Prof. Dr. İbrahim COŞKUN
Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi


Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;
Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.
N. F. Kısakürek 


İslam sanatı, varlığı İslam düşüncesi açısından canlandırma gayretidir. Sanat insanidir, güzellik ise ilahi olup Rahman’dan feyizlenir. İnsan, ilahi nurları celbetmek için insani mertebelerdeki yükselme derecesine göre ilahi güzellikleri hisseder. Onun için güzellik ruhun ve vicdanın kavradığı manevi bir lezzettir. Bu anlamda Kur’an’a göre sanat; hislerle gerçekleşenin ötesine yönelmek, maddi gerçeklerle manevi güzellikler arasında irtibat kurmaktır.

Müslümanlar, her zaman sanatın merkezî bir konumda olduğu ve hâlâ olmaya devam ettiği İslam medeniyetini inşa etmişlerdir. Mimariden şehir planlamasına, hüsn-i hattan tezhibe, şiir ve diğer edebî türlere kadar İslam medeniyetinin meydana getirdiği ürünlere bakan bir kişi sanatın İslam dünyasındaki konumunu ve önemini açıkça görür. İslam medeniyeti hayatın güzellik boyutuna dayanır ve “Allah güzeldir, güzeli sever.” (Müslim, İman, 147.) hadisinde de işaret edildiği gibi güzelliği Allah’a dayandırır. Kuşkusuz Allah, herhangi bir güzel nesne ya da varlık gibi temaşa konusu değildir. Allah’ın güzelliği, sonsuz ve asla maddi olmayan kendine özgü varlığıyla ancak eylemlerine ve kâinatta yarattığı varlıklara bakılarak kavranabilecek bir husustur. Bu hadiste en dikkat çekici olan şey, “güzel” kavramının sonsuz bir varlığa da nispet edilerek sonsuz bir anlam alanına kavuşturulmasıdır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Allah, dağların yaratılışı ve yapısından bahsederken “İşte bu her şeyi en sağlam şekilde yapan Allah’ın sanatıdır.” (Neml, 27/88.) buyurmaktadır. En küçüğünden en büyüğüne kadar O’nun yarattığı canlı cansız her şeyde bambaşka bir güzellik, insanı aciz bırakan bir sanat görülür. O kadar ki mecazi bir ifade de olsa Kur’an’da Rabbimiz “sıbgatullah” yani Allah’ın boyasından söz eder ve “Boyası Allah’ınkinden daha güzel olan kimdir?” (Bakara, 2/138.) buyurarak beşeriyete meydan okur. Yine aynı şekilde insanlığa hidayet rehberi olarak gönderdiği son ilahi kitabın bir suresinin dahi benzerinin getirilemeyeceğini beyan eder. (Bakara, 2/23.)

Allah şüphesiz ki her şeyi güzel yaratmıştır. Ancak insanı daha güzel bir yapıda ve surette yaratmıştır. (Tin, 95/4.) İnsanın en güzel bir şekilde yani ahsen-i takvim üzere yaratılmış olması, belinin doğrulmasından, biçiminin güzelleşmesinden, melekelerinin yükselmesinden akıl, irfan ve ahlakıyla ilahi güzelliğe ermesine kadar her türlü güzelliği kapsar. Onun esas güzelliği sadece şekil ve suretinde değil duygusunda ve özellikle “güzellik” denilen manayı anlamasında ve o duygudan güzellerin güzeli, en güzel Yaratıcı’nın en güzel olan kemal sıfatlarını tanıyıp O’nun ahlakıyla ahlaklanmasında gizlidir. 

Beşer düzeyinde bu güzellik, en mükemmel şekliyle Allah’ın âlemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamber Efendimiz’de tezahür etmiştir. Kısa bir müddet sonra kapatılacak olmasına rağmen onun bir mezar çukurundaki ahengi bozan bir tümseğin dahi düzeltilmesini isteyerek: “Aslında böyle şeyler ölüyü ne sıkar ne de ona rahatlık verir fakat bu, sağ olanların gözlerine güzel görünmek içindir.” (Buhari, Cenaiz, 42.) buyurması İslam sanat anlayışının kapsamını, onun en iyi fiilî ve sözlü tebliğcisinin sanat ve estetiğe verdiği önemi göstermektedir. Yine o Rahmet Elçisi’nin Allah’ın her şeyin üzerine iyilik ve güzellik yazdığını bir hayvanı dahi keserken güzel bir şekilde kesmeyi (Müslim, Sayd 57.) buyurması; ibadetin, eylemin, düşüncenin, sözün, sesin, oyunun, eğlencenin, kısaca her şeyin sanat ve estetik ruhuyla güzel bir şekilde yapılmasını istediğini göstermektedir. 

