Prof. Dr. A. Bülent BALOĞLU

Kavramların anlam evreni, kapitalizmin ruhunu ve dünyadaki güç ve paylaşımın büyük aktörlerinin hırs ve tamahını alenen ele verir.  

Uygulamadaki örneklerine bakarak iki gruba ayırabiliriz onları: Değişmez ve değişebilir olanlar. Demokrasi, özgürlük, toplumsal eşitlik, insan hakları, hümanizm vb. kavramlar değişmez olanlar sınıfındandır. Bunlar, şartlar ne olursa olsun, mutlak, evrensel hakikat, ortak iyi olarak sunulurlar.

Halkın kendi kendini yönetmesine, özgürlük, eşitlik, adalet, hak talebinde bulunmasına kimsenin bir itirazı yok. Şerefi, şahsiyeti, yaratılış gayesi ve diğer canlılar arasındaki mümtaz yeri itibarıyla mükerrem bir varlık olan insanın her şeyin en iyisine lâyık olduğuna olan inancımız tam. Gerek sahip olduğumuz inanç gerekse ait olduğumuz kadim kültür ve gelenek nezdinde insan, özü itibarıyla kıymetli bir varlıktır, özünde bir değerdir. Irkı, rengi, cinsiyeti, milliyeti ne olursa olsun insan olmak bakımından en yüksek saygı ve itibarı hak eder. O, Allah’ın yeryüzü halifesidir. Biz böyle bilir böyle inanırız. Bunun altını kalın çizgiyle çizmiş olalım.  

Lâkin yanılmayalım!

Kulağa pek hoş gelen ancak içleri boşaltılan bu kavramlar gerçekte az sayıdaki imtiyazlı, seçkin zümrelere hizmet ediyor. (Volkan Özdemir, Yenilenen Dünya Eskimeyen Türkiye, Destek Yay., İstanbul 2019, s. 52.) Gezegenimizde olup bitenlere şöyle biraz dikkatli bakarsak bu tespitin doğruluğunu görmemiz mümkün. Dünyada kıyasıya bir paylaşım mücadelesi var ve bu paylaşımın büyük ortaklarının siyasi, ekonomik, stratejik çıkarları söz konusu olduğunda bunların içerik ve işlevleri el çabukluğu marifetiyle rahatlıkla değişebiliyor. Uygulamada tarifsiz bir çifte standart var.

Bu kavramları mutlak iyi ve doğru olarak dayatanlar, mesela, Üçüncü Dünya kategorisine dâhil ettikleri ülkelerde ordunun yönetime el koymasından pek rahatsız olmazlar. Buralarda şu veya bu şekilde bir demokrasi varsa ve bir darbeyle kesintiye uğramışsa bunu pek umursamazlar. Bu tavırları için gerekçeleri hazırdır: Kısıtlı özgürlük, totaliter yapı ve kaostan daha iyidir! Böyle ülkelere uyacak tarzda, orasını burasını kırptıkları yeni bir demokrasi modeli türetirler: sınırlı demokrasi! Bu ülkelerde kendi çıkarları korunduğu sürece demokrasiden sapmaya pek kafa takmazlar. Söz konusu ülkenin demokrasisi nasıl olursa olsun fark etmez; sadık, itaatkâr bir müttefik olsun yeter. Doğal zenginliklerini, kaynaklarını sömürmeye geldiklerinde yüzlerine kapıyı kapatmasın yeter ki.  

Bu kavramlara “evrensel” damgası vuranlar, bunların mutlak iyi, mutlak doğru olduğu algısını yayarlar. Kavramları kendileri için eğip bükerler, masada kendi menfaatleri varsa kapsamını geniş tutarlar. Onları hiçbir kural bağlamaz. Küçük ortaklar için farklı bir tarife geçerlidir, kavramlar anlam ve değer kaybına uğratılır ve öyle tatbik edilir. Güya insanı merkeze koyan, her şeyin ölçüsü kabul eden bu kavramlar; Batılı, uygar, modern olmanın da ölçütleri kabul edilir.

