Prof. Dr. Adnan Bülent BALOĞLU

Günümüzde gençlerin hayatı anlama ve amaçlandırması çoğunlukla sorunludur. Hayat karşısında billurlaşmış bir tavır almaları, maddi dünyaya dair saf bir bakış kazanmaları, hayatın içinde gömülü bir define olan anlamı keşfetmeleri uzun sürer. Şimdilerde bunun biraz daha uzun ve sancılı olmasının birkaç sebebi var. İlk sebep, ergenlik yaşının aşağıya çekilmesi ve bitiş yaşının uzaması. Gencin içinde kopan fırtınanın dinmesi ve duru bir kimlik bilincine erişmesi kimi tıp uzmanlarına göre 24 yaş sınırına dayandı. Bu, genel bir kabul olan 18 yaşın artık yavaş yavaş tarihe karışıyor olduğu anlamına geliyor. Ergenlik yaşı gecikince hayata yüklenen anlam ve hedeflenen amaçlar da gecikiyor ve bu, stres üretebiliyor. Sağlıklı bir sosyal çevre hayatın anlam ve amacının belirlendiği mekândır ancak anlam ve amacın keşfi için ruhsal ve fiziksel çaba gerekir. Bu esnada, hayatı çözümlemiş uzman rehberlere de ihtiyaç vardır. İkinci sebep, hayatın anlam ve amacını kavrama çağının açgözlü bir tüketim hırsıyla gölgelenmiş olmasıdır. Kapitalist popüler kültürün teşvik ettiği tüketim hırsı yalnızca bir tüketim oburluğuna yol açmaz, aynı zamanda akıl tutulması, bilinç yarılması, şahsiyet parçalanması gibi daha derin hasarlara da sebep olur. Anlam ve amacın keşfini geciktirmede en az bunlar kadar işlevsel olan bir diğer sebep ise mekanik/çi bir dünya, evren ve insan tasavvuru üzerine temellenen modern pozitif eğitim sistemidir. Bu bilimci anlayışın fırça ve tuvalinden çıkan yenidünya portresinde ne insana ne de ilahi olana yer vardır. Kâinatın işleyiş ve düzeninde, insanın dünyasında söz sahibi bir ilahi güç/yaratıcı kudret devre dışı bırakılmıştır. Adına doğa denen “yaratıcı enerji” hem insanı hem de diğer canlı cansız her şeyi tek başına ortaya çıkarma gücüne sahiptir. Zihinlere kuşkunun tohumlarını atan bu kısır anlayış, gençlerin inanç sorularının artmasında ciddi pay sahibidir. Mevcut fiilî durum, maalesef, bir taraftan gençlerin hayat tarzına hükmeden tüketimci popüler kültür karşısındaki çaresizliğimizi, ilahi müdahaleyi yok sayan evrimci/bilimci kültür kuşatmasıyla gelen seküler kozmolojik tasavvura dur demedeki acizliğimizi haykırıyor yüzümüze. 

Yeni fizik ve teknik

Gençlere sunulan tüketim ve eğitim paketlerinin muhtevası ile gençlerin inanç soruları arasındaki ilişki bize çok şeyler söylüyor. Yeni teknik ve fizik bilimler “insanın ruhunu ve sonsuzluktaki kaderini hiçe saymak” için âdeta tam bir teyakkuz hâlindedir bugün. Bunu ben demiyorum sadece, aynı şeyi küresel insanlığın durumunu mercek altına aldığı “İnsanın Durumu” adlı harika eserinde Amerikalı tarihçi Lewis Mumford da diyor. (Çev. Alim Arlı, 2017, İstanbul: Açılım Kitap, 332, 333.) Ona göre, bu yeni teknik ve fizik, soyut teolojiye hapsettiği ruhu insanın hayatından ebediyen çıkarmış ve yerine her şeyin ölçüsü ve ölçütü olarak makinayı koymuştur. Sırf hatırı kalmasın diye dine ara sıra selam çakan, yarım yamalak kabullendiği, âdet yerini bulsun diye ara sıra dil ucuyla göndermede bulunduğu tanrıyı işlerine bulaştırmayan yeni fizik ve teknik bize açık bir mesaj veriyor: Gelecek, duygusal ruhtan ve hastalıklı bedenden arınmış makinanındır! Duyduğunuz ses, teknik ve teknolojinin önünde dini ve tanrının varlığını mutlak engel gören transhümanizmin ayak sesleridir! Bilimin bir sonraki aşaması transhümanist bilimdir. Tanrısız ve ahlaksız bir bilimdir bu! Çünkü transhümanist bir bilim tanrıya nefret doludur.  

Amerikalı fizikçi Richard Feynman, üniversiteye giden gencin eğitim almaya başladıktan sonra dine karşı şüphe beslemesine yol açan ihtimaller üzerinde durur. Birincisi, genç bu eğitimi ateist bilim insanlarından almaktadır ve bu, kötülüğün öğretmenden öğrenciye yayılma sebebidir. İkincisi, “Az bilgi tehlikelidir!” kaidesi gereği, genç bir parça bilim öğrenir öğrenmez kendini allame sanmaya başlar. Üçüncü ihtimale göre, bilimi eksik ya da kusurlu anlayan genç, bilimle din arasında bir uyumun olabileceğini hatırına getirmeksizin bilimin tanrı inancını çürüteceği zannına kapılır. Tanrıya inanan pek çok bilim insanı tanıdığını söyleyen Feynman, tanrı inancını terk eden gencin nihayette “Şimdi tanrı eğer orada yoksa belki de etik ve ahlaki değerler de yanlıştır.” aşamasına geleceğini söyler. Dini kaybeden genç, en büyük ilham kaynağından kendisini mahrum bırakmış olur. (Richard P. Feynman, Her Şeyin Anlamı, Çev. Osman Çeviktay, İstanbul: Alfa Yay., 27-31.) Anlayacağınız, hayatın anlamını kavrama ve varoluşun üzerindeki sır perdesini kaldırmak için elzem olan kılavuzunu tavan arasına atmıştır. 

Ahiret biletini iade edenler

Yaratıcısını köşesine inzivaya gönderen, hatta onu inkâr edip rolünü üstlenen, Kitab-ı Mukaddes’in cennet tasvirlerinden esinlenerek ahiret biletlerini iade edip yeryüzünün bâkir alanlarında kendilerine “dünyevi” cennetler kuran küçük bir azınlık var. Ancak bilinmesi gerekir ki bu küçük azınlığın cenneti çoğunluğun cehennemidir. Bu cehennemi görmek isteyenler başlarını kaldırıp toprakları, doğal kaynakları ve insan sermayeleri tarumar edilen, açlık, sefalet, terör ve savaştan kıvranan coğrafyalara lütfen bir baksınlar. Dünyevi hayatın zevklerini sınır tanımaksızın tadan, sırtı pek karnı tok bu azınlık, yakın bir gelecekte dünyevi işlerini robotlara terk edecekler ve bu sefer de arzın yeni tanrıları olarak kendilerini inzivaya çekeceklerdir. Ancak daha önce halletmeleri gereken bir önemli sorun var. Daha güçlü, daha akıllı, daha sağlam, daha dayanıklı, hastalıkları, çürümeyi ve ölümü yenmiş standart bir “yeni” insan modelinin seri üretimine bir an evvel geçmeleri gerekiyor. İnsanın biyolojik sınırlılığını tarihe gömmüş, her alanda kapasitesinin doruklarına tırmanmış bir “biyonik” insanın imali için yapılan hummalı çalışmaları onlar fonluyor.    

Tanrıyı köşesine gönderip kendisine tanrılık rolü kapan, uhrevi cenneti dünyevi cennete tahvil eden beyaz “üst insan”, insanın günahının kefareti olarak çarmıha boyun eğen “yarı tanrı”, “oğul İsa”yı “biyonik İsa” olarak geri döndürmeyi hedefliyor. Yenilenmiş, dinsel özelliklerinden arınmış (seküler), hastalıklı, çivilerle ve dikenlerle delik deşik edilmiş bedeninden sıyrılmış, yarı insan cismini terk etmiş İsa! Ne var ki ince bir ayrıntı var; bu İsa öyle beklenildiği gibi göklerden gelmeyecek. Bu İsa, yeryüzünde mutlak gücü ele geçirmiş, dini iptal etmiş, ruhu öldürmüş, tanrısına evrenin ve insanın işlerinden el çektirmiş, cenneti yeryüzüne indirmiş, ölüme çare bulmuş, hastalıklı bedeninden kurtulmuş, hafızasını çiplere yüklemiş insan ötesi varlıkların bedenlerinde gelecektir. Yani, biyonik/yarı robot ya da insansı siber organizmaların bedenlerinde gelecektir. Hristiyanlığın İsa’sı, seküler biyonik İsalar olarak geri dönecektir. Geliş anı, beyaz üst insanın ölüme çare bulduğu gündür! Böylece tanrının müdahalesine gerek kalmadan Hristiyanlığın kehanetleri bu dünyada beyaz “üst insan” eliyle gerçekleşmiş olacaktır. Özlenen dünyevi sonsuzluk kapıdadır! 

Sorular, sorular…

Gelelim gençlerin sorularına… Gençlerin sorularından din deyince anladıkları şeyin dinin sahip olduğu anlam ve bütünlükten uzak, parçalı bir dışavurum olduğunu söylemek sanırım gereksizdir. Bu soruların hayatı anlama ve yorumlamada, hayatın ve olayların bilişsel haritalarını çıkarmada onlara ne kadar yardımcı olacağı şüphelidir. Hâlihazırda piyasada bu sorulara cevap veren pek çok yayın var; Diyanet Dergisi’nin “Kafama Takılanlar” köşesi de bu amaca hasredilmiştir. Esas sorun, bu soruların gencin ruhsal gelişimine, ruh dünyasını sağlıklı kurmasına yardımcı olup olmayacağıdır; ruhunun rahatsız edici derin dip akıntılarını dindirip dindirmeyeceğidir. Gerçekte bu sorular bir hakikat ve anlam arayışının ardından gelen sorular mıdır? Bölük pörçük, her biri farklı bağlama hitap eden soruların cevaplarını kıvrak bir zekâyla birbiriyle uyumlu bir bütün hâline sokacak duru zihinlere de ihtiyaç vardır. Hakikat, bizim ona yüklediğimiz anlamla değer kazanır ancak onun ağırlığını göze alacak bir yürek, bir vicdan ve ayrıca, kadrini ve kıymetini idrak edecek bir bilinç de ister. Din yalnızca metafizik soruların soyut cevaplarından ibaret değildir. Din aynı zamanda sosyal hayatın en görünür uygulamalar bütünüdür. Soruların cevaplarının üzerinde buluştuğu “anlam” gerçek değerini gündelik hayatın ilişkiler yumağında bulur. Yaşamanın anlam ve amacını genellikle bitip tükenmek bilmez bir istek ve arzular menüsü etrafında döndüren bir gencin Müslüman hayatın taleplerini kavrama sıkıntısı çekeceği aşikârdır. Hayat denen şey, bütünün bir parçası olmaktır. Amaç, soruların cevaplarını alıp kendini ıssız adacığına tekrar kapamak ise soru sormak kendinde bir alaycılığı da barındırır. Bu, yol tarifi soran bir adamın, cevabın ardından, yolu tarif edenin şaşkın bakışları arasında tam aksi istikamete dönüp gitmesine benzer. Bunun izahı, kapitalizmin tüketim deryasında teknesini güzel güzel yüzdürürken işine gelmeyince yan çizip “Dünya beni olduğum gibi kabul etsin!” bencilliğine tekrar gömülmektir.        

Gençlerin inanç sorularının yeni fizik ve tekniğin seküler kozmoloji (evren bilimi) anlayışı ile bağlantılı olduğunu görmemiz gerekir. Bu yeni fizik ve teknik sadece Allah inancından, ilahi yaratma ve müdahale olgusundan değil, Allah fikrinden bile ciddi rahatsızlık duyan küresel seküler bilimci camianın kontrolündedir. Bu hâliyle bu yeni teknik ve fizik, kapitalist liberalizmin tanrının olmadığı, ahlak ve vicdanın sükût ettiği bir sömürü dünyası ve bunu ayakta tutan küresel iktisadi düzenle de uyumludur. Gençliğin önüne konan derin metafizik sorular dikkat dağıtma ve algıları sakatlama işlevi görmekten başka bir işe yaramamaktadır. “Gençler soruyor, gençlerin soruları var!” yaygarasıyla aynı soruları temcit pilavı gibi önümüze sürenler gayet iyi biliyorlar ki kozmolojinin işleyişindeki ilahi düzen ve müdahale algısı yıpratılan gencin, cevaplarını alsa bile, ruhsal hayatını boğan derin dip akıntıları dinmeyecektir. Çünkü her bir soru hayatın anlamını yoğuran hakikatin yalnızca küçük bir parçasıdır. Sağlam bir kalıtımsal malzemeyi, dengeli bir ruh bütünlüğünü, insanlığın iyiliğine güdümlü bir eylem seferberliğini ve nihayet bir şahsiyet billurlaşmasını da gerektiren büyük bir yapbozun ufak bir parçasıdır.   

Öyleyse…

Amaçsızca soruların peşinden gidip hedeften sapmak yerine, gencin dünyaya nasıl baktığını anlamak, hangi hedeflerin peşinden koştuğunu analiz etmek, kaçtığı sorunlarla yüzleşmesine yardımcı olmak, toplumun ortak duygularını paylaşmaya hazır olup olmadığını bilmek öncelikli amaçlarımız olmalıdır. Onların yılgınlıklarını, hayal kırıklıklarını ve özgüven yitimlerini tamir etmemiz zorunludur. Soruların, onların ruhlarının derinlerine demir atmış daha başka gerçek sorunlarının üstünü örtmesine izin vermemeliyiz. Aksi takdirde, gençlerin dinî hayatını sadece belli sayıdaki inanç sorusuna kilitleyenlerin ekmeğine yağ sürmüş oluruz. Soruların gençliğin iman krizine işaret edip etmediğini bir sonraki yazımıza bırakıyoruz. 

Editör: Mehmet Çalışkan