Dr. Mehmet BULUT
DİB Emekli Başkanlık Müşaviri

Vaaz hizmeti, İslam’ın başından itibaren icra edilmiş bir hizmet alanıdır. Osmanlı döneminde büyük camilerin her birinde vaiz bulunuyordu. Bu hizmet, kuruluşundan itibaren Diyanet İşleri Reisliğinin bütün tarihi boyunca da şu veya bu şekilde yerine getirilmiş ve bu görevi icra eden hizmet erbabı sürekli bulunmuştur. Dönemsel olarak Reislik yıllarında vaaz hizmetleri, nispeten birbirinden farklı unvanlardaki kişiler tarafından yerine getirilmiştir: Vaiz, cuma ve kürsü vaizi, cezaevi vaizi, gezici vaiz, bölge vaizi, fahri vaiz, dersiam, müderris gibi. Bu farklı unvanlardaki kişilerden bir kısmı memur, bir kısmı ise ücretini vakıflardan alan hayrat hademesi kapsamında olmuştur. Şöyle ki Reislik bütçelerinde “vaiz” unvanıyla yer verilen hizmet erbabı memur kapsamında ve idareleri Reislikte olurken cuma ve kürsü vaizleri, 1931’den 1950’ye kadar idari yönden Evkaf Umum Müdürlüğüne bağlı olmuştu. Bunu söylerken izahı ve anlaşılması zor bir uygulamadan söz ettiğimin farkındayım; ancak vakıa böyle idi.

Bu yazıda bir vaizlik mesleği olan ve Osmanlı’dan Reisliğe intikal eden cuma ve kürsü vaizliği (“kürsü vaizliği” belli bir döneme kadar “kürsü şeyhliği” olarak isimlendirilmişti) konusunda, bize ayrılan yerin izin verdiği nispette özet bilgi sunmaya çalışacağım. Mevzuun aslında ilmî bir makale konusu olduğunu hemen belirtmeliyim.

Detaylı bir kavramsal tahlile girişmeden kısaca belirteyim ki kürsü şeyhliği ve cuma ve kürsü vaizliği benzer, hatta bazen aynı anlamda kullanılmıştır. Buna göre “Kürsü Şeyhliği”, normal vaizlikten ayrı ancak yine de vaizlik mesleğine (silk) dâhil bir cihet, bir hizmet dalıdır. Osmanlı döneminde belli başlı selatin camilerinde, cuma günleri okunan hutbeyi cuma namazından sonra vaaz şeklinde halka açıklamak, cemaate nasihat etmek üzere camilere kürsüler konmuş ve bu görevi yerine getirmek üzere normal vaizler dışında “kürsü şeyhi” adıyla hususi kadrolar oluşturulmuştu. Buna göre kısa bir tanımla kürsü şