Doç. Dr. Mustafa Necati BARIŞ
Hacı Bayram Veli Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi

Kur’an-ı Kerim’de “… Gitmeye gücü yetenin o evi (Kâbe) ziyaret etmesi (hac), Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır…” (Âl-i İmran, 3/97.) ayetiyle anlatılan, Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından da İslam’ın beş temel esasından biri olarak tavsif edilen (Buhari, İman, 1,2.) hac, Müslümanlar için son derece önemli bir ibadettir. Zira hac, birçok dinde olduğu gibi İslam dininde de farklı sembolik anlamları bünyesinde barındıran ve gücü yeten her Müslümanın ömründe bir defa ifa etmesi gereken bir ibadettir. İslam’da her ibadetin bir tarihçesi olduğu gibi hac ibadetinin de kendine özgü bir tarihi vardır. İslami kaynaklarda yer alan bazı rivayetlere göre haccın Hz. Âdem’e (a.s.) kadar uzanan bir geçmişi bulunmaktadır. Ancak başta Kâbe olmak üzere söz konusu ibadetin ifa edildiği tüm kutsal mekânların ve bu ibadeti oluşturan uygulamaların neredeyse tamamının kökenleri Hz. İbrahim (a.s.) ve oğlu Hz. İsmail’e (a.s.) dayanmaktadır. Bununla birlikte Hz. İsmail’den Hz. Peygamber’e geçen süreçte söz konusu ibadetin özünde birçok değişikliğin ya da tahrifin meydana geldiği ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) veda haccındaki uygulamaları ve sonrasında hulefa-i raşidinin tatbikatlarıyla İslam dinindeki hac ibadetinin nasıl olacağı ortaya konulmuştur.

1. Hz. Peygamber döneminde hac ibadeti

Resul-i Ekrem’in (s.a.s.) çocukluk ve gençlik yılları ile peygamber olarak görevlendirildiği dönemde hac ibadeti; tavaf, umre, vakfe ve kurban gibi Hz. İbrahim’in tevhid inancına ait bazı özellikleri bünyesinde barındırsa da daha çok putperest geleneklerine göre ifa edilmekteydi. (İbn İshak, Sîre, 79-82; Ezraki, Ahbaru Mekke, 1/269-289.) Allah Resulü’nün açık davet dönemine geçildikten sonra yani bi’setin dördüncü yılından itibaren her sene hac mevsimini takip ederek Ukaz, Zülmecaz, Mecenne ve Mina gibi mevkilerde hacıları İslam’a davet ettiği de bilinen bir gerçektir. (İbn Sa‘d, Tabakât, 1/184-185.)

1.1. Attab b. Esid’in yönetimindeki hac

Medine’ye hicreti takip eden ilk yıllarda Müslümanların hac yapıp yapmadıkları, yaptılarsa hangi gelenek doğrultusunda bu ibadeti ifa ettikleri konusunda çok net bilgilere sahip değiliz. Ancak, Mekke’nin fethini müteakip (10-20 Ramazan 8/1-11 Ocak 630), Kâbe ve çevresinin putlardan temizlendiği, Mekkelilerin Hz. Peygamber’e (s.a.s.) biat ederek Müslüman oldukları, Allah Resulü’nün şehirden ayrılmadan önce Kâbe ile ilgili hicabe ve sikaye haricindeki diğer Cahiliye Dönemi hizmetlerini kaldırdığı ve şehrin valiliğine de Attab b. Esid’i tayin ettiği tarihen sabittir. (İbn Sa‘d, Tabakât, 2/124-135; İbn Hibban, es-Sîre, 108-189.) Yine Huneyn Savaşı ve Taif Muhasarası sonrasında Cirane mevkiine gelen Hz. Peygamber, umre yapmak üzere tekrar Mekke’ye dönmüş ve ibadetini tamamladıktan sonra şehirden ayrılmıştır. Bu sene (8/630) Mekke’deki Müslüman halk, Attab b. Esid’in önderliğinde müşriklerle birlikte hac yapmışlar (Vakıdî, Meğazi, 1/6, 3/958-960; İbn Hişam, es-Sîre, 4/139-141.), müşrikler ise kendilerine tanınan süre içerisinde haclarını Ebu Seyyare el-Advani’nin idaresi altında tamamlamışlardır. (Ezrakî, Ahbaru Mekke, 1/277-278.)

