Hilal CEYHAN KÖKSAL

Ankara Çankaya Kur’an Kursu Öğreticisi

“On bir ayın sultanı” olarak andığımız ramazana bu değeri veren bizzat Allah’tır. Ramazan, Kur’an-ı Kerim’de adı anılan tek aydır. O hem “Kur’an” hem de “oruç” ayıdır.

Asr-ı saadette Müslümanlar, ramazan hilali göründüğünde, büyük bir sevince gark olur; bu ayın her gününü ayrı bir özenle ihya etmeye çalışırlardı. Çünkü onlar Peygamber’imizin (s.a.s.) “Kim inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.”(Buhârî, Îmân, 28.) dediğini duymuşlardı.

Peygamber’imiz ramazan ayının faziletini şu sözleriyle özetlemişti: “Ramazan ayının ilk gecesi olunca, şeytanlar ve azgın cinler zincire vurulur, cehennem kapıları kapatılır ve hiçbiri açılmaz. Cennetin kapıları açılır ve hiçbiri kapanmaz. Sonra bir (melek) şöyle seslenir: Ey hayır dileyen, ibadet ve kulluğa gel! Ey şer isteyen günahlarından vazgeç! Allah’ın bu ayda ateşten azat ettiği nice kimseler vardır ve bu ramazan boyunca her gece böyledir.”(Tirmizî, Savm, 1.) 

Günahlardan arınma ayı

Allah bizleri bir ramazana daha eriştirdi. Bedenlerimizi yeme içme ve diğer meşguliyetlerden alıkoyarak dinlendirirken kurulan manevi sofralardan istifade edip ebedî yurdumuz olan ahiret için heybelerimizi doldurma vaktindeyiz.

Ramazan, hayatımızın en bereketli zamanlarından biridir. Kısacık ömrümüze sığan bir yeni bir ömürdür âdeta. İçinde bulunan Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Bu da seksen küsur yıla tekabül eder. Çoğumuzun görmeyi hayal bile edemediği yaşlara erişmiş, üstelik ömrünü Allah’a ibadetle geçirmiş bir müminin sevapları bağışlanır bu gecede bize.  Evveli ve ahiri hayır olan bir aydır ramazan. Allah’ın bize büyük bir lütuf ve ikramıdır.

Bu öyle bir aydır ki ona hürmet ederek gereklerini yapan, günahlarından arınmış olarak ondan çıkar. Bir sonraki ramazana kadar işlediği kusurlar, o ramazanın gerçek anlamda ihyasıyla yine sıfırlanır. Allah’ın bitmek tükenmek bilmeyen rahmetinin bir tecellisidir bu. Yüce Rabbimiz, tüm kusurlarımıza rağmen bizi bağışlamak için yollar göstermektedir.

Peygamber'imiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Büyük günahlardan kaçınıldığı takdirde, beş vakit namaz ile cuma, bir sonraki cumaya kadar ve ramazan diğer ramazana kadar, aralarında işlenen günahların bağışlanmasına vesiledir.”(Müslim, Taharet, 16.)

Ramazan-ı şerif geldiği zaman, başta Hz. Peygamber (s.a.s.) olmak üzer tüm müminleri bir sevinç ve coşku kaplardı. Herkes bu manevi iklimden olabildiğince istifade etmeye çalışır, her anını dolu dolu geçirmeye gayret ederdi.

Resulüllah Efendimiz, ramazan geldiğinde ayrı bir iştiyakla ibadet ederdi. Bol bol Kur’an-ı Kerim okur,  zikir ve tesbihatını arttırır, hayır ve hasenatta bulunurdu. Zaten cömert bir yapıya sahip olan Resul-i Ekrem’in cömertliği bu ayda had safhaya ulaşırdı. Onu gören Müslümanlar da büyük bir içtenlikle çevrelerine faydalı olmaya çalışır, var güçleriyle Allah’ın rızasını kazanmak için uğraşırlardı. Çünkü Resulüllah sürekli bu ayın faziletlerinden bahsederek müminlerin ramazanın her hayrından istifade etmesini isterdi.

