Prof. Dr. Adnan Bülent Baloğlu

Tek tipleştirmek, daha kolay yönlendirmek ve tek elden kontrol etmek için dünya gençliğinin kodlandığını daha önce söylemiştim. Yaşlanan kapitalizmin küresel sömürü çarkının sorunsuz bir biçimde işlemesi için gençliğin avuçta tutulmasının önemini kavrayan liberal piyasanın güç odakları onlara tek elden mesaj verme projesini adım adım yürütüyor. Hangi ülke ve coğrafyadan hangi din ve kültürden olursa olsun tüm gençliği kodlayıp doldur bir sepete ve nereye istiyorsan oraya al götür. Bu projenin mimarları şimdinin “Z” olarak damgalanan kuşağını tepeden tırnağa biçimlendiriyor. Sırada “Alfa” kuşağı var yani onların çocukları, bizim torunlarımız. Sonra bu mimarlar, belli bir kültür, belli bir din, belli bir coğrafya ve belli toplumla aidiyet bağlarının kalmadığını ifade sadedinde Z kuşağı gençlerine küresel dünyanın “ilk küresel vatandaşları” unvanını verdiler. Artık onlar daha büyük bir dünyanın vatandaşları, küresel kültürün üyeleri! Tabii ikna olursanız. Bu satırları yazarken aklıma meşhur Fareli Köyün Kavalcısı hikâyesi geldi. Hikâyede kavalcı, Hamelin köyünü basan fareleri çaldığı kavalın güzel melodisiyle peşine takıp köyden götürür ve köyü farelerden kurtarır. Teşbihte hata olmaz, birileri de özgürlük şarkılarıyla kendi köklerinden, kültürlerinden söktüğü dünya gençliğini takmış peşine götürüyor.    

Evet, bu küresel vatandaşları aklınıza gelebilecek her konuda liberal piyasanın istekleri, daha doğrusu dayatmaları şekillendiriyor. Bir örnek vermek gerekirse, gençlerin “Ben kimim ve ne yapmalıyım? Nasıl bir yaşam tarzı seçmeliyim?” türü sorularına medya ve reklam sektörü vasıtasıyla cevaplar üretiliyor. Önlerine göz alıcı ambalajlarıyla hazır paketler konuyor, burun kıvıranlar ise ayıplanıyor! Maneviyat krizinin habercisi olan sorularına yarım yamalak, yalan yanlış çare sunan sözde inanç grupları (spiritüel cemaatler, yeni çağ akımları, falcılar, büyücüler vb.) her yerde teşvik ediliyor. (Erol Göka, Aşk Her Şeyi Affederse, İstanbul: Timaş Yay, 2020, s. 20.) Bu söylediğimiz, gençliği yönlendirme ve dönüştürme faaliyetlerinin yalnızca bir boyutudur. 

Küreselleşme, aynı zamanda çembere alma, kuşatma anlamı da taşır. Çember içine alınan yığınların çember dışına kaçmasını önlemek için yoğun bir ‘kültürlenme’ programı uygulanır. Nedir kültürlenme? İki farklı kültür karşı karşıya geldiğinde nüfusun zamanla baskın kültürün etkisine girmesi ve kendi kültüründen giderek uzaklaşmasıdır. Bu manada, mesela köyden kente göçenler kendi köy kültürlerini şehrin kültürüyle harmanlayan bir yaşam tarzı oluştursalar da zaman içerisinde, içinde büyüdükleri köy kültürünün izleri yavaş yavaş kaybolur. Köy kültürünü terk ya da unutma kendilerinde değilse bile zamanla çocuklarında, torunlarında gerçekleşir. Uzun vadede kültürlenme güçlü, dinamik ve baskın kültürün lehine sonuçlanır. Benzer şekilde, küresel sermayenin parasını ve medyasının dönüştürücü gücünü arkasına alan popüler kültürle karşı karşıya gelen yerli kültürler de zamanla dirençlerini kaybederler. İstikrar içinde yenilenme noktasında, çağın meydan okumalarına karşı koymada kendi iç dinamiklerini ve direnç mekanizmalarını canlı, uyanık ve hareketli tutmaktan, kültürü besleyen ortak değerleri muhafaza etmekten aciz olan kültürlerin yozlaşmak ve nihayet silinip yok olmak kaderleridir. 

