Musa TEKTAŞ

Malatya Darende Şeyh Hamid-i Veli Camii Müezzini

Milli marşımız, bize göstermiştir ki insan ve toplumlar her şeylerini kaybederler ama asla özgürlüklerini bırakmazlar. Özgürlük ekmek gibi, hava gibi lazımdır. Vatanda yaşamanın, toprakları yurt yapmanın, ülke olmanın ve bağımsız ve bağlantısız olmanın ve özgürlüğün simgesi kısacası devlet olmanın ilk şartı 724 eser arasından ittifakla seçilen İstiklal Marşı’mızdır.

O günkü dünya geneline baktığımızda savaş, kıtlık, tehcir, sefalet öne çıkmıştır. Duyarlı bir kalem olarak Akif, böyle ortamlarda, canhıraş duygularla kendisini toplum agorasına atmış ve avazı çıktığı kadar milletinin sesine tercüman olmaya çalışmıştır. Akif için (1908-1918) arası on yıllık dönem her anın yaşanmışlığı ile her şeyin göz önünde cereyan ettiği bir çaresizlik ve mücadele dönemidir. Millî kültürümüzün, coşkun duygularımızın tercümanı olan İstiklal Marşı, değerlerimiz ve fikirlerimiz bakımından Türkiye Cumhuriyeti’nin hürriyet sevdasını haykırır.

İstiklal Marşı, sömürgeci düşmanlara karşı kurtuluş mücadelesi veren aziz milletimizin direnişinin destanıdır. Bu müstesna eser milletimizin canı pahasına vatanını her durumda koruyacağının dünyaya anlatımıdır.

“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.

O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;

O benimdir, o benim milletimindir ancak.”

Kıtanın genel açıklamasını Rıdvan Canım ve Etem Çalık (2007: 42) şöyle vermektedir: “Milletim, akşamın alaca karanlığında dalgalanan kırmızı renkli sancağım ülkemde bir tek aile kalmayıncaya kadar dalgalanacaktır, endişe etme, korkma. Sancak, milletimin güvencesidir, sembolüdür, bahtıdır, (onun için) parlayacaktır. Sancak benimdir, sancak ancak ve ancak milletime aittir.”

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması için vatansever kalplerin birleştiği bir ortamda, ümitlerin kesilmeye, çıkış yolları düşmanlar tarafından tutulmaya çalışıldığı bir dönemde Akif gelecek tasavvurunu betimliyordu. Yarın bütün ülkede aydınlık yarınlara ulaştırabilecek bakışların marşı söylenecekti. Kurtuluş Savaşı bir yeşil dal ümidi, toplumda bir ümit ışığıydı.  Mustafa Kemal önderliğinde liderini bulmuş bir toplum, makûs kaderini değiştirmek için varlık mücadelesine girmişti. Toplumun her bir ferdi, kadın, erkek, çocuk tek vücut hâlinde düşman gücüne karşı set oldular. Anadolu'nun her bucağına sızan düşmanı vücuttan atmak için bir bir seçiyorlardı. Zaman durmuş; durmayan, kaçan düşmanı izliyordu, alkışlayarak. Düşman cephesinde hesaplar alt üstü olmuştu. Kendilerince karşılarında azmi kırılmış bir halk vardı; kendilerininse teknoloji harikası güçlü orduları vardı. Karşı konulabileceğini hayal bile etmiyorlardı. Hâlbuki hayallerinin bittiği yerde gerçeğin soğuk yüzü vardı.

Mehmet Akif Ersoy bu kıtada, korkuya mağlup olmaması için Anadolu insanını uyarır ve ona umut olur. Sen, mefkûren ve ideallerin için rahat ol, bu uğurda canını dahi vermeye hazırsın zira der, dolayısı ile kaybedeceğin bir şey kalmadı, bundan sonra hep kazanacaksın, şeklinde ifade eder.

Korkma vurgusu ve şafak kelimesi gurup manasında kullanılmıştır. Alsancak tabiri ise şanlı Türk Bayrağı’na işaret etmektedir. Cesaretli bir milletin gök seması kadar yeryüzünde de var olacağının işaretidir. Al bayrak yer düşmeyecek bu aziz milletin son ocağı tütene kadar korunacaktır. (Banarlı Nihat Sami, Resimli Türk Edebiyatı, MEB Yay. C: 1-2.)

“Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!

Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?

Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...

Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklal!”

Kıtanın genel açıklamasını Canım ve Çalık (a.g.e. s. 43.) şöyle verir: “Ey nazlı bayrağım! Yüzünü asma, kızma, ben sana kurban olurum. Bu şiddet, bu kızgınlık niçin? Kahraman milletime bir kez olsun gülümse. Gülümsemezsen, senin için, senin uğruna döktüğümüz kanlar sonra helal olmayacaktır. Çünkü bağımsızlık, Allah’a iman eden milletimin hakkıdır.”

İstiklal Marşı’nın “bayrak” vurgusuyla başlayıp “bayrak” vurgusuyla bitmesi Akif’in bayrağı sembolleştirmesiyle daha büyük önem kazanmaktadır. Bayrakla birlikte ifade edilen “al sancak”, “şafak” sözcükleri de bu mısralardaki inancın Oğuz Kağan’ın ‘Güneş bayrak, gökyüzü çadır.’ tarzında ifade bulan evren tanımlaması arasında bir benzeşimi hatırlatmaktadır. Çağdaşı olan Yahya Kemal’in bu anlamı bir mirî mâl olarak ‘Kendi gök kubbemiz’ tarzında kavrama büründürmüş olması da aynı bağlamda hayatî ve medenî bir düşünce olarak kök akrabalığı olarak söylenebilir.

Mehmet Akif Ersoy, gerginliğin ve öfkenin hâkimiyet ve sahip olma duygusunu körelteceğini açıklar. Bayrak, bir anlamda canlı bir varlık gibi değer görür, her türlü psikolojik ve sosyal baskıdan uzak insanların başaracağını ve bağımsız olacağını söyler. Dolayısıyla Akif, bağımsızlığın sembolü olan, uğruna canlar verilen bayrağımızın üzülmemesini ve millete küsmeden, gücünü topyekûn bir toplum ruhuyla ortaya koyan milletine gülmesini, yeni güzellikler getirmesini diliyor. Öfke değil, bize sağduyu aşıla. Senin için akıtılan kanlar, feda edilen canlar hatırı için bize geleceği müjdele. Çünkü Hakka kulluk eden bu aziz millet hür ve bağımsız bir şekilde gücünü ortaya koyacaktır. Zaten bu kendi hakkıdır. (Çağbayır Yaşar, İstiklal Marşı’nın Tahlili, TDV Yay

Editör: Mehmet Çalışkan