İslam belli bir sanat şekli takdim etmez. Bütün sosyal konularda olduğu gibi o, işi maksada ve amaçlanan hedeflere bağlar. Sanat, küfre ve şirke şiar edilirse onu yasaklar, haram kılar ve yıkılmasını emreder. Hz. İsa’nın çamurdan kuş heykeli yapmasında (Âl-i İmran, 3/49.) olduğu gibi sanatı; Allah’ın kudretinin ve nimetlerinin gözler önüne serilmesine sebep oluyorsa mubah kılar. Bir sanat eseri de olsa hayra vesile olmayan, faydası dokunmayan herhangi bir şey meşru görülmez. Müslüman sanatçı, yaptığı işin hayırlı bir iş olduğu, kendisine ve başkasına faydası dokunduğu oranda ibadet olacağı bilinciyle sanatını icra eder. Tabii ki bu fayda bazen sadece ahirette beklenen bir hayır olabilir. Bu yönüyle Müslümanın sanata olan faydacı yaklaşımı pragmatizm olarak yorumlanamaz. 

İslam sanatının temel amacı kişilerin sağlam iman ile Allah’a bağlanmalarını sağlamaktır. Sanat ve estetik duygusundan Allah’a imana giden bir yolun bulunduğu muhakkaktır. Çünkü insan fıtratında mevcut olan Allah inancı estetik duygu ile daha kolay harekete geçebilmektedir. Gazali’nin Allah’ın varlığına dair “nizam delili” bir çeşit sanat/estetik delil görünümündedir. Gazali’ye göre insanı hayvandan ayıran en belirgin özellik, insanın öz varlığında, yerde ve göklerdeki varlıklarda görülen hayret uyandırıcı güzelliklere nazar etmek ve Allah’ı bilmektir.

İslam sanatının temel amaçlarından biri de karşılaşılan zorlukları sanat ile kolayca aşabilmeyi, hayatı kolaylaştırmayı sağlamaktır. Çünkü sanatın alanı ile insanın hâkim olmaya çalıştığı alan birdir. Öteden beri estetik bakış hayatın bütününü canlandırabilseydi bütün gündelik işler ve zorunluluklar, gerek o andaki özellikleri gerekse taşıdıkları anlam bakımından daha zevkli ve kolay olurdu. Özellikle en çok kavga ve gürültünün yaşandığı yönetim sahasında, insanlar ideal düşüncelere yönlendirilebilir ve baştan beri insani gerçeklere daha uygun yönetim mekanizmaları oluşturulabilirdi. Bu anlamda Aristo’nun en önemli sanat sahası olarak politikayı hedef göstermesi yerinde bir tespittir. Çünkü sanat ile insan ruhundaki yüce duyguları canlı tutmak ve insanlar arasında hoşgörü ve sevgi iklimi oluşturmak mümkündür. Muhteşem mimari özellikleri olan camilerde kılınan namazların ayrı bir manevi haz verdiği herkesin ifade ettiği bir gerçektir. Yine müziğin insan ruhundaki duyguları güçlendirdiği, ruh sağlığını olumlu yönde etkilediği, dolayısıyla sanatsal uğraşıların toplumsal barışı, hoşgörüyü ve verimliliği artırdığı bir gerçektir. 

Sanat, bir yönüyle de gerçek dinin estetik olarak tebliği anlamına gelmektedir. Mümin inancını, hayata bakışını, olayları yorumlamasını sanatla daha kolay gerçekleştirebilir. İlahi öğretide doğruların ve güzelliklerin kişisel olarak benimsenip yaşanması yeterli görülmez. Onların başkalarına sunulması gerekir. Fakat güzellikler güzel bir şekilde takdim edilmelidir. Bunun için gerçek sanat ve güzellik unsurlarını bozulmamış ilahi dinden ayırmak mümkün değildir. 

İslam sanatının temel ilkesi Allah’ın birliği (tevhid) ve O’nun her türlü eksiklikten münezzeh olduğudur (tenzih). İslam’da sanat faaliyetlerinin tam olarak anlaşılması, tahlil ve takdir edilmesi, bu iki ilkenin daima göz önünde bulundurulmasını gerekli kılar. Bu ilkelerin gereği olarak Müslüman sanatkâr, güzelliği yarattığına değil keşfettiğine inanır. Allah’ın Cemal sıfatının eseri olarak var olan her türlü güzellik; sanatkârın faaliyeti sayesinde dokunulabilir, görülebilir ve duyulabilir hâle gelmektedir. Bir mümin olarak sanatkârın görevi, sadece estetik zevki tatmin etmek değil birliğin ve nurun perdesini aralayarak hakikatin bilinmesine yardımcı olmaktır. Tevhid ve tenzih ilkesi, Müslüman sanatçıları soyuta yöneltmiştir. Bu yüzden Müslüman sanatçılar geometrik unsurları tercih etmişlerdir. Bu durum sadece süsleme sanatında değil minyatür sanatında da kendisini göstermektedir. 