Aynı şekilde, kapitalist ve liberal değerlerden beslenen popüler kültür de bütün coğrafyalarda yerli kültürleri boğma ve izlerini silme peşindedir. Daha doğrusu bu, bir avuç küresel ultrazenginin sürekli katlanan kazançlarını ilelebet sürdürmek için kendi lüks yaşam biçimlerini, zevklerini ve tüketim alışkanlıklarını bütün dünyaya yayma gayretidir. Bir başka ifadeyle, küresel elitlerin kendi sözde yüksek, üstün kültürlerini türlü mekanizmalarla ‘düşman’ olarak gördükleri kültürlere dayatmaları ve onları geri dönülmez bir biçimde dönüştürmeleri, yozlaştırmalarıdır. Bu manada yerli kültürlerin çocukları, gençleri onlar için iyi bir avdır. Onları kuşatırlar, çembere alırlar, algılarını, zevklerini, tüketimlerini, düşüncelerini yönetirler ve nihayette a’dan z’ye başkalaştırırlar. Onları liberal piyasanın hazır kıta erleri kılarlar; önlerine ne konursa itirazsız ve severek kabullenen, sınırsızca ve sorumsuzca tüketen bireyleri yaparlar. Çabuk, hızlı, lüks tüketim ve kullanım kültürü olan popüler kültür de böylece kendi devamını sağlamış olur.        

Gelin şimdi sizlere Varkey Foundation tarafından 2017’de yayımlanan “Z Kuşağı: Küresel Vatandaşlık Araştırması” (Generation Z: Global Citizenship Survey) adlı bir çalışmadan bir parça bahsedeyim ve ne demek istediğimi biraz daha açayım. Z kuşağı, 1995 sonrasında doğanları kapsıyor; onlara ‘milenyum bebekleri’ de deniyor, bu sebeple ben de özellikle bu kavramı yazımın başlığına aldım. Dedelerinin, ana babalarının çözemediği kemikleşmiş sorunların çözümü onları bekliyor. Giderek büyüyen eşitsizlik, süregiden mülteci krizi, iklim değişikliği, toprak/sınır anlaşmazlıkları, borç yükü altında ezilen ve küçülen ekonomiler, su ve doğal kaynak savaşları, zengin ve fakir ülkeler arasında açılan makas vb. küresel sorunların altından kalkabilecek bir gençlik hayal ediliyor. Bir görüşe göre, bu kuşağın en iyi bildiği ve aşina olduğu şey internet ve sosyal medya olduğundan internet ve akıllı telefon öncesi dünyayı ne tanıyor ne de biliyor. Sosyal medyanın sözde haberleri, provoke ve tahrik edici dünyasıyla internet onların beslenme kaynağı ise onları sanal dünyanın milenyum kuşağı olarak nitelemek de yanlış olmayacaktır. Dijital teknoloji ve onun sosyal medyası gençlerin alışkanlıklarını, davranışlarını ve ilişkilerini hızla dönüştürüyor. Dijital dünya ile yaşadıkları derin tecrübe onları köklerinden koparıyor ve başka kıyılara sürüklüyor. Kavalcıyı lütfen hatırlayın. 

Zevklerini, tatlarını, beğenilerini, tüketimlerini, özetle bedensel, duygusal, zihinsel manada tüm ihtiyaçlarını belirleyen ve onlara bir kod vererek tek bir sınıfa indirgeyenler belli aralıklarla anketler yapıyorlar. Böylece kültürleri ve toplumları gevşetmede, gençleri kendilerine çekmede ne kadar mesafe aldıklarını da ölçüyorlar. Bu anketler vasıtasıyla aynı zamanda onların genel karakterini belirliyorlar, hangi yöne gitmeleri gerektiğini dikte ediyorlar. Gelin şimdi zengin(!) bir vakfın sponsor olduğu, nerede ve kimlerle yapıldığı nedense gizli tutulan bir anket(!) çalışmasına gidelim. Nasıl bir gençliğin gelmekte olduğuna dair ipuçları da içeren bu anketten neler çıkmış olduğuna bir bakalım. 

