Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

Hocam, acaba peygamberler olmasaydı nasıl olurdu?

Olmamış bir şey üzerinden konuşmak hem zordur hem de yararının olup olmadığı tartışmalıdır. Konuşsak bile neticede olmuş üzerinden gitmemiz gerekir. Dolayısıyla gene dönüp olmuşu konuşmamız gerekecek.
O zaman oradan başlayalım.

Bir olgu veya olayın gerçekliği, birincisi akıl bakımından mümkün olmasıyla, ikincisi ise vakıada yani yaşanan hayatta meydana gelmiş olmasıyla bilinebilir.

Peygamberler özelinde düşünürsek...

Buna göre Yüce Allah’ın peygamber göndermesi akla aykırı değildir. Bunun tarihî gerçekliği de herkesçe bilinmekte ve kabul edilmektedir.

Sorumuza gelecek olursak?

Oraya geleceğim. Olmuş bir olguyu olmamış kabul etmek ve onun üzerinden yorum geliştirmek, dediğim gibi öncelikle olanın ne olduğunu anlamaya bağlıdır. Örneğin “Evler olmasaydı nasıl olurdu?” sorusunun cevabı evin insan için ne anlam ifade ettiğine bağlı olarak cevaplanabilir. 

Peki, buna göre peygamberlerin varlığı ne anlam ifade ediyor?

İslam’ın kabul ettiği şekliyle peygamberlik insanlığın hem bireysel hem de toplumsal yaşantısı için çok önemli kazanımlar sağlamış. Dünya tarihine baktığımızda büyük dönüm noktalarının birçoğu peygamberlerin etkileriyle gerçekleşmiştir. Söz gelimi Hz. Musa’nın, Hz. İsa’nın ve son olarak Hz. Muhammed’in (s.a.s.) etkisi üzerinden düşündüğümüzde bunu açık bir şekilde görebiliriz. 

Ama peygamber olmayanların da dünya tarihinde büyük etkileri olmuş. 

Doğru ama bizim söylemek istediğimiz şey peygamberlerin bunlardan daha fazla etkilerinin olduğudur. 

Nasıl yani?

Şöyle ki: Konunun bir yönü peygamberlerin varlığı ikinci yönü ise niçin gönderildikleri. Onların varlıklarının gerçekliğini tespit ettiğimize göre niçin ve hangi işlevi gerçekleştirmek üzere gönderildiklerine gelelim.

Konudan uzaklaşıyoruz sanki Hocam.

Tam aksine, konunun tam merkezindeyiz. Sizin söylediğinizle benim söylediğimi birleştirirsek şöyle bir sonuç çıkar: Tarihte bireysel veya sosyal hayat, büyük ölçüde belli liderlerin etkisiyle şekillenmiştir. Roma’yı kuran bir lider vardır, İskender ve Cengiz bir lider olarak çıkmışlar ve ciddi etkiler meydana getirmişlerdir. Bu örnekleri diğer olaylara, hatta bugünün dünyasına kıyas etmek mümkündür. Demek ki tarihte beşerî veya sosyal hayatı belirleyen liderlerdir. Bu değişimler, kimi zaman bir buluşla kimi zaman sosyal yaşantıya yön veren bir faaliyetle, kimi zaman da meydana gelen çatışmalarla gerçekleşmiştir. Bu liderlerden bir kısmı sadece dünyevi çıkar ve görüntü oluştururken bir kısmı bunun yanında insanın öte dünyasına yönelik de çaba ve çalışma içerisinde olmuşlardır. İşte bu ikinci grup liderler, peygamberlerdir. Peygamberleri diğerlerinden ayıran bir başka özellik ise amaçlarının dünyevi hâkimiyet oluşturmak değil, dünyada insanca hayat sürmenin yol ve yöntemini göstermek, ahirette Yaradan’ın huzuruna görevini yapmış olarak çıkmanın önemini bildirmektir. 

Söylediğinizden peygamber liderdir ama salt otoriter bir lider değildir, anlaşılıyor.

Onlar için otorite bir gereklilik veya zorunluluk hâli söz konusu olduğunda başvurulan bir araçtır, asla amaç değildir. Söz gelimi Hz. Musa, Firavun’u tahtından indirmeye değil bilakis Rabbini tanıması, Yahudilere yaptığı zulme son vermesi, bütün insanlara adil ve hakkaniyetli davranması gerektiğini söylemeye gitmiştir. Eğer Firavun bu söyleneni yerine getirmiş olsaydı Hz. Musa’nın görevi tamamlanmış olacaktı, çatışma ve çekişme yaşanmayacaktı, Firavun da yerinde kalacaktı. Hz. İsa’ya gelince onun zaten böyle bir talebi asla olmamış ama onun etkisi yüzyıllar sonra gerçekleşmiştir. Takipçileri Roma’yı dize getirmişler, Hristiyanlaştırmışlar ama maalesef onlar da dünyevi iktidar sarhoşluğuyla Romalılaşmışlardır. 

Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (s.a.s.) gelirsek?

Aynı şey. Hiçbir zaman Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) Mekkelilere gidip “Ben lider olacağım.” demedi. Hatta davasını terk etmek karşılığında “Seni lider yapalım.” teklifi onlardan geldi ama o bunu reddetti. Çünkü onun gönderiliş amacı rahmet ve adalet getirmekti. Şirk toplumunun zulüm ve çarpıklığını devam ettiren bir liderlik, onlara benzeyerek kendi kimliğini ve görev amacını inkâr etmek anlamına gelirdi.

Ama Medine’de lider oldu. 

Söyledim ya, bu tür gelişmeler bir gerekliliğin ve zorunluluğun sonucudur. Müşriklerin baskı ve eziyetleri karşısında ana vatanından ayrılmak zorunda kalmış ve gittiği yerde yeni bir yurt bulma ve kurma ihtiyacı zorunlu hâle gelmişti. Bu faaliyet içerisinde etrafında toplanan inananlarına liderlik yapması da bir zorunluluktu. Ancak hiçbir zaman salt bir lider gibi davranmamış, güç ve otorite sahibi olduğunda da dönemin krallarının davranış kalıplarını benimsememiştir. Nitekim Medine’ye hicrette bütün din ve inanç gruplarının bir arada yaşamasını öngören Medine Sözleşmesi’ni gündeme getirmiş ve sonuna kadar da o sözleşmeye bağlı kalmıştır. Şayet müşrikler ve Yahudiler bu sözleşmeye bağlı kalsalardı hiçbir sorun çıkmadan birlikte yaşayacaklardı. Özellikle Yahudiler her fırsatta hainlik peşinde olmuşlar, en son Müslümanları kökten yok etme amacıyla müşriklerin Hendek kuşatmasında düşmanla iş birliği yaparak hainliğin en kötüsüne imza atmışlardır. Onların bu hainlikleri sürgün edilmelerine yol açmıştır. Öte yandan eğer Hz. Peygamber (s.a.s.) salt lider gibi davransaydı on yıl kendisine zulmeden, ana yurdu Mekke’den ayrılmasına sebep olan ve ayrılırken bile suikast planları kuran, Medine’ye hicret ettiğinde de kendisini rahat bırakmayan Mekkeli müşriklerden intikam alırdı. Ama o, Mekke’yi fethettiğinde hepsini bağışlamış, hakkında ölüm kararı verdiği Ebu Cehil’in oğlu İkrime’yi bile eşinin ricası üzerine affetmiştir. Demek ki onun görevi liderlik yapmanın ötesinde insana insanlığını, insanca yaşamasını ve Rabbine olan görevini hatırlatmaktır. 

Hocam, peygamberler gelmeseydi, demiştik.
Peygamberler gelmeseydi işte bu görevler yapılmamış, onların vazifesi yerine getirilmemiş olurdu. Dünya tamamen güç peşinde koşan, ülkeleri istila etmeyi ve salt otorite kurmayı amaçlayan liderlere kalırdı. Firavun, Nemrut, İskender, Cengiz, Napolyon, Hitler, Stalin, Mussolini bunların örnekleridir. Bunlar istila ve güç gösterisi dışında insanlık adına hangi yararlı işi yapmışlardır? Günümüzdeki emperyalist devletlere bir bakın; sömürge, gelir dengesizliği, adaletsizlikten öte insanlığa ne sunabilmekteler? İşte Irak, Suriye, Filistin, Yemen, Arakan ve Afganistan… Acaba neden güneyden kuzeye, doğudan batıya doğru bir kavimler göçü yaşanıyor günümüzde? Neden Güney Amerika, Afrika ve Asya halkları hayatlarından memnun değil? Neden Kuzey Amerika ve Avrupa bu kavimler göçünden korkuyor? Çünkü biri kaybettiğinin peşinde öteki elde ettiğini koruma derdinde…

Bunlar doğru ama bir otorite olmadan da düzen sağlamak imkânsız.

Söylemek istediğimiz tam da bu. Çünkü sosyal yapı çatışma ve dayanışma üzerine kurulmuştur. Çatışma ve dayanışma düzen ve dengeye kavuşturulmazsa kargaşa ve dengesizlikler ortaya çıkar. Öyleyse otorite şart. Ama bunun hak ve adalet esaslı olması gerekir. Aksi takdirde otorite bir zulüm aracına dönüşür. İşte peygamberler otoriteyi ortadan kaldırmak için değil, bunun hak, adalet ve merhamet esası üzerine kurulmasını telkin ve tembih için gelmişlerdir. Hiçbir peygamber salt otorite peşinde koşmamıştır. Hükümdar peygamberler olan Hz. Davud ve Hz. Süleyman bile sürekli hak ve adalet titizliği içinde görevlerini yerine getirmişler, küçük bir aksaklık durumunda bile ilahi ikaza maruz kalmışlardır.

Editör: Mehmet Çalışkan