1.2. Hz. Ebu Bekir’in görevlendirildiği hac

Hicretin dokuzuncu (631) yılına gelindiğinde hac ibadeti farz kılınmış (İbn Hibban, es-Sîre, 212.) ve Allah Resulü (s.a.s.) Müslümanlara hac yaptırmak üzere hac emiri olarak Hz. Ebu Bekir’i görevlendirmiştir. Hatta söz konusu görevlendirme, İslam tarihinde hac emirliği kurumunun ilk örneği olarak kabul edilmiştir. Cahiliye Araplarının nesî uygulamaları üzerine asıl zamanında gerçekleştirilmeyen bu hacca, henüz müşrik Araplara hac yasağı gelmediğinden onlarla beraber aynı ortamda bu görevi ifa etmemek için Hz. Peygamber (s.a.s.) katılmamıştır. (Kasım b. Sellam, Kitabü’l-Emval, 256.) Hz. Ebu Bekir’in önderliğindeki hac kafilesi yola çıktıktan sonra Tevbe suresinin ilgili ayetleri nazil olmuş ve hac esnasında bu ayetlerle Allah Resulü’nün mesajlarını iletmek üzere Hz. Ali vazifelendirilmiştir. Buna göre, içinde bulunulan hac mevsiminden sonra hiçbir müşriğin bir daha hac yapamayacağı ve çıplak bir biçimde Kâbe’yi tavaf edemeyeceği, müşriklerle yapılan tüm anlaşmaların dört ay içinde son bulacağı ve müminlerden başkasının cennete giremeyeceği mesajı başta hacda bulunan insanlar olmak üzere herkese ve her yere duyurulmuştur. (İbn Hişam, es-Sîre, 4/187-190; Vakıdî, Meğazi, 3/1076-1078.)

1.3. Allah Resulü’nün haccı

Mekke’nin fethiyle Kâbe putlardan temizlenmiş, hicretin dokuzuncu yılındaki hac ile de bundan sonra müşriklerin hacca gelemeyeceği, şirk içeren örf ve âdetlerin Allah’ın evinde icra edilemeyeceği ilan edilmişti. Bu suretle Mekke, İslam’ın haccına ya da Hz. Peygamber’in (s.a.s.) veda haccına hazır hâle getirilmişti. Hicretin onuncu yılında gerçekleşen bu hacca kaynaklarımızda farklı isimler verildiği görülmektedir. Bu isimler arasında en meşhuru “veda haccı”dır. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.) bu hacdan sonra bir daha hacca gidememiş ve ashabıyla burada vedalaşmıştır. Söz konusu hacca verilen diğer bir isim de “İslam haccı” yahut “tamam haccı” olmuştur. Çünkü haccın farz kılınmasını müteakip Hz. Peygamber’in (s.a.s.) gerçekleştirdiği ilk hacdır. Aynı zamanda İbn Abbas da bu hacca veda haccı şeklindeki bir isimlendirmeyi hoş karşılamamış ve İslam haccı tabirinin daha doğru olduğunu belirtmiştir. Yine bu hacca verilen başka bir isim ise “belâğ haccı”dır ki bunun sebebi de Hz. Peygamber’in (s.a.s.) İslam dinine veya tevhid inancına uygun bir haccın nasıl yapılacağını, uygulamalı olarak bu hac esnasında göstermiş olmasıdır. (Ezraki, Ahbaru Mekke, 1/278; Belazüri, Ensabü’l-eşraf, 1/473.)

Daha çok Veda Haccı olarak bilinen ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) daveti üzerine sayıları yüzbinlerle ifade edilen Müslümanın katıldığı hicretin onuncu (632) yılındaki bu hacca da Allah Resulü bizzat Müslümanların başında katılmış ve İslam’a yahut tevhid inancına uygun bir haccın nasıl olması gerektiğini uygulamalı bir biçimde göstermiştir. (Vakıdî, Meğazi, 3/1088-1115; İbn Sa‘d, Tabakât, 2/157-170.) Ayrıca, veda haccı sırasında Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yolculuk hazırlıkları, Medine’den yola çıkışı, yol güzergâhı, Mekke’ye ulaşması ve şehre giriş mevkii, hac ibadetiyle ilgili uygulamaları (hac emirliği vb.) ve içeriği açısından yaptığı konuşmalar gibi hac ibadetinin özüne dair ortaya koymuş olduğu yenilikler, kendinden sonra oluşan hac geleneğinde son derece önemli bir yere sahip olmuştur. Yine veda haccı, bir taraftan Hz. Muhammed (s.a.s.) aracılığı ile gönderilmiş olan İslam dininin her yönüyle kemale erdiğine işaret ederken diğer taraftan da hac ve umre ibadetlerinin anlamını ve ifa ediliş şeklini ortaya koyan, âdeta çok geniş katılımlı büyük bir toplantı mesabesindedir.

2. Hulefa-i Raşidin döneminde hac ibadeti

Hz. Peygamber’den (s.a.s.) sonra iş başına gelen, başta hulefa-i raşidin olmak üzere tüm halifeler ve hükümdarlar Allah Resulü’nün veda haccı örnekliğinde olduğu gibi ya bizzat hac seyahatlerine iştirak ederek ya da kendilerine vekâleten bir hac emiri görevlendirmek suretiyle Müslümanlar için önemli bir vecibe olan hac ibadetinin huzur ve düzen içerisinde ifa edilebilmesi için son derece hassas davranmışlardır. Bu bağlamda Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer, hilafetlerinin ilk yıllarında hac emiri olarak başka isimleri tayin etmişler diğer yıllarda ise bu görevi bizzat yürütmüşlerdir. (İbn Sa‘d, Tabakât, 3/171, 264; Halife b. Hayyat, Tarih, 117, 119, 125, 129, 154-155.) Hz. Osman, halifeliğinin ilk ve son yılları haricinde her yıl hacca giderek söz konusu görevi deruhte etmiş (İbn Sa‘d, Tabakât, 3/60; Halife b. Hayyat, Tarih, 157-159.), Hz. Ali ise hilafeti döneminde yaşanan iç karışıklıklar nedeniyle Müslümanların başında hacca gitme fırsatı bulamamıştır. (Halife b. Hayyat, Tarih, 198; Taberi, Tarih, 4/576, 5/92, 132, 136.) Yine, Hz. Ebu Bekir’in başlattığı hac seyahatlerine başta valiler olmak üzere üst düzey devlet yöneticilerini ve halkı davet etme ve farklı bölgelerden gelen halka yöneticilerinden şikâyetlerinin olup olmadığını sorma geleneği Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerinde de devam ettirilmiştir. (İbn Sa‘d, Tabakât, 3/171, 274; Taberi, Tarih, 4/165-166, 397.)

Hulefa-i raşidin döneminde gerçekleşen hac ibadetlerindeki ilk anlaşmazlıkların Hz. Osman döneminde yaşandığı görülmektedir. Hicretin 29. (650) ve 30. (651) yıllarındaki hac yolculuklarında, halife namazları seferî olarak kılmamış ve bu yüzden ashabın önemli isimleri tarafından eleştirilmiştir. Hatta onun bu icraatı, ilerleyen süreçte halifenin muhalifleri tarafından olumsuz propaganda yapmak ve ölümünü haklı kılmak için öne sürülen gerekçelerden biri olarak kullanılmıştır. (Taberi, Tarih, 4/267-268, 287, 346-347; İbn Hibban, es-Sîre, 295.) Hz. Ali dönemi ile artan toplumsal gerilim hac ibadetlerine de yansımış, H.39 (659) yılı haccı Hz. Ali ile Muaviye arasındaki çekişmeye sahne olmuş (Belazüri, Ensab, 3/219-221, 249.) ve bu tarihten günümüze bakıldığında Mekke’nin ve Kâbe’nin hem hac mevsimlerinde hem de sair zamanlarda maalesef birçok kavgaya ev sahipliği yaptığı kayıtlara yansımıştır.

Editör: Mehmet Çalışkan