Ayşe Nur ÖZKAN
İstanbul Kadıköy Vaizi

Yoğun ve yorucu iş temposuyla uzun yıllar çalışan bir yönetici, günün birinde emekliye ayrılır. Artık huzur içinde yaşamak, biraz da sessiz, sakin bir hayatın tadını çıkarmak ister. Bu düşüncelerle şehir merkezindeki evini satar, gürültüden uzak bir mahallede tam istediği gibi bir ev bulur ve hemen satın alarak oraya yerleşir.  

Emekliliğin birkaç ayını gayet mutlu ve huzur içinde geçirir. Ancak eğitim öğretim yılının başlamasıyla beraber başlangıçta önemsiz gördüğü detayın ne kadar önemli olduğunu fark eder. Çünkü evinin hemen yanında bir lise vardır. Okulların açıldığı ilk gün dersten çıkan öğrenciler bağıra çağıra yolun üzerindeki çöp bidonlarını tekmeleyerek oyun oynarlar. Bu çekilmez gürültü ya da işkence günler boyunca sürer. Sonunda emekli yönetici dayanamaz, bir karar verir ve ertesi gün kararını uygulamaya koyulur.

İsterseniz burada biraz ara verelim ve şu soruyu kendimize soralım: Böyle bir olayla karşılaştığımızda biz nasıl bir tepki veririz? 

Mümin ülfet eden ve kendisiyle ülfet edilen kimsedir. 

Sağlıklı ve huzurlu bir hayatın vazgeçilmez unsurlarından biri de şüphesiz kendimizle ve yakın çevremizle kurduğumuz anlamlı ve kaliteli ilişkilerdir. Hepimiz kişilik özelliklerimiz, zevklerimiz, isteklerimiz ve tercihlerimizle birbirimizden ayrılırız. Birbirimize iyi gelen yönlerimiz olduğu kadar, tahammül etmekte zorlandığımız, iyi ilişkiler kurmada sıkıntı yaşadığımız zamanlar da olabilir. Hayattaki başarımız bu problemlerle başa çıkmada kullandığımız yöntemlerde kendisini gösterir. Sorunların çözümünde birbirimizden farklı tutum ve tekliflerle karşılaştığımızda olayları derinleştirerek çoğaltmak yerine çözüm üreten, kolaylaştıran taraf olabilmek erdemli insanların özelliklerindendir. “İstediğim gibi yaşarım, dilediğimi söylerim, canım ne isterse yaparım…” düşüncesiyle beslenen davranışlara girmek, psikolojik ve ahlaki açıdan hem kendimizi hem birlikte yaşadığımız kişileri yıpratır.  

Peygamber Efendimiz, bir hadisinde müminleri “başkalarıyla ülfet eden, güzel geçinen” kişi olarak tanımlar; münafıkları ise “ne onların başkalarıyla ne de başkalarının onlarla ilişki kurabildiği kişi” (Müsned II, 393.) olarak tarif eder. Ülfet, ilişkilerde uyum, birlik ve beraberliği güçlendiren, insanların birbirine sevgi duyması ve destek olmasını sağlayan; kaynaşma ve birlikte yaşama eğilimidir. Kişilik özelliklerimiz ve karakterimizden yansıyan farklılıklar sebebiyle herkesle güçlü bağlar kuramaz, dost olamayız. Fakat İslam’ı temsil eden kişiler olarak “İslam” kelimesi içinde yer alan esenlik, huzur ve barışın sembolü olmaya gayret etmek, anlaşmazlıklar söz konusu olduğunda uzlaşmacı tutumlar sergilemek hepimizin görevidir. 

Herkesle dost olmak zorunda değiliz ama geçinmeyi öğrenebiliriz.

Peygamber Efendimiz, insanları iyi idare etmekle gönderildiğini hatırlatır bir hadisinde bizlere. Bir gün bir adam peygamberimizin huzuruna girmek için izin ister.  Peygamberimiz gelen kişinin sesini duyunca “Bu, kabilesinin en kötü oğludur!” der. Geçinilmesi zor, huysuz bir insandır gelen kişi. Peygamberimiz bu şahsı içeriye alır ve hoş sohbet eder. Adam gidince Hz. Aişe sorar: “Ya Resulüllah! Biraz önce sen o adam hakkında söyleyeceğini söyledin, aradan zaman geçmeden onunla güldün.” dediğinde Peygamberimiz: “İnsanların en kötüsü şerrinden dolayı insanların kendisinden çekindiği kimsedir.” açıklamasını yapar. (Muvatta, Hüsnü’l-hulk, 1.) Bu hadis bize bir yönüyle geçinilmesi zor kişilerin hayırlı insan olmadığını hatırlatırken diğer yönüyle bu karaktere sahip kişilerle birlikte olduğumuzda farklı yöntemlerle onların seviyesine inmeden kavgasız gürültüsüz bir geçimin de başarılabileceği bilgisini verir.    