Egemen ideolojilerin sahipleri için değişmezlik kuralı yoktur; zaman ve zemine göre, pratik fayda ve çıkara göre pekâlâ her şey değişebilir. Değişme, ilerleme, evrim ve gelişme doğanın özündedir. Öyle ya, değişen ve gelişenin ayakta kalma hakkı vardır. “Öteki” için değişmezlik esastır; onun için en iyisi deliksiz uykudur.

İnsan ve ona ait değerler, dünyanın her yanında aynı ayarda kabul görmüyor ne yazık ki. Gelişmiş, kalkınmış, zengin ülkeler sınıfının bir üyesi iseniz değeriniz yüksektir. Geri kalmış, fakir ülkelerden birinden iseniz 'fason' muamelesi görürsünüz. Londralı, Parisli, Washingtonlu, Tokyolu olmakla; Kinşasalı, Kabilli, Caracaslı, Kahireli olmak arasında epey fark vardır.

İkinci grup yani değişen kavramlara gelince, bunlar ekonomik, siyasi, stratejik şartlar çerçevesinde üretilirler. Küresel aktörlerin işine yaradıkları, çıkarlarına hizmet ettikleri sürece tedavülde kalırlar. İşlevlerini yitirenlerin, raf ömrü dolanların yerine yenileri üretilir. Soğuk Savaş, küreselleşme, yeni dünya düzeni, kapitalizm, liberalizm (sonra neoliberalizm), medeniyetler savaşı, tarihin sonu, Arap baharı, İslamofobi gibi kavramları bu gruba örnek verebilirim.

Bunlar küresel aktörlerin sömürgeci-kapitalist emellerine hizmet amaçlı üretilirler. Zengin coğrafyalar üzerindeki paylaşım ve hakimiyet savaşlarında dinamo vazifesi gördüklerinden içinde üretildikleri ânın sosyo-siyasi ve ekonomik şartları hakkında ciddi ipuçları taşırlar.

Bir örnek olsun diye “Soğuk Savaş” kavramı üzerinden giderek ne demek istediğimizi biraz açalım.

İkinci Dünya Savaşı'nın derin yaraları henüz kapanmamışken 1947’de Soğuk Savaş kavramı devreye sokulur. Kavramın mucidi Amerikalı siyasetçi Bernard Baruch’un aynı zamanda bir iş adamı ve finansçı olması ilginçtir. Kavramı uluslararası siyasetin en kızıştığı dönemde tedavüle sokanlar, aynı zamanda, iki koca şehri atom bombasının cehennemî sıcaklığında kavurmanın ayıbını örtbas etmek için şeytanın bile aklına gelmeyecek bir de gerekçe buldular: “Kanlı savaşı durdurmak ancak Hiroşima ve Nagazaki'yi bombalamakla mümkün olabildi!” 

Soğuk Savaş kavramı manidardır, ciddi mesajlar içerir: Savaş henüz bitmedi, sadece sıcak çatışma sona erdi, bundan böyle savaş silahlarla değil ideolojilerle sürecek! İdeolojilerin gölgesinde dünya iki kampa bölünür, müttefik olmayı kabul etmeyen her devlet düşman damgası yer.     

“Öykü, mevcut politik iklime, biçilmiş kaftan gibi uyuyordu. İktisadi birey trençkotunu giydi, Batı ile Doğu arasında güç oyunu oynayan ajanların arasına karıştı.” diyen İsveçli gazeteci ve yazar Katrine Marçal gayet güzel özetler durumu. (Adam Smith'in Yemeğini Pişiren Kimdi?, Koç Üni. Yay., İst. 2018, s. 59.)