İslam sanatına damgasını vuran tevhid ve tenzih ilkesi en çok cami mimarisinde görülmüştür. Bu ilkelerin gereği olarak camilerde boşluğa ve aydınlığa önem verilmiş, bununla sonsuzluk duygusu ön plana çıkarılmaya çalışılmıştır. Allah her yerde mevcuttur fakat görülmez. O hâlde ona mekân tahsis etme veya onu resimle temsil etme iddiasında bulunmak doğru olmaz. Müslüman sanatçıların soyut, arabesk ve boşluğa yönelmesinin arka planındaki itici güç, “insan-tanrı” simgesiyle özdeşleştirebilecek her türlü benzetme ve benzeşme biçiminden uzak kalmak anlamına gelen tenzih inancından kaynaklanır. Zira Allah’ı bilmek, mutlak gayb âleminin konusu olması hasebiyle O’nun olgular âlemindeki bir misalle cisimleştirilerek ya da teşbihe kaçarak tanıtılması mümkün değildir. Bunun anlamı, ilhamcı/antikite sanat anlayışında olduğu gibi “tanrı-insan” imajını öne çıkarmak yerine insan ile yaratıcısı arasındaki mutlak cismani anlamda benzememeye dayalı mesafeyi vurgulamayı tercih etmektedir. Müslüman sanatçılardaki bu sanat anlayışı, İslam inançlarını daha önce pek çok dinde özellikle de İslam’dan önceki hak din olan Hristiyanlıkta görülen dejenerasyondan korumuştur.  

İslam sanatının bir başka ilkesi “istikrar içinde değişim”dir. Bu durum en iyi hüsn-i hat sanatında görülmektedir. Bu sanatta “dökülme”, “dağılma”, “kendi başına buyruk olma” intibaını verecek hiçbir unsura yer verilmez. Orada bağımlılık ile bağımsızlık arasındaki gerilim yok edilmiştir. Her harf hem müstakildir hem de birliğe, bütünlüğe bağlıdır. Yazı, hem harflerin şeklini korumak hem onlar arasındaki birleşme imkânlarının sonsuzluğunu göstermek zorundadır.

Yaklaşık üç yüzyıldan bu yana niceliğin egemen kılındığı bir çağda yaşıyoruz. Bu düşünce atmosferinde insanın metafizik yönü hep ihmal edilmiştir. Fakat bu yaklaşımın insanlığa esenlik getirmediğini sosyal gözlemciler açıkça söylemektedirler. Bu evren anlayışının sürdürülmesi de fazla mümkün gözükmemektedir. Kanaatimizce bu olumsuz durumdan kurtulmanın yolu, insanın yeniden maneviyatını keşfedip niceliğe olduğu kadar niteliğe de değer vermesiyle mümkün olacaktır. Böyle bir dönüşümde İslam sanat anlayışının önemli bir köprü vazifesi göreceğine inanıyoruz. Fakat bunun gerçekleşmesi için günümüzde öncelikle İslam sanatının gelişmesini engelleyen sebepleri görüp mücadele etmemiz gerekmektedir. Bazı kesimlerce lafızcı bir din yorumu ile sanatın dar bir alana hapsedilmeye çalışılması, her türlü sanatsal faaliyetin israf olarak değerlendirilmesi, yaratma kavramıyla ilişkili olarak Allah’ı tenzih etme adına sanatçının rolünün neredeyse yok sayılması, güzel (hüsün) ve çirkinin (kubuh) bütünüyle öznel/izafi sayılması, yeniden değerlendirilmesi gereken konulardan bazılarıdır. Yaşadığımız küresel dünyada ve iletişim çağında sanatın gücü ve önemi dikkate alındığında söz konusu konularda yeni yorumlara ihtiyaç olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Kanaatimizce bu konuda dikkate alınması gereken en temel ilke, tıpkı eşyada olduğu gibi sanatta da esas olanın “ibaha” olduğu, haram olanların cüzi ve sınırlığı olduğu gerçeğinin dikkate alınmasıdır.
 

Editör: Mehmet Çalışkan