Doç. Dr. Muhammet OKUDAN
Gaziosmanpaşa Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Tarih boyunca insanlar sosyal ve ontolojik sebeplerden dolayı hiçbir zaman zekâ, beden ve mali imkânlar açısından birbirine tümüyle eşit olamamıştır. Belli imkânlara sahip olanlarla bu olanaklardan yoksun olanlar arasındaki dengenin korunarak birbirinden kopmaması için en önemli faktör karşılıklı yardımlaşmayı sağlayan vakıflar olmuştur. Sözlükte durdurmak, alıkoymak anlamlarına gelen vakıf, terim olarak bir mülkün sahibi tarafından dinî, sosyal ve hayri bir amaç için sonsuza kadar tahsisi şeklinde ifade edilen, hukuki bir işlemle kurulan ve İslam medeniyetinin önemli unsurlarından birini teşkil eden hayır müessesi olarak ifade edilebilir. Bu müesseseler İslam medeniyetinde, vahyin başlangıcından Osmanlı Devleti’nin son dönemine kadar ekonomik, sosyal ve kültürel hayatta önemli rol oynamışlardır. Geniş İslam coğrafyasında gerek yönetici sınıf gerekse reaya devletin devamlılığı ve halkın refahı için vakıfları vazgeçilmez bir kurum olarak görmüşler, toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için çeşitli vakıflar kurmuşlardır. Osmanlı Devleti zamanında ise vakıf müessesesi düşüncede ve uygulamada geliştirilmiş ve zamanın şartlarına özgü yeni vakıf modelleri ortaya çıkarılmıştır. Buna bağlı olarak yeni vakıf anlayışı çerçevesinde geliştirdikleri kurumlarda, gerek Osmanlı şehirlerinin gelişmesinde gerekse günlük hayatın işleyişinde birçok yenilikler yapmışlardır. Yapılan bu yenilikler vakıfları “yardım sandığı” hüviyetinden çıkartarak bu eserleri ekonomik, sosyal, dinî, kültürel ve siyasi hayatın vazgeçilmez kurumları hâline getirmiştir. Bir çocuk vakıf bir evde doğar, vakıf bir beşikte sallanır, vakıf mallardan yer içer, vakıf kitaplarından okur, vakıf bir mektepte hocalık eder, öldüğü zaman vakıf bir tabuta konulur, vakıf bir mezarlığa gömülür şeklinde anlatılan bu vakıflaşma hareketine toplumun çeşitli kesimlerinden erkek ve kadınlar katılmış ve hayırseverlikte birbirleri ile yarışmışlardır. 

Kadınlar tarafından kurulan vakıflar incelendiğinde eğitim ve öğretim hizmetleriyle ilgili vakıflar başta olmak üzere dinî kurum ve hizmetler, sağlık ve sosyal hizmetler, bayındırlık ve beledi hizmetlere yönelik vakıflar kurdukları vakfiyelerden tespit edilmiştir. Eğitim öğretim hizmetleri denince akla ilk medrese ve mektepler gelmektedir. Osmanlı kadınlarının eğitim kurumları inşa etmeleri ya da var olan eğitim kurumlarının çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak için tasaddukta bulunmaları onların şefkatini, merhametini, eğitimli bir nesil yetiştirme bilincinde olduklarını göstermektedir. Günümüze ulaşabilen bu yapılar incelendiğinde şehirlerin mimarisine katkıda bulundukları, estetiği, letafeti, zarafeti, kısaca kadın ruhunun tüm inceliklerini bu eserlere ilmek ilmek işledikleri gözlemlenmektedir. 

Hanedan kadınlarının kurdukları vakıflar

Osmanlı hanedanının kadın üyeleri, devletin kuruluşundan yıkılışına kadar vakıfların ve hayır kurumlarının kurulmasında öncü bir rol üstlenmiştir. Valide Sultan ve Hanım Sultan vakıfları, bu ailenin cömertliğinin sıradan bir göstergesi olmuş, halkın gözünde yöneticilerin prestijlerini ve meşruiyetlerini artırmıştır. Bu vakıflar incelendiğinde aslında her birinin birer medrese ve mektep de içeren külliyeler olduğu görülmektedir. Vakfiyelerde kimlerin hangi şartlarla müderris ya da muallim olacağı, ne kadar maaş alacağı, öğrencilerin sayısı, nasıl seçileceği, kendilerine ne kadar burs verileceği, hangi derslerin okutulacağı, sabah ve akşam yemeklerinde ne yenileceği gibi konular belirtilmiştir. 
Hafsa Hatun Manisa’da on odalı bir medrese ve bir mektep inşa ettirip vakfetmiştir. Medreseye, ilme ve öğrenmeye hevesli on öğrenci alınmasını ve bu öğrencilere ders vermek üzere zeki, müfredattaki derslere hâkim ve problem çözme yeteneğine sahip bir müderrisin atanmasını istemiştir. Müderris geçerli bir mazereti olmadığı sürece dersleri aksatmayacak ve öğrencileri donanımlı bir şekilde yetiştirecektir. Öğrenciler medresede kendilerine tahsis edilen odalarda geceleyecek, yeme içme ihtiyaçları imaretten karşılanacak ve bütün öğrencilere günlük iki dirhem burs verilecektir. İnşa edilen mektebe ise eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması için öncelikli olarak yetim ve fakir öğrenciler kaydedilecek ve bu öğrencilerin de giyim masrafları vakıfça karşılanacaktır. Vâkife, bunları sadece  vakfın şartına koymakla kalmamış eğitim öğretim faaliyetlerinin vakıf şartlarına uygun olarak yapılıp yapılmadığını denetlemek için bir de noktacı tayin etmiştir. 

Hürrem Sultan, Haseki semtinde bir medrese ve bir mektebin de olduğu külliye inşa ettirmiştir. Medresede nasıl bir eğitim verilmesi istediği vakfiyede ifade ettikten sonra şefkatin timsali olan kadınların bir ferdi olarak şu şartların yerine getirilmesini istemiştir: Güzel vasıflara ve iyi ahlaka sahip bir muallim mektebe atanacak; Müslüman çocuklara iyi bir eğitim verecek, onlara şefkatli davranacak, aralarında hiçbir fark gözetmeksizin hepsine kendi evladına baktığı gözle bakıp samimi bir dost hatta müşfik bir baba gibi davranacak, talim ve terbiye kurallarına riayet edecektir.

Nurbanu Sultan Üsküdar’da içinde bir medrese de bulunan Atik Valide Külliyesi’ni Mimar Sinan’a yaptırmıştır. Vakfiyede Nurbanu Sultan’ın, ilme, bilgiye, eğitim öğretim faaliyetlerine önem verdiğinin göstergesi olarak bu medreseyi inşa ettiği yazmaktadır. Vâkife, halk nezdinde itibarlı ilim adamlarının yetiştirilebilmesi için fen, sosyal ve din bilimleri konusunda kendisini yetiştirmiş, toplumda ilim ve irfanı ile ön plana çıkmış birisinin müderris olarak atanmasını şart koşmuştur. Bu müderriste aranan ilginç bir şart daha vardır, o da müderrisin herkesçe sevimli bulunan bir dış görünüşe sahip olmasıdır. 
Bezmialem Valide Sultan da kurduğu vakıf kütüphane ve eğitim kurumlarıyla ön plana çıkmıştır. Sultan II. Mahmud Türbesi’nin arkasında yaptırdığı, devlet dairelerine memur ve Darülfünun’a öğrenci yetiştiren Darülmaarif (Valide Mektebi), Beykoz Çubuklu’da yaptırdığı Bezmialem Valide Mektebi, Edirnekapı Molla Aşki Mahallesi’nde yaptırdığı Bezmialem Sıbyan Mektebi, Darülmaarif Mektebi’nin yanında yaptırdığı Yeşil Mektep olarak da bilinen Bezmialem Sıbyan Mektebi onun vakıf eserlerinden sadece birkaçıdır.

Hayırsever kadınların, zamanın şartlarına ve bugünkü anlamda pedagojik formasyona uygun kaliteli eğitim öğretim hizmetinin sağlanmasının yanında medrese ve mekteplerin inşasında estetiğe, mekânsal ferahlığa da özel önem verdikleri, yine mekân dışı etkinlikler için bütçe ayırdıkları görülmektedir. Bu durum Mihrimah Sultan’ın vakfiyesine şu şekilde yansımıştır: Medresenin fiziki yapısı o kadar hoştur ki orada ders veren müderrislerin gönüllerine ferahlık verir, talebeyi ilmî araştırmalara sevk eder, orada bulunan hiç kimse ilimden başka bir şey düşünemez.
Fatma Hanım Sultan ve Şah Sultan ise inşa ettikleri mektepte eğitim öğretim gören öğrencilerin biri kiraz mevsiminde yani ilkbaharda diğeri de üzüm mevsiminde yani sonbaharda olmak üzere yılda iki kez pikniğe getirilmeleri için bütçe ayırmışlardır. Bu hayırseverlerin, öğrencilerin zihnî gelişim süreci, eğitim öğretim faaliyetlerini zenginleştirme, öğrencinin ders dışı ihtiyaçlarını karşılama, sosyal ilişkileri geliştirme gibi konulara vâkıf oldukları söylenebilir.

Hanedan dışındaki kadınların kurdukları vakıflar

Hanedan ailesine mensup kadınların kurdukları vakıflara gelir getirmek üzere köyler, mezralar, hanlar, hamamlar, nakit para vb. bağışladıkları ve kurmuş oldukları eğitim kurumlarının giderlerini karşıladıkları vakfiyelerden tespit edilmektedir. Eğitim kurumlarının gerek yapım masrafları gerekse inşa edildikten sonraki eğitim ve işletme giderleri yüksek meblağlara ulaştığından bu tür vakıflar genelde padişah kızları ve eşleri tarafından kurulmuştur. Bununla birlikte seyfiye, ilmiye, kalemiye ve reaya sınıflarına mensup kişilerin eşleri ve kızları da mütevazı mektep ve medreseler yaptırmışlar ya da daha önce inşa edilmiş eğitim kurumlarının aydınlatma, ısıtma gibi ihtiyaçlarını karşılama yoluna gitmişlerdir. 

Ayşe Hanım, Samsun Saidbey Mahallesi’nde kendi parasıyla satın aldığı arsa üzerine biri kızlara diğeri erkeklere mahsus olmak üzere iki derslikli bir mektep inşa etmiş, bu mektebin çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak için de bir dükkân vakfetmiştir. 

Saliha Hatun, Tokat Penpeciler çarşısında bulunan dükkânını vakfetmiş, buranın kirasından elde edilecek gelirin üçte biri ile Cemal Yahya Efendi Medresesi müderrisinin maaşının ödenmesini, üçte ikisi ile de bu medresede eğitim gören öğrencilerin ihtiyaçlarının karşılanmasını istemiştir. 

Samsun Büyükoyumca köyünden Fatma Hatun 300 kuruş vakfetmiş, bu paranın işletilmesiyle elde edilecek gelirden Hasan Efendi Medresesi’nin aydınlatılmasında kullanılmak üzere bir berat satın alınmasını şart koşmuştur. Havva Hoca ise bu medreseye bir adet Kur’an-ı Kerim bağışlamıştır.

Bu örnekleri artırmak mümkündür. Vakfiyeler incelendiğinde kadınların kurmuş oldukları vakıfları şehirlere ve zamanlara göre değişiklik gösterse de hiç de azımsanamayacak orandadır. Örnek vermek gerekirse bu oran Samsun ve Adana için yüzde 36 iken XVII. yüzyıl Bursa’sı için yüzde 47,8’dir. Tüm Türkiye için yüzde 13 civarındadır. Bu istatistikler bizi Osmanlı kadınının sahip olduğu menkul ve gayrimenkulleri istediği gibi tasarruf edebildiği, kadının sosyal hayatın içinde belirgin bir şekilde var olduğu, vakıf kurumlarında eğitimci ve yönetici olarak görev aldığı sonuçlarına ulaştırmaktadır.

Peki, kadınları genelde vakıf kurumunu desteklemeye özelde de eğitim ve öğretim vakıfları yapmaya iten temel motivasyon neydi? Bunun cevabını yine vakfiyelerde bulmak mümkündür.  “Allah yolunda sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça iyiliğe asla eremezsiniz. Ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir.” (Âl-i İmran, 3/92.) ayeti başta olmak üzere salih amel, yetimi gözetip kollamak, zekât ve sadaka ile ilgili ayetler ile “Âdemoğlu ölünce bütün amelleri kesilir. Ancak üçü müstesnadır: Kendisine dua eden salih evlat bırakanlar, insanlara faydalanacakları ilim öğretip bırakanlar bir de sadaka-i cariye terk edenlerdir.” (Müslim, Vasiyyet, 14.), “Dünyada senin olan ancak yiyip eksilttiklerin giyip eskittiklerin ve sadaka verip bıraktıklarındır.” (Müslim, Zühd, 3.) hadisleri bu motivasyonu sağlayan dinî arka planı oluşturmaktadır. Bunlara ek olarak yine vakfiyelerde dünyanın geçici, sonsuz hayatın ise ahiret yurdu olduğu vurgulanmış ve samimi duygularla Allah’a yaklaşma ve O’nun rızasını kazanma yollarından birinin vakıf kurmak olduğu belirtilmiştir.  
 

Editör: Mehmet Çalışkan