Marçal’ın “iktisadi” bireyi, son zamanlarda sıkça duyduğumuz “homo economicus” yani “ekonomik insan”. Maliyet ve fayda esasına göre hareket eden, tutarlı, kararlı, rasyonel, kendi çıkarlarını gözeten, kendi istek, ilgi ve arzularına odaklanmış birey. Karar vermeden önce ekonomi teorilerini ve modellerini dikkate alan, kâr ve zararını buna göre hesaplayan akıllı kişi.

Soğuk Savaş’ın sistematiği kurulur kurulmaz trençkotunu giyip o hengâmede arazi olan, henüz keşfedilmemiş zenginliklerin ve dışarıya daha açılmamış pazarların peşine düşen kapitalist sermayedarlara daha çok uyuyor bu tasvirler.

İkinci Dünya Savaşı gibi büyük yıkımlara sebep olan toplu savaşlar girişimci kapitalistin arzu ettiği ortamlar değildir, ancak sükûnet ve çatışmasızlık hâli de işine gelmez. Ballı kazançlar için hareket ve rekabet gerekir. Hareket rekabeti, rekabet çatışmayı, çatışma bol kazancı getirecektir. Bu bakımdan terör coğrafyaları da bir başka kazanç kapısıdır onun için. Bol bol silah ve ilaç satar. Boşaltılan bölgeler ayrı bir geçim kapısıdır onun için. Önce ateşe verir, sonra yangını söndürmek için kurtarıcı rolüyle çıkıverir ortaya. Karda yürür, iz bırakmaz.

Beşerî ilişkilerin rekabet, çatışma ve kaosun üzerine kurulduğu bir dünya ona iktisadi ve siyasi sisteme nüfuz etme ve onu kontrol etme imkânı verecektir. Böyle ortamlarda normlarla, kültür ve değer yargılarıyla oynamak daha kolay olacaktır. Her kavram değişebilir, değişmez olan tek şey vardır: Çıkarların korunması.

Kamplaşmalar iyidir. Hele ideolojik kamplaşmalar daha da iyidir. Taraflar ideolojiler üzerinden birbirlerini yıpratırken kapitalist girişimci aralarına sızar ve her ikisinden de azami kâr elde etmenin yollarına bakar. İki gruba ayırdığım bir dizi kavramla sürekli ve sınırsız sömürünün kapılarını açar kendine. Onlardan yeni cafcaflı, cazip daha başka kavramlar üretir: Demokratikleştirme, modernleştirme, uygarlaştırma, insani müdahale…

“Kendi kültürel değerlerini ve pratiklerini dünyanın geri kalanından üstün gören” bu zihniyet için modernleştirme, “kendi dışarısını sömürgeleştirme hakkını kendinde görme” anlamını taşıyordu. (G. Uğurlu, ‘Eylemsizliğin Eylem Hâli’, Emperyalizmin Hayaletleri, [ed.] A. M. Özdemir, İmge yay., Ankara 2013, s. 223.)

Doğru söze ne denir?

Sömürülenin sömürüyü içselleştirmesine de yarayan bu büyülü kavramlar, devasa çelik kasalarını doldurmak için siyaset ve finansı “kazan kazan” parolasıyla harmanlayan küresel süper seçkinlerin epey işine yarar. Duygular, bedenler, tercihler dâhil ne varsa sermayeye dönüştürülür. Bol ve sınırsız kazancın, pazar ve müşterinin olduğu her yerde hâkimiyet savaşlarının olması sebepsiz değildir.

Sabah gözünüzü açtığınızda gece üretilmiş yeni kavramların yeni dünyasına uyanırsanız şaşırmayın. Bilim, siyaset, ekonomi, ticaret, teknoloji, askeriye gibi bilumum alanlarda lokomotif olanların ürettiği bu kavramlar göz kamaştıran ambalajların içinde gelir. 

Oyunun kurallarını belirleyenler için “kazanç” değişmez ve bakidir, kavramlar değişken ve sonludur. Kavramlarla insana sistem kurgulamazlar sadece, insanı da yeni baştan kurgular, ona yeni baştan ayar çekerler. 

Editör: Mehmet Çalışkan