Dünya gençliğinin yüzde 68’i kendini mutlu hissettiğini, yüzde 51’i paranın üç ana endişe kaynağından biri olduğunu, yüzde 46’sı kendisini okul baskısı altında hissettiğini söylüyormuş. Daha pek çok şey var da biz önemli gördüğümüz hususlara gelelim. Küresel çapta gençlerin yarısından fazlası (%56) dine saldırmak demek olsa bile serbest ifade özgürlüğünden yanaymış. Gençlerin yüzde 42’si dinin hayatlarının önemli bir parçası olduğunu söylerken yüzde 39’u dinin kendileri için hiçbir önem taşımadığını ifade etmiş. Yüzde 84’lük bir kesim teknolojiye inanıyor ve teknik gelişmelerin gelecek hakkında daha umutlu olmalarını sağlıyormuş. Gençlerin yüzde 83’ü aşırılık ve küresel terörün, yüzde 81’i ise kargaşa ve savaşın gelecek için en büyük tehdit olduğuna inanıyor. Ve nihayet tüm gençlerin üçte ikisi kadınlar için güvenli kürtajın serbest bırakılmasını talep ediyormuş. Daha başka veriler de var ama bu kadarı yeter. Hassas konularda verilmek istenen mesajlar âdeta neon ışıkları gibi bir yanıp bir sönüyor. Mesajlar hedef kitleye ulaştırılıyor. Eğer dünya gençliğinin yüzde bilmem ne kadarı böyle diyorsa siz de belli bir coğrafyanın, belli bir toprağın, ülkenin, kültürün üyeleri olarak aynı noktaya gelmelisiniz. Sizin ne düşündüğünüz ne söylediğiniz neye inandığınız çok önemli değil. Mesajı netleştirelim: Selin önünde durmayın, çoğunluğa ayak uydurun! Velev ki bu sözde çoğunluk sizin değerlerinizle, dinî ve ahlaki ilkelerinizle çelişen, kültürünüzü yozlaştıran, toplumsal hassasiyetleri gevşeten ve hatta hiçe sayan fikirleri savunuyor olsa bile ona tabi olun! Çağın gerisinde kalmayın! 

Ya güya küresel gençliğin savunduğu küresel değerleri ve ilgileri savunarak küresel dünyanın bir vatandaşı ya da radikal ve gerici fikirlerin peşinde farklı ve yalnız dünyaların bir parçası olacaksınız. Bu mesaj belli aralıklarla küresel medya tarafından gençliğe dayatılır. Dünyanın çağdaş, kaliteli, hoşgörülü çoğunluğu arasında yerini alma çağrısı yapılır. Ortak bir harfle tek bir kümeye toplanan gençler, küresel değerlerin etrafında buluşturulur. Yeme içme, giyim kuşam, harcama tüketim alışkanlıkları kapitalizmi ayakta tutmak için yeni baştan kurgulanır. İnanç, duygu, düşünce dünyaları yeni baştan şekillenir. İlgi alanları sürekli yenilenir, tazelenir. Milenyum bebekleri ergenlik çağına geldiklerinde daha bir ihtimam görürler. Birer yetişkin olurken aşağı yukarı istenen kıvama gelmiş, onlar için biçilen kalıplara uyumlu bireyler olmuşlardır. Artık onlar seküler ve liberal ilke ve değerlerle örülen yeni düzenin munis ve uyumlu kişileridirler. Gerçeklere kördürler, gördükleri şeyleri tanıma özürlüsüdürler. İçinde yaşadıkları dünyanın gerçeklerinden ve tehlikelerinden habersizdirler. Tüm ülkelerin sağlık sisteminden daha fazlasına tek başına sahip olan küresel milyarderlerin varlığı onları rahatsız etmez. 

Bütün bunlara rağmen sepetten kaçanlar da olur. İnanç, ahlak, hayâ, iffet duyguları tüm saldırı ve tecavüzlere rağmen zarar görmemiştir. İyiliği övmek ve yaymak, kötülüğü yermek ve engellemek, haklının yanında, haksızın karşısında olmak noktasında tereddüt göstermezler. Vatan, bayrak, din, dil, tarih, kimlik hassasiyetleri ve aidiyetleri tamdır, tavizleri yoktur. Onlar millî benliği, kültürü ve şahsiyeti muhafaza etmek isterler ve dolayısıyla pek muteber addedilmezler.

Kendimiz için konuşacak olursak, istiklâl şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un “Asım’ın Nesli” dediği nesildir sepetten kaçanlar, liberal piyasanın milenyum bebeği olmayı reddedenler.

Editör: Mehmet Çalışkan