Aydın HIZ  

Kalemdin, sözlere beden giydirendin…

Bir cismin vardı elbet, bir tarihin, geçmişin ve yolculuğun. Ruhunu kavramak ve seni daha iyi anlamak için kütüphaneye koştum, kamuslara sordum ilkin. “Yazı yazmaya mahsus, genellikle çubuk biçiminde bir alet.” diyorlardı kimi sözlükler. Künhüne varmak için kadim manalarına eğildim. “Kâinatın başlangıcından kıyamete kadar meydana gelecek her şeyi kaydeden ilahi kelam.” sözlerini okuyunca durdum bir an.

İnsanlık kadar eski, insanlar kadar yeniydin demek.

Kelam-ı Kadim’de dört yerde anılmışsın. Ve bir sureye isim olmuşsun: Kalem suresi. Bu ne bahtiyarlık! İlahi ilmin sonsuzluğunu ifade etmek için “yeryüzündeki ağaçların tamamı kalem, denizlerin de yedi katı mürekkep olsa…” buyurmuş Hazreti Allah.  Cebrail’in dilinden Resul’ün kalbine akmışsın ayet ayet: “Kaleme andolsun ki…” Kıymetli şeyler adına yemin edildiğini biliyor musun?

Allah’ın ilminin sonsuzluğuna bir işarettin; levf-i mahfuzdan semaya inen aklıevveldin, ilahi bir sırdın, ardından sırdaş oldun beşere.

Kimlerin eline değdin, kimlerin ruhundaki sözleri taşırdın kâğıtlara…

Çiviydin, taş duvarlarda. Demir uçlarınla kazıdın levhaları; şekiller, semboller, resimler, sayılar, çizgiler ve harflere döküldün. Tahtadan, kamıştan, kargı ve cavadan yapıldın. Kil tabletlere de akıttın içini, kurşundan dökülmüş levhalara, bal mumlarına, hayvan kemiklerine, ağaç kabuklarına, papirüslere ve parşömenlere de…

Kimi yazarların ve ediplerin elinden yazıyı akıttın harf harf, cümle cümle anlamlar taşıdın satırlara. Uykusunu meramına katık yapmış şairlerin gecelerine yoldaş oldun. Seninle büyüdü gönlündeki deli sarmaşık perde perde. Nice âlimlerin aklının ve kalbinin süzgecinden damlattığı ilimleri kitaplara taşıdın. Hüzünbaz manalara da yol verdin, sevinç ve neşeyi de taşırdın mürekkebinden. Âlemin kalp atışları sendedir. Nice duyuşlara dil oldun, nice sevgilere yurt. Edibin öfkesine de şahitlik yaptın, dile gelmez aşkın çaresizliğine de. Kimi zaman fermandın padişahın dilinden düşen, kimi zaman tüccarın elinde pazarda hesabı çıkarandın. Kimi narin elleriyle dokundu sana, kalbinden taşırdı sevgi sözcüklerini köpük köpük. Söyleyeceği sırları seninle paylaştı âşıklar geceleyin. Kiminin kalın parmaklarına inat incelmiş ruhundan damıttı sana kelimeleri. Ehl-i irfanın keşiflerini şahit kıldın sonrakilere.

Atalarımız, “Kalem, kılıçtan keskindir.” demişler.

Belki de hattatlar bunun için sarıldı sana. Şeş kalemlerinden mahakkak, reyhani, sülüs, tevkî, nesih ve rika damlattılar mürekkebi. Gönüllerine eğilerek kalem efendisi oldular. Hattatın elinden bir parçaydın. Kalbi ve dili gibi ayrılmaz bir uzvuydun sanki. Yazıya müptela olmuş hattatlar, parmaklarının arasındaki kalemlerini gevşetmez pek, çok da sıkmazlar. Kâğıdın üzerinde ahenkle kaydırdıktan sonra seni, ucunu sol elin şahadet parmağına sürerek temizlerler.  Kalem güzeli olmak, incelik ve zarafet gerektirir çünkü. 
Kıymetini bilenin gönlüne tercüman olursun sen.

Seni gönlüne tercüman yapanların divit, kubur veya kalemdan denilen ince desenlerle süslenmiş kutularında saklandın. Ucundan öpüp, sana alın sürenler için sadece yazı yazılıp atılacak bir alet değilsin çünkü. Kullanılmaktan dolayı iyice küçüldüğünde, artık yazı yazamayacağını anlayan kalem sahibi, bir dostla vedalaşır gibi seninle vedalaşır, helalleşir ve ayakaltı olmayan bir toprağı mezar yapar sana. Bürade-i kalem dedikleri yongalarını biriktirip ölünce gasil suyunun bunlarla ısıtılmasını vasiyet edenler de varmış.

Sevgili kalem! 

Bu inceliği, zarafeti ve nezaketi kim kime öğretti söyler misin? İnsanlar seninle mi öğrendi kalem erbabı olmayı, yazı yazmayı, resim çizmeyi, sözleri taşırmayı, manayı akıtmayı, güzel sözlere dil olmayı?

Bugünlerde biraz yalnız olduğunu görüyorum. Artık kaleme sarılmıyor çoğu kimse. Yazılarını temize çekenler de azaldı. Klavyelerin tuşlarına teslim oldu harfler. Oysa kalemden akan her yazının bir karakteri, ruhu ve edası vardır. Bilgisayarın verili yazı tiplerinde kimsenin gönül titremelerini göremiyoruz. Herkes, herkesleşti sevgili kalem.
Masanın uzak bir köşesinde veya kitaplığın yüksek bir rafında “antika” bir eşya gibi çeşit çeşit türlerini biriktirenleri gördüm. Sen, kâğıtla yeniden buluşmayı bekleyen bir eski zaman yolcusu değilsin.

Bir çocuğun ellerine yakışırsın en çok. Seninle sadece boyama kitaplarını değil âlemi renklendirirler.

Üzülme hiç, darlanma! “Kalem-i âlâ”sın çünkü sen. “Eşraf-i mahlûkat”sın, “akl-i kül”sün, “akl-ı evvel”sin. İnsanlar geliştikçe, makineler çoğaldıkça bazı yenilikleri deneyecekler elbette. Yeni eşyalara sığınacaklar, hayatlarını kolaylaştıracaklar. Fakat hiçbirinde sana ait ve seninle ilgili ruhu bulamayacaklar. 

Bilmezler ki kaleme gelmeyecek şeylerin dili olmaz. Gönül susar…
 

Editör: Mehmet Çalışkan