Başarı formülünün en önemli bileşeni insanlarla iyi geçinmeyi bilmektir.

25 yaşında çok başarılı olacağı izlenimi veren fakat sonraki yıllarda kendilerinden beklendiği ölçüde başarılı olamayan genç yöneticiler üzerinde yapılan bir araştırmanın sonuçları insanlarla güzel geçinmenin sadece günlük hayatımızda değil, iş hayatımızda da ne kadar değerli olduğunu gösterir. Araştırmanın sonuçlarına göre bu kişilerde dört baskın özellik vardır: “İnsan ilişkilerinde başarısızlık, otoriter olmak, üst yönetimle anlaşamamak ve aşırı hırs.” 

Problemler karşısında ortaya koyduğumuz duygu, düşünce ve davranışlar hayatımızın şekillenmesinde önemli bir işleve sahiptir. Uzlaşmaya izin vermeyen çatışmacı tutumlar sergilemek ya da çözüm için farklı alternatifler denemeden “Elimden gelen bu kadar.” diyerek vazgeçmek sorumluluklarımızdan kaçmak demektir. 

İnatçı problemler, alışılmış çözümlerin dışına çıkılarak halledilebilir.

Şimdi hikâyeye kaldığımız yerden devam edelim. Sakin ve huzurlu bir ev hayali, öğrencilerin okul çıkışında gazoz kutularını top gibi kullanıp maç yapmaya başlamalarıyla suya düşen emekli yönetici, her gün çocukların çıkardığı seslere dayanamaz, bir karar verir ve uygulamak için bekler. Ertesi gün okuldan çıkan çocuklar gürültüyle eve doğru yaklaşırken kapının önüne çıkar ve onlara şöyle seslenir: 

“Her gün sizi seyrediyorum, harika gençlersiniz, eğlenmeyi seviyorsunuz. Ben de sizin yaşınızdayken aynı şekilde gürültü çıkarmaktan çok hoşlanırdım. Siz bana kaybettiğim gençliğimi hatırlatıyorsunuz. Neşenizi kaybetmenizi hiç istemem. Gelin sizinle bir antlaşma yapalım. Siz her gün buradan geçerken gürültü yapmaya devam edin ben de size bunun karşılığında her gün bir lira vereyim.” 

Bu teklif gençlerin çok hoşuna gider ve gürültüyü sürdürürler. Birkaç gün sonra yaşlı adam yine gençlerin karşısına çıkar ve onlara şöyle der: “Çocuklar enflasyon beni de etkilemeye başladı bundan sonra size sadece elli kuruş verebilirim.” Gençler bu açıklamadan hiç hoşlanmazlar ama yine de devam ederler oynamaya. Aradan birkaç gün daha geçer ve yaşlı adam yine karşılar onları. “Bakın…” der, “Henüz maaşımı alamadım, bu yüzden size günde ancak yirmi beş kuruş verebilirim. Lütfen siz gürültüye devam edin, olur mu?” deyince  “Kusura bakmayın bayım.” der içlerinden biri, “Mümkün değil, günde yirmi beş kuruş için bu işi yapacağımızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Biz şu andan itibaren bu işi bırakıyoruz!”

Geçinmek isteyen yolunu bulur, geçinmek istemeyen bahanesini! 

Büyüklerimiz ne güzel söylemiş: “İnsan, kırk kapılı han!” diye.

Çaldığımız kapı açılmazsa denediğimiz yöntemler sonuç vermezse hemen ümitsizliğe kapılmayalım, vazgeçmeyelim. Açılmayan kapının önünde vakit geçirerek, kapıyı tekrar tekrar yumruklayarak enerjimizi tüketmeyelim. 

Geçelim ikinci kapıya, üçüncü kapıya. Değiştirelim yöntemlerimizi. 

Farklı arayışlar, yeni çözümler deneyelim. 

Nasip! 

Kimine ilk vuruşta açılır kapılar, kimine son vuruşta!

Editör: Mehmet Çalışkan