Lezgin CEMALOĞLU 
Şanlıurfa Harran Bulgurlu Camii İmam Hatibi

Kur’an’da insan, yaratılış ve kabiliyet bakımından yaratılmışların en kıymetlisi, bilgisi açısından meleklerin şaşıp kaldığı, bilgiyi işleyen, kavramlaştıran, diğer canlıların kendisinin hizmetine sunulduğu, yeryüzü ve gökyüzü mahlûkatının halifesi, Allah’ın ruh üflediği, Allah’ın kendine muhatap seçtiği, eylemlerinden sorumlu tutulan ve sevap günah kavramının muhatabı olan bir varlıktır. İnsanın seçkin ve şerefli olması, bilgi ve kabiliyetinden dolayı değil, bizzat insan oluşundandır. Fakat insan, inanç ve davranışlarıyla bulunduğu konumu yüceltebilen yahut alçaltabilen bir yaratılışa sahiptir.

İnsan, bilme, çözümleme yapabilme, bilgiye ulaşabilme kapasitesine sahip olması yönleriyle diğer canlılardan ayrılmıştır. Bu yüzden akıl sahibi olan insan, Allah’ı bilme ve eylemlerinden sorumlu tutulmuştur. Duyular ve akılla donatılmış olup gözlemleyerek, işiterek, dokunarak, tadarak ve bunların sonucunda zihinsel faaliyetler gerçekleştirerek çıkarımlarda bulunur ve bilgiye ulaşır. Fakat insanın bilgiye ulaşması sadece duyu organlarıyla sınırlı kalmamaktadır. İnsan, Allah’ın bildirmesiyle; vasıtasız veya vasıtalı vahiyle de bilgiye ulaşmıştır. Böylece insan bilgiye üç yolla ulaşır: Vahiy (haber), duyu ve akıl. İlk sistematik bilgi tanımını yapan İmam Maturidi, “Çünkü kulak, göz, gönül, bunların hepsi yaptıklarından sorumludurlar.” ayetinde geçen göz ile duyulara, kulak ile habere ve kalp ile de akla atıf yapıldığını söyler. Ayet üç bilgi kaynağına dikkat çekmiştir. Bu donanıma sahip olan insan bilgiyle, bilinçli veya bilinçsiz, doğru veya yanlış, iyi veya kötü eylemler gerçekleştirir. 

Bilginin kıymeti

Kur’an’da Allah, insanlara şüphe, vehim ve kesin olmayan bilginin ardına düşmeyi yasaklayıp kesin bilgiyi elde etmeyi emretmiştir. Kur’an-ı Kerim “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra, 17/36.) ile “Ey iman edenler! Bilmeden birilerine zarar verip de sonra yaptığınıza pişman olmamanız için yoldan çıkmışın biri size bir haber getirdiğinde doğruluğunu araştırın.” (Hucurat, 49/9.) ayetleriyle kesin bilginin önemine işaret etmekte olup bireye, kesin bilgi edinmeyi teşvik etmiştir. Ayette geçen “Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” ifadesi bilginin neticesindeki sorumluluğa değinirken; “bilmeden birilerine zarar verip de sonra yaptığınıza pişman olmamanız için” ifadesi ile kesin olmayan bilginin neticesinde doğacak zarara değinilmiştir. Ayrıca “bilmeden” lafzıyla da insanın cehaletle amel etmemesi de anlaşılabilir. Kur’an, kesin bilgiye sevk eden ayetlerin yanı sıra kesin bilginin derecesine de değinmiştir. Kesin bilgiyi ilme’l yakin, ayne’l yakin ve hakka’l yakin olarak üç farklı dereceye ayırmak mümkündür. Her ne kadar kuvvet dereceleri değişse de üç bilginin de kesinliği ayetlerle sabittir. (Tekasür, 102/5-7; Hakka, 69/51.)