Oruç bir kalkandır

Tüm ibadetlerin bizi onaran bir yönü vardır. Oruç ise bunlardan en tesirli olanıdır. Peygamber'imiz, orucun bu yönüne işaret ederek şöyle demiştir:  “Oruç bir kalkandır. Oruçlu, saygısızlık yapmasın, ahlaksızca konuşmasın. Eğer biri kendisiyle dövüşmeye veya sövüşmeye kalkışırsa, iki defa, 'Ben oruçluyum.' desin. Bu canı bu tende tutan Allah'a yemin ederim ki oruçlunun (açlıktan dolayı değişen) ağız kokusu Allah nezdinde, misk kokusundan daha hoştur. (Allah, oruçlu için şöyle buyurur): O, yemesini, içmesini ve cinsel isteklerini benim için terk ediyor. Oruç benim içindir. Onun mükâfatını ben vereceğim. Bir iyiliğe ise on misli ecir vardır.” (Buhârî, Savm, 2.)

Orucun kalkana benzetilmesi manidardır. Öncesinde ve sonrasında kullanılan ifadelerle bu kalkanın hem içimizdeki hem de dışımızdaki düşmanlara karşı olduğu anlaşılır. Yani oruçlu kişi, kendi nefsinin şerrinden, sonu gelmez kuvvetli arzularından ve şeytanın vesveselerinden korunmuş olur. Kazanılan bu hassasiyetle oruç tutan kişi, dünyada günah ve kötülüklerden, ahirette ise cehennem azabından beri olur.

Resulüllah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Yalanı ve yalana göre hareket etmeyi terk etmeyenin yemeyi içmeyi bırakmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur!” (Buhârî, Savm, 8.)

“Oruç tutan nice kimseler vardır ki oruçtan nasibi sadece aç kalmaktır. Geceyi ibadetle geçiren nice kimseler vardır ki kıyamdan nasibi sadece uykusuz kalmaktır.” (İbn-i Mâce, Sıyâm, 21.)

Yeme içmenin kesilmesi, zaten insanda bir sakinlik hâli oluşturur. Buna manevi destek de eklenince oruçlu kişi tam bir sükûnet hali yaşar. Bu da günümüz insanının en çok ihtiyaç duyduğu şeylerden biridir.

Oruç, somurtkanlığa ve gergin bir ruh haline sebep olmamalıdır. Orucun hakkıyla tutulmasıyla ele geçirilebilecek büyük fırsatlar, bu tip olumsuzluklarla heba edilmemelidir. Hakkı verilerek tutulan her oruç bize iyi hasletler kazandırır.

İnfak ayı ramazan

Dostları, Peygamber Efendimizin ramazandaki hâlini “Esen rüzgârdan daha cömert olurdu.” diye anlatırlar. Bu ayda Allah’ın rızasını kazanmanın en kolay yollarından biri de infaktır. (Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 5; Müslim, Fezail, 50.)

Selman-ı Fârisi hazretlerinin anlattığına göre Peygamber'imiz ramazan ayı için şöyle demişti: “Bu ayda müminin rızkı artar. Kim bu ayda oruç tutan bir mümini iftar ettirirse bu, günahlarının bağışlanması ve cehennem ateşinden azat olmasına vesile olur, iftar verdiği kimsenin oruç ile kazandığı kadar sevap kazanır, oruç tutanın sevabında da eksilme olmaz. Sahabeler: Ey Allah‘ın elçisi! Hepimiz iftar verecek güce sahip değiliz ki, dediler. Bunun üzerine Peygamber'imiz: Allah, bu sevabı bir tek hurma veya bir bardak su veya bir içimlik süt ikramı ile de verir, buyurdu. Konuşmasına şöyle devam etti: Ramazan, evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennem ateşinden kurtulma ayıdır. Kim bu ayda işçisinin / hizmetçisinin işini hafifletirse, Allah onu bağışlar ve cehennem ateşinden azat eder. Ey insanlar! Ramazan ayında dört şeyi çok yapın. Bunlardan ikisi ile Rabbinizi razı edersiniz. Diğer ikisine ise sizin ihtiyacınız var. Rabbinizi razı edeceğiniz şeyler; kelime-i şahadet ve tevbe-i istiğfardır. Sizin muhtaç olduğunuz iki şey ise, Allah‘tan cenneti istemek, cehennemden O‘na sığınmaktır. Kim oruç tutan bir mümine su ikram ederse, Allah da onu benim (Kevser) havuzumdan içirir. Bu havuzdan içen cennete girinceye kadar bir daha susamaz.” (Münzirî II,94-95.)

Bu ayda yapılan iyiliklerin sevabının kat kat olması, bizi iyilik yapmaya teşvik eder. Bir kişiye iftar ettirmenin yahut ona iftar edebileceği bir ikramda bulunmanın karşılığı onun tüm gün tuttuğu orucun sevabından nasipdar olmaksa bu kazancı kim kaçırmak ister?

Bu ay, infak ayıdır. İmkânımız el verdiği ölçüde, etrafımızdaki ihtiyaç sahiplerine kol kanat germek ve kardeşlerimizin dertlerine derman olmak önceliğimiz hâline gelmelidir. Zaten orucun bize kazandırdığı en güzel hasletlerden biri, merhametimize galebe getirmesi ve kalbimizi yumuşatmasıdır.

Açlık ve susuzlukla terbiye ettiğimiz nefsimiz, Peygamber'imizin işaret ettiği güzel vasıflarla donandığında hâlden anlar hâle gelir. Önceden fark etmediğimiz ihtiyaç sahiplerini ya da etrafımızda nelerin ihtiyaç hâline geldiğini bu sayede fark ederiz.

Allah Teâlâ, ramazan ayında kullarını hayra teşvik ederken bayram öncesi tüm müminlerin aynı coşkuyu yaşamaları için fıtır sadakası verilmesini istemiştir.

İbn Abbâs (r.a.) şöyle demiştir: “Resulüllah (s.a.s.) hem oruçluyu işlediği faydasız fiillerden ve söylediği kötü sözlerden temizlemek hem de fakirlere gıda temin etmek üzere fıtır zekâtını farz kıldı. Artık kim bunu bayram namazından önce öderse,  o makbul bir zekâttır. Kim de bunu bayram namazından sonra öderse, o sadakalardan bir sadakadır.” (Ebu Dâvûd, Zekât, 18; İbn Mâce, Zekât 21.) Yani fıtır sadakası, orucun eksiklerini tamamlayan bir ibadettir. Fitreden maksadın, fakir müminlerin bayram günlerinde ihtiyaçlarını karşılaması olduğu düşünülerek bayramdan önce eda edilmesi daha uygun görülmüştür.

Geceleri aydınlatan ibadet: Teheccüd

Peygamber’imiz (s.a.s) bir yolculuk sırasında Muâz b. Cebel’e, “Sana hayır kapılarını bildireyim mi?” diye sormuş ve şöyle eklemiştir: “Oruç bir kalkandır. Sadaka suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları söndürür. Ve (hayır kapılarından) biri de kişinin gece kalkıp namaz kılmasıdır.” Ardından da şu ayet-i kerimeyi okumuştur: “Onlar, korkarak ve ümit ederek Rablerine ibadet etmek için yataklarından kalkarlar. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de Allah için harcarlar. Hiç kimse, yapmakta olduklarına karşılık olarak, onlar için saklanan göz aydınlıklarını bilemez.” (Secde, 32/16.)

Gecelerin ihyası, manevi gelişimimiz için çok önemlidir. İsra suresinin 79’uncu ayetinde şöyle buyrulmaktadır: “Gecenin bir kısmında da uyanarak sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere teheccüd namazı kıl ki, Rabbin seni Makâm-ı Mahmûd'a ulaştırsın.” Burada hitap, Peygamber Efendimizedir. Onun makamı, herkesin üstünde olmasına rağmen, gece namazı sayesinde daha üst bir makama ereceğinden bahsedilmektedir.

Peygamber Efendimiz, teheccüd namazını terk etmezdi. Cemaatle namaz kılarken, insanları usandırmamak düşüncesiyle namazlarını kısa tutar; kendi başına kıldığı namazlarını –ayakları şişecek kadar- uzun kılardı. Peygamberimizin teheccüd vaktinde kıldığı namazlarından bahsederken eşi Hz. Aişe, “O namazların güzelliğini ve uzunluğunu sorma” diye anlatırdı. (Buhâri, Menâkıb, 24.)

Ramazanın en güzel taraflarından biri de bu zamanları uyanık geçirmemizdir. Sahur için ayakta olduğumuz saatleri teheccüdle taçlandırmak ne kadar güzel olur. Eğer azmedersek sahur bereketi, bu alışkanlığı kazanmamızda bize katkı sağlayacaktır. Belki de bu alıştırmalar sayesinde teheccüd gibi kıymetli bir sünnet, hayatımıza dâhil olmuş olur. 

Ramazan-ı şerifimiz mübarek olsun, Allah bizi nice ramazanlara eriştirsin…

Editör: Mehmet Çalışkan