Koray ŞERBETÇİ

İşgalciler kadı efendiyi tutukladıklarında aslında İslam âleminin “Mağrip” adını verdiği beldenin en batısında, XX. asrın dehşetli ikliminin Müslümanların izzet ve hürriyet güneşini söndürmek isteyenlere karşı bir direniş kıvılcımını yangına çevirdiklerini bilmiyorlardı. Peki, kimdi bu kadı efendi?

Afrika’nın kuzeyinde Mısır’dan başlayan, Mağrip yani güneşin battığı iklimi Atlas Okyanusu ve Akdeniz’i aynı anda selamlayarak sona erdiren Fas olarak bilinen bu beldenin Rif bölgesindeki Ecdîr şehrinde 1882 senesinde dünyaya gözlerini açtı Muhammed bin Abdülkerim El Hattabi. 

Başarılı bir genç

Kendisi Müslümanların zor yıllarında bu dünyaya gelmişti. Ama aslında kendi hayat ikliminde bu zorluğu hissettirmeyeceği rahat imkânlara sahipti. Mesela kendisi yaşadığı bölgenin güçlü Berberi kabilesi Beni Vuryagel’in hatırı sayılır üyelerinden birinin oğlu idi. Bu zeminde yaşayan Hattabi, iyi bir eğitim alacak imkânlara sahipti. Öyle de oldu. 

Abdülkerim Hattabi çocukluk yıllarında kendi topraklarında geleneksel bir eğitim aldı. Daha sonra gençlik yılları geldiğinde yüzünü Batı iklimine çevirdi ve İspanya’da üç yıl boyunca üniversiteye devam etti ve burada üniversite diplomasını aldı.

Hattabi, İspanyol nüfuzu altındaki Fas’ta pek çok kişinin imreneceği bir hayat yaşamaktaydı. İspanya’da aldığı yüksek eğitimden sonra öğretmen oldu ve Melilla’da 1907-1913 yılları arasında Müslüman toplumuna dersler verdi. 1910 yılına gelindiğinde çok iyi derecede İspanyolca ve Fransızca bildiğinden İspanyol eğitimini organize eden Sivil İşler Merkezi’nde çevirmen ve editörlüğe başladı.  Hatta öyle bir başarıya sahipti ki, İspanyol gazetesi Telegrama del Campagne için muhabir olarak çalışan Abdülkerim Hattabi’nin, gazetede Arapça olarak yazdığı yazıları yayımladığı bir köşesi bile vardı. 

Bu çalışkan ve zeki insan kariyer basamaklarını hızlı çıkmaktaydı. 1915 senesine gelindiğinde otuz iki yaşında kendisi Melila bölgesinin baş kadısı olarak tayin edilmişti bile. Ama tam o noktada bir kırılma yaşandı. Dünyaya bakışında ve kendi bulunduğu noktada bir Müslüman olarak haksızlığa karşı geliştireceği tutumun inşa edileceği kırılmaydı bu.

Büyük kırılma

Başkadı olarak görev yaptığı sırada ülkesindeki İspanyol egemenliğine ilişkin görüşleri de değişmeye başlamıştı. Başlayan zihinsel kopuş bir süre sonra öfkeye o da işgalcilere karşı dik duruşun sergileneceği hamleye dönüşecekti. Ama kendi kontrollerindeki bir bölgenin başkadısının kendi yönetimlerine karşı çıkmasını İspanyol işgalciler elbette hoş görmediler. Bunun üzerine adalet dağıtan kadı efendi birden kendisini işgalcilerin mahkemesinde yargılanırken buldu.

Fakat mahkemede eğilmedi, sözü dolaştırmadı, af dilemedi. İşgal yönetiminin yargıçlarının gözlerinin içine baka baka İspanyol hâkimiyetindeki toprakları onlardan geri almaya niyetli olduğumu dile getirince hüküm verildi ve kendisi tutuklanarak hapishaneye gönderildi.

Direniş fikri

El Hattabi tutuklanmasından aylar sonra hapisten kaçmaya teşebbüs etmiş ve bu teşebbüsü hastanede sonuçlanmıştır. Tekrar hapishaneye döndüğünde böyle inatçı ve sert diklenme yerine ülkesinin özgürlük mücadelesinin sürdürebilmesi için daha akıllıca bir yol izlemesi gereğini düşündü. Yeni tavrı sonuç verdi ve mahkûmiyet şartları gevşetildi. Babasının hasta olduğunu haber alınca maddi kefaleti ödeyerek şehir dışına çıkabildi. 
İşte tam bu noktada vereceği mücadelenin fikir örgüsünü kafasında biçimlendirmeye başladı. Karşısındakiler kimdi? Ne için mücadele edecekti? Dahası bu mücadeleyi nereye kadar sürdürecekti?

Tüm bu cevap bekleyen sorular, Fas’ın Rif bölgesinde başlayacak ama tüm Müslümanlara model olacak bir mücadelenin işaretiydi. Abdülkerim Hattabi zihninde mücadelesinin sınırlarını çizerken resmini şöyle tamamlıyordu: “Sömürgecilerin zaferi, dünyanın en uzak ücrasında da olsa bizim için bir yenilgidir. Dünyanın her neresinde olursa olsun özgürlüğün zaferi, bizim de zaferimizdir.”

Direniş başlıyor

İspanyol yönetimi altında Fas aynı zamanda bir politik istikrarsızlıklar iklimiydi. Bu durum sömürgecilerin işine gelmekteydi. Hatta İspanya, el altından bölgedeki aşiretleri birbirine düşüren bir siyaset takip etmekteydi. El Hattabi’nin direnişe dair süreci ilk okuması ve hamlesini gerçekleştirmesi bu çerçevede gerçekleşti. İspanyolların bu istikrarsızlaştırıcı siyasetine karşı hamle olarak Rif bölgesinde sömürgecilere karşı biriken öfkeyi harekete geçirdi.
Öncelikle aileden gelen nüfuzunu kullanarak bölgedeki kabileleri ortak mücadeleye ikna etti. Ardından silahlı bir güç oluşturdu. İspanyol sömürgeciliğine karşı cihat başlattı. 1920’de yaklaşık iki yüz kişiden oluşan Müslüman direnişçilerle sömürgecilere karşı ilk hamlesini yaptı. Yapılan saldırı ile stratejik önemdeki Tafersit’i ele geçirildi. Bu bağımsızlığa giden yolun ilk adımı olacaktı. Bu küçük ama önemli zaferle İspanyol sömürge idaresinin şimşeklerini üstüne çekti. Ama artık direniş çok kararlıydı. Halkın arkasında kenetlendiği Hattabi 1921 senesinde General Silvestre komutasında üzerine gönderilen İspanyol birliklerini Enval (Annual) savaşında kelimenin tam anlamıyla hezimete uğrattı. Öyle ki yaşanan bozgun sonucu İspanyol general Silvestre intihar ederken yirmi beş bin İspanyol askerden sadece altı yüzü kaçarak hayatını kurtarabildi. Müslüman direnişçiler İspanyol ordusunu Melilla’ya kadar kovaladı.

Rif Cumhuriyeti kuruluyor

Abdülkerim Hattabi, İspanyol sömürgecilerine karşı kazandığı bu önemli zaferin sonuçlarının uzun vadeli olması için bağımsızlık mücadelesini devletleştirme yoluna gitti. Bu noktada hem sömürgecilere karşı bir tutum sergiledi hem de Fas Sultanlığına karşı çıktı. Fas’ın Rif bölgesinde yepyeni bir yapılanmaya gitti. 