Sorumluluk

Kur’an’da sorumluluk kelimesi, teklif kavramıyla karşımıza çıkar. Teklif, “bir şeye düşkün olmak, bir işi güçlüğüne rağmen üstlenmek” anlamında k-l-f kökünden türemiştir. Terim anlamı ise Allah’ın kulunu bir işi yapma veya yapmama hususunda yükümlü tutması anlamına gelir. Sorumluluk, kişisel bir olgudur. İnsanın sorumluluğu ise iyiyi, kötüyü, doğruyu, yanlışı, güzeli, çirkini seçme hakkına sahip olmasından kaynaklanır. Zira “Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.” (İnsan, 76/3.) ayetinde insanın, hem iyiliği hem de kötülüğü seçme hakkına vurgu yapılmıştır. Ayrıca “Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik.” ifadesiyle de verilen bilgilerin sorumluluğuna işaret edilmiştir. Allah, kötülüğü ve ondan korunmayı insana vahyetse de insan, tercihlerinde serbest bırakılmıştır.

İrade sahibi ve sorumlu insan

İnsanı yaratıcı karşısında sorumlu kılan unsurlar, akıl ve iradedir. Kur’an’da özgür iradeye sahip olan insan, bu irade sonucunda gerçekleşen seçimlerinden de sorumlu tutulmuştur. Böylece insan kendi yolunu dilediği şekilde belirler. Allah ise insanın tercih hakkına “Herkes kendisine uygun bir tarzda hareket eder.” (İsra, 17/84.) ayetinde değinir. “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara, 2/256.) ile “Sizin dininiz size, benim dinim banadır.” (Kafirun, 109/6.) ayetlerinde ise hem tercihe hem de özgür iradeye dikkat çekilmiştir. 

“Her nefis, kazandığına karşılık bir rehindir.” (Müddessir, 74/38.) buyurarak kullarına “sorumlu” olduklarını hatırlatan Allah, dinini, emir ve yasaklarını bildiren bir peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyeceğini de bildirmiştir: “Biz bir resul göndermedikçe azap da etmeyiz.” (İsra, 17/15.) Allah, kendi içlerinden peygamber göndermeden insanı bazı şeylerden sorumlu tutmamıştır. Bu durum hocanın, öğrencisini öğretmediği bir şeyle sorumlu tutmamasına benzer. Sözün kısası insan Allah’tan bir bildiri (vahiy), ilim gelmeden, mükellef tutulmamaktadır. Çünkü bilgi sorumluluk gerektirir. Bilmeyenin sorumluluğu yalnızca kendisine verilen imkânlar ölçüsünde araştırıp öğrenmektir. Bilginin varlığı ise akılla olur. Bu nedenle, dinimize göre, akıldan mahrum kimseler akıllanıncaya kadar, buluğ çağına ermemiş çocuklar büyüyünceye kadar ve uyuyan kimseler uyanıncaya kadar sorumluluktan muaf tutulmuştur.

Kur’an’a göre tüm evrenin yüklenmekten kaçındığı veya korktuğu sorumluluğu insan kabul etmiştir: “Doğrusu biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik; ama sorumluluğundan korktuğu için onu yüklenmeyi reddettiler. O emaneti insan üstlendi.” (Ahzab, 33/72.) Ayette arz ile insanın seçim hakkını; üstlenmekle de özgür iradeyi göstermiş ve emanetle de sorumluluğa dikkat çekilmiştir. Anlaşılacağı üzere insan emaneti kabul etmiş ve büyük bir sorumluluk üstlenmiştir. Bahsi geçen ayette arzın sonucunda insana seçim hakkı tanınmış ve insan kendi seçiminden dolayı da sorumlu tutulmuştur. Anlaşılıyor ki Allah, emaneti zorla insana yüklememiştir. Böylece emaneti yüklenen, akıl ve irade sahibi olan insan; davranışlarından mükellef tutulduğu gibi Allah’ı bilmeyle de sorumlu tutulmuştur.

Editör: Mehmet Çalışkan