den Nas’a kadar daha ziyade çocukların devam ettiği “kevseriyye”ler gibi sürekli kıraat, talim, hadis halkalarının ve meşhur âlimlerin katıldığı ilmi sohbet halkalarının bulunduğunu haber verir.

Emeviyye Camii zaman içinde büyük yangınlarla tahribata uğrasa da Selçuklu Sultanı Melikşah ve Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid devirlerinde iki büyük tadilattan geçmiş, ihtişamıyla asırlara meydan okuyan bir mabettir. Şam-ı Şerif’in bu ulu mescidi her devirde dinî ve ilmî hayatın önemli bir merkezi olduğu gibi sosyal ve siyasi hayatın da kalbi olmuştur. İnancımız odur ki onun serin avlu revakları daima Şam halkının mutatları üzere buluşup toplandıkları, sohbet edip Kur’an okuyarak namazı bekledikleri nadide bir mekan olmaya devam edecektir.

Editör: Mehmet Çalışkan