Enval Zaferi’nde çok az bir zaman sonra Abdülkerim, Kuzey Afrika’nın ilk cumhuriyetini ilân etti. Artık direniş, Rif Cumhuriyeti olarak ete kemiğe bürünmüştü. Abdülkerim Hattabi kendisine “Sultan” unvanının verilmesini reddedip sadece “Emir” unvanını aldı. Bu unvan Fas sultanından da bir kopuşu simgeliyordu.  Ama kendisi tutumunu şu sözleriyle hemen açıklığa kavuşturdu: “Benim niyetim emir ya da hükümdar olmak değil, sadece ve sadece vatanımda hür yaşamaktır.”

Hemen bir hükûmet kuruldu. Rif Cumhuriyeti’nde bir hükümet vardı ama bir de hükümeti denetleyecek meclis oluşturuldu. Meclis, bölgede bulunan kabile liderlerinden ve temsilcilerinden oluşuyordu. Artık askerî güç siyasal güce de dönüşmüştü. Bu noktada Emir Abdülkerim Hattabî erişilen durumu şöyle betimliyordu: “Bizler, Rif Cumhuriyeti hükümetinin temsilcileriyiz. Rif bölgesinin Fas’ın bir parçası olduğunu düşünenler yanılıyor. Coğrafi olarak, cumhuriyetimiz Afrika’nın bir parçasıdır.”

Rif Cumhuriyeti’ne çöken karabasan

Emir Abdülkerim Hattabi önderliğinde kurulan cumhuriyet, bir yandan bölgedeki Müslümanları sömürgeciliğe karşı savunurken diğer yandan da kalkınmış bir toplum inşa etmek için uğraşmaktaydı. Öyle ki İslami hükümlerin çerçevelediği bir kalkınma planı çizildi. Rif Cumhuriyeti demiryolu ve karayollarıyla donatılacak, ekonomik yönden zengin, hür bir ülke olacaktı. Ama tüm bunlar sömürgecileri bir hayli telaşlandırdı. Bu kez İspanyolların yanı sıra bölgedeki nüfuzlarını tehlikede gören Fransızlar da ortaya çıktı. Bu iki işgalci güç, esaret altındaki Müslüman toplumlara model olacak Rif Cumhuriyeti’ni boğmak için işbirliği yaparak harekete geçtiler. Takvimler 1925 yılını gösterirken Fransa ve İspanya birlikte Rif Cumhuriyet’ine ve onun yenilmez lideri Hattabi’ye karşı büyük bir saldırı başlattılar.

Rif bölgesinde kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan Müslümanlar ve liderleri Hattabi büyük bir orduyu silahla donatacak ne para ne de silah gücüne sahiplerdi. Ellerindeki basit silahlarıyla İspanyollara karşı vurkaç savaşını başlatan Hattabi’nin en önemli silah temin yöntemi İspanyol ve Fransız ordularından elde ettiği ganimetlerdi. Şöyle diyordu: “Ben kimseden silah yardımı almam, silahlarını aldığım tek güç düşmanlarımdır.”
Ama bu kez durum farklıydı. Çünkü sömürgeci güçler çok büyük bir güçle ve öfkeyle Rif Cumhuriyeti’ne bir karabasan gibi çöküyorlardı. İşin ilginç yanı özgürlük mücadelesi veren Emir Abdülkerim Hattabi’nin karşısındaki iki işgalci generaldi.

İspanyol kuvvetlerinin başında, tarihe adını acımasız diktatörlerden biri olarak yazdıracak geleceğin İspanya diktatörü ama o sırada albay olan Franco vardı. Fransız güçlerinin başındaysa yakın gelecekte ülkesini Nazi işgalcilerle iş birliği içerisinde yönetecek, Vichy hükûmetinin başına geçecek, diktatör ve iş birlikçi diye hatırlanacak olan General Petain vardı. Tarihin garip cilvesine bakın ki özgürlük için bir Müslüman lideri ve onun hür toplum projesini boğmaya giden bu iki general yakın bir gelecekte kendi ülkelerinin üzerine de karabasan gibi çöken bir kâbus hâline geleceklerdi.

1925 yılının eylül ayında, Fransa Hava Kuvvetlerinin desteği ile sömürgeciler bölgeye karadan ve havadan yoğun saldırı başlattı. İspanyolların kimyasal silahlarla Rif’i bombaladığı bu savaşta Rif mücahitleri bir süre sonra çözülmüşlerdir. Emir Hattabi, bu askerî çözülme sonucunda gözü dönmüş sömürgecilerin sivil halkı da içine alan bir soykırımdan çekinmeyeceklerini anlayınca teslim olmuştur. Rif Cumhuriyeti de Emir Hattabi’nin teslim olmasıyla fazla dayanamadı ve dayanamamış ve 27 Mayıs 1926’da cumhuriyet feshedilmiştir.

Abdülkerim Hattabi ise ailesi ve en yakınları ile birlikte 1947’ye kadar Hint Okyanusu’nda bulunan Fransız adası Reunion’a sürüldü. Orada yirmi bir yıl kaldı. Bu sürgün günlerinden sonra Marsilya’ya gitmesine izin verildi ancak o kaçarak Mısır’a sığındı. Ama Mısır’da da faaliyetlerini sürdürdü. Çünkü kendisinin duruma bakışı çok açıktı: “Ortada bir başarı ya da başarısızlık da yoktur. Ortada bir zafer ya da yenilgi de yoktur. Sadece tek bir şey vardır; o da görev.” 

Bu anlayışla direniş faaliyetlerine devam etmiştir. “Arapların Sesi” radyosu aracılığı ile Kuzey Afrika, Arap ve İslam ülkelerindeki kurtuluş hareketlerine destek vermiştir. 1947 yılında ise bir grup Faslı vatandaş ile “Fas Kurtuluş Komitesi”ni kurmuş ve başkanlığını üstlenmiştir.

Büyük bir mücahitten artakalan

Mücadelesini sürgün yıllarında da sürdüren Hattabi, Fas’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra Fas Sultanı V. Muhammed’in 1958’de yaptığı vatana dönüş davetini, Kuzey Afrika’nın henüz bütünüyle düşman istilâsından kurtulmadığı gerekçesiyle reddetti. Bu büyük lider bu duruşuyla 6 Şubat 1963’te Kahire’de vefat etti.

O Batılı bir eğitim almış, yabancı dillere vâkıf, çağdaş dünya kurumlarını bilen birisiydi. Ama bu özellikleri onun İslami köklerini reddetmesini gerektirmedi. Her hamlesini İslami çerçeve içinde çizerek bir model hâline geldi. Bu konuda fikirleri çok netti: “Batı medeniyetini hiçbir zaman mutlu ve istikrarlı olarak addetmedim. İspanyollarla ve Avrupalılarla genel anlamda yaşadığım anlaşmazlıklar sonrasında Batılıların sadece sömürgenin hayalini kurduklarını ve insanları köleleştirmekten başka bir şey düşünmediklerini anladım. Her kim onları uygar ve gelişmiş olarak nitelendiriyorsa amacı insanlık çerçevesinin dışında sadece kendi çıkarlarını gözetmektir.”
Hattabi bu duruşuyla halkın gönlünde yer etmiş birisiydi. Onun mücadele ve liderlik tarzı gönüllerde yer etmeye dayalıydı. Şöyle diyordu: “Gerçek mücadele, halkın yürekten desteklediği bir mücadeledir ve bu mücadele zaferle taçlandırılana dek durdurulamaz.”

Düşüncelerini hayatıyla doğrulayan Emir Abdülkerim Hattabi, Mağrip’teki direniş ve kurtuluş hareketlerinin diğer temsilcileri Cezayirli Emir Abdulkadir ve Libyalı Ömer Muhtar gibi kahramanlarla anılmakla kalmamış, Latin Amerika’dan Uzak Doğu’ya işgalcilere karşı savaşan tüm mazlumlar için hem bir askerî örnek hem de onurlu bir duruşun modeli olmuştur.

Editör: Mehmet Çalışkan