Söyleşi: Dr. Lamia LEVENT ABUL

Ailenin varlığı Kur’an’ın ifadesiyle “Cenab-ı Hakk’ın varlığının ve kudretinin delillerinden birisidir.” Ferd ve Ehad olan, eşi ortağı bulunmayan Rabbimiz, insanı bir eşle beraber yaşayacak şekilde yaratmıştır. Rabbimiz Samed’dir. Hiç kimseye muhtaç değildir ama herkes O’na muhtaçtır. İnsan ise bir eşin kendisine sağlayacağı maddi ve manevi desteğe, ailenin huzuruna, çocukların sevgisine, anne-babanın ilgisine muhtaçtır. Dolayısıyla aile, Rabbimizin eşsiz ve benzersiz kudretiyle insana sunduğu nadide bir nimettir. Aynı zamanda aile, insan için bu dünya hayatında hazırlanmış imtihan alanlarından birisi, belki de en önemlisidir. Hem nimet hem de imtihan olması açısından dinimiz ailenin varlığı ve korunması konusunda hassasiyet gösterir.

Aile hayatına çok önem veren İslam dini, sadakat, adalet ve ihsan gibi ahlaki değerlerle onu ihata edip koruma altına alıyor. İslam ve aile arasındaki bu ilişki hakkında neler söylemek istersiniz?

Aile, zaman ve mekân fark etmeksizin bütün toplumlar için hayati değere sahiptir. Toplumun temel taşıdır ve kurulmasında da sürdürülmesinde de özeni hak eder. Her ne kadar nikâh hukuki bir sözleşme ise de ve aile fertlerinin birbirlerine yönelik hukuki anlamda hak ve sorumlulukları bulunmaktaysa da aslında ailenin temelini ahlaki bağların oluşturduğunu söylemek yanlış olmaz. Çünkü aile, ahlaki erdemleri göz ardı ederek, bir şirket misali, sadece hukuki ilişkilerle yürütülecek soğuk bir yapı değildir. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim’de Rum suresinde “kendileriyle huzur bulalım diye” Allah’ın bize eşler yarattığından bahsedilirken, eşlerin arasında “sevgi ve merhamet” bağları örüldüğü ifade buyrulur. Nikâhla birbirine eş olan kadın ve erkeğin bir aile içinde huzur bularak yaşamasını temin eden husus, muhabbettir, şefkattir yani hukuki olmaktan ziyade ahlakidir. O hâlde, sadakat, adalet, ihsan gibi her türlü ahlaki iyilik ailede var olmalı, beslenmeli, güçlendirilmelidir.

Yüce Rabbimizin en güzel örnek olarak tavsif ettiği Sevgili Peygamberimiz, aile hayatıyla da hepimiz için örneklik teşkil ediyor. Efendimizin aile hayatından söz eder misiniz?

Peygamberimizin aile hayatını onun hayat bütününden ayrı düşünmek mümkün değildir. Bunu şu yüzden söylüyorum: Peygamberimizin yaşam modeli, sünneti bir bütündür. Bu sünneti oluşturan tek tek her bir yaşam alanı, yapbozun parçaları gibi birbirini tamamlar ve esas bir zemin üzerinde oturur. İşte bu zemin, Peygamberimizin düşünce dünyası, tabir caizse mantalitesidir. Onun her bir davranışının arkasında o davranışa yön veren güçlü bir zihniyet vardır. Peygamber Efendimizin zihniyetini ve hayata bakışını bir sabit değer olarak kabul ettiğimizde bunun farklı alanlardaki tezahürlerinden birisi de aile hayatıdır. Peygamberimizin farklı kişiliklere sahip eşleri olmuş, her biriyle aynı ahlaki zeminde ve aynı duyarlıkta bir iletişim geliştirmiştir. Dolayısıyla Peygamberimiz hayatın her alanında ne kadar adilse aile yaşantısında da o kadar adildir. Dışarıda adaleti savunurken, aile içinde adaletten mahrum ve zulme kapı aralayan bir tavır sünnete uygun olamaz. Benzer biçimde, Peygamberimiz nasıl âlemlere rahmet olarak gönderilmesinin gereği, her canlıya karşı merhametli ise aile bireylerine karşı da öyle şefkatli, merhametli, insaflı ve nezaket sahibidir. Aile dışında nezaket ve merhamet numunesi olarak dolaşırken aile içinde öfke ve şiddet estirmenin sünnete uygun bir tavır olması düşünülemez. O hâlde bize düşen, Allah Resulünün sünnetinde yer alan sabiteleri iyi tanımak, kavramak ve bunları onun örnekliğinde olduğu gibi aile hayatımıza da yansıtmaktır.

Medeniyetlerin çekirdeğini teşkil eden ailenin günümüz itibarıyla bir tehlike altında olduğunu düşünüyor musunuz? Son yıllarda evlilik kurumunun sarsıldığına dair yorumları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Doğrusu modern hayat insana bencillik, özgürlük adına sorumsuzluk, daimi bir talepkârlık, akıldan ziyade arzu ve isteklerin peşinde koşmak gibi birtakım kötü tutum ve davranışlar teklif ediyor. Aile ise bencilliğe gelemez, paylaşım ister. Devamlı talep etmeyi ve hak peşinde koşmayı değil, daha ziyade fedakârlığı ve sorumluluk üstlenmeyi gerektirir. Keyfî istekleri değil, ihtiyaçları önceler. Dolayısıyla aslında modern dünyanın üretmeye çalıştığı insan modeli, aile kurumuna uygun görünmemektedir. Peki, ailenin önemine yürekten inanan bizler, modern hatta postmodern dünyanın insanları olarak nasıl bir konum alacağız? İçinde bulunduğumuz şartlarla dinimizin ve kültürümüzün değişmez değerlerini kıyaslayacağız. Değişime ve dönüşüme açık alanlarda ailemize yeni bir yön verebiliriz ama sabitelerimizi koruyacağız. Çekirdek aile olarak yaşasak bile geniş ailenin sahip olduğu etkileşimi, dayanışmayı, ruh birlikteliğini kaybetmemek adına akraba ilişkilerimize emek vereceğiz. Elbette günü yakalamak durumundayız ama ailemizi zamanın getirileri ve dayatmalarıyla değil, inancımızın ve ahlakımızın gerekleriyle şekillendirmek için çaba göstereceğiz.

Bugün maalesef ailelerin karşı karşıya kaldığı sorunların başında aile içi iletişimsizlik ve şiddet geliyor. Şiddet kimi zaman fiilî kimi zaman sözlü kimi zaman da psikolojik olarak karşımıza çıkabiliyor. Hz. Peygamber rehberliğinde konuya yaklaşırsak; aile bireyleri bu tür olumsuzluklarla nasıl mücadele etmeli ve korunmak için nelere dikkat etmeli?

Peygamberimizin yaşam modelinde ve zihniyetinde merhametin esas olduğunu söylemiştim. Rahmet Elçisi olan Peygamberimiz hem sözlü hem de fiilî sünneti ile şiddetin karşısında yer almıştır. Aile içinde kadınla ve çocukla ilişkide merhametli olma konusunda döneminin yaygın davranış kalıpları dışında hareket etmiştir. Aişe annemizin ifadesiyle “Hayatı boyunca ne bir kadına ne de bir hizmetçiye bir tek tokat bile atmamıştır.” Dolayısıyla sünnete ittiba etmek, şiddetten uzak durmayı gerektirir. Burada şiddetin bir kul hakkı ihlali olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Bir insan, eşine ya da evladına duyduğu öfkeyi, onlarla yaşadığı anlaşmazlığı şiddete dönüştürdüğünde, hakaret ettiğinde, beddua okuduğunda, vurduğunda onun sadece bedenini değil, çok daha önemlisi, ruhunu örseler. Bu durum hem kanuni olarak suç hem de ahlaki bakımdan vebaldir.

Aile içinde merhamete dayalı bir iletişim tarzı geliştirmek, kadın ya da erkek, çocuk ya da yaşlı herkes için son derece önemlidir. Çünkü şiddet ve gerilim olan bir evde, herkes kendisini güvensiz ve huzursuz hissetmektedir. Aile içinde huzuru ve emniyeti yaşayamayan insanın, hayatının diğer alanlarında mutlu ve başarılı olması çok zordur.  Diğer yandan merhamete ya da şiddete dayalı bir yaşam tarzının ilk eğitiminin alındığı yer ailedir. Anne kucağında şefkati tadan yavru, yıllar ilerledikçe anne ve babasının davranışlarını izleyerek ve örnek alarak ya merhameti ya da şiddeti benimser. Bu yüzden aile içinde eşlerin ve çocukların birbirlerine karşı merhamet odaklı bir ilişki tarzı geliştirmeleri toplumun geleceğini etkileyecek kadar önemlidir. Yeni nesillere merhamet de şiddet de aile yoluyla taşınmaktadır.

Ailenin çocuk eğitimindeki rolü ve çocuğu geleceğe hazırlama sorumluluğu hakkında neler söyleyebiliriz?

Aile, hiç şüphesiz çocuğun ilk eğitim yuvasıdır. İyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı, güzeli çirkini çocuk ailesinde öğrenmeye başlar. Dinini, ahlakını, kültürünü, gelenek ve göreneklerini ailede tanır. Çocuk sadece dinledikleriyle değil, gördükleriyle de öğrenir. Alışkanlıkların, hassasiyetlerin, hatta takıntıların ve korkuların temeli aile ortamında atılır. Dolayısıyla ailenin çocuk için 7/24 devam eden bir eğitim programı sunduğunu unutmamalıyız. Bir örnek vermek gerekirse ailede herkesin başını yastığa güven içinde koymaya ve güne güvenle başlamaya ihtiyacı vardır. Emanet ehli olmak yani özü sözü bir, dürüst ve güvenilir bir kişiliğe sahip olmak ailede öğrenilir. Çocuk hem kendine güvenmeyi hem bir diğer insana güven duymayı hem de başkalarının kendisine güvendiği bir kimse olmayı ailede öğrenir. Güvenin en büyük düşmanları ise yalan ve şiddettir. Aile içinde hem eşlerin birbirleriyle olan ilişkisi hem de anne-baba-çocuk bağı, şiddetten, yalandan, sadakatsizlikten ve hileden dolayı ağır yara alır. Oysa bizim Peygamberimiz, hayatı boyunca hiçbir çocuğu tartaklamayan, azarlamayan, dövmeyen, sövmeyen, incitmeyen, kısacası güvensizlik oluşturmayan bir insandır. Onu örnek alan bir aile hayatı, dürüst ve emin bireylerden oluşan, birbirine güvenen bir yuva demektir. Bu da çocuğun eğitimine yansıyacaktır. Peygamberimiz “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı davranandır.” (Tirmizi, Menâkıb, 63.) buyuruyor.

Son olarak aile bağlamında hayırlı Müslüman tanımlamasına dair neler söylemek istersiniz?

Her nimet gibi aile sahibi olmanın da bir külfeti, sınırları ve sorumlulukları vardır. Birbirine bu kadar yakın mesafede yaşayan, aynı sofraya oturup aynı gündemi paylaşan insanların elbette anlaşamadıkları zamanlar da olacaktır. Bazen öncelikler çatışacak, ihtiyaçlar yarışacaktır. Bazen fikirler uyuşmayıp düşünceler ters köşelere savrulacaktır. İşte böyle zamanlarda bütün olumsuzluklara rağmen aile içinde saygıyı, insafı ve merhameti elden bırakmamak “en hayırlı Müslüman” olmak demektir.

Doğrusu, canımızı sıkan durumlar karşısında çoğumuz iş yerinde, alışverişte ya da okulda daha sabırlı, daha nazik, daha hoşgörülü olabiliyorken aile arasında aynı sabrı ve nezaketi gösteremiyoruz. Olay aynı bile olsa, tepkilerimiz aynı olmuyor. Ev içinde sanki maskemizi çıkarıyor, öfkemize dur demeden, ne dediğimizi düşünmeden etrafa mutsuzluk dağıtabiliyoruz. Hâlbuki şu kısacık hayatta ailemizden daha fazla bizi düşünen, bizim için emek veren kimse de yoktur. Bizim iyi davranışımızı, vicdanlı ve sağduyulu tepkilerimizi en çok onlar hak eder. Bu yüzden Sevgili Peygamberimiz, en hayırlı Müslüman olma vasfını, ailemize karşı gösterdiğimiz güzel davranışlara bağlamıştır. Tabir caizse “El iyisi, ev delisi!” diye anlatılan insanların “hayırlı Müslüman” olma şansı yoktur. Ailemize karşı hoşgörülü, sabırlı, affedici, onarıcı olmak için gayret sarf etmemiz, her hâl ve şartta iyilikten ödün vermememiz gerekiyor.

Editör: Mehmet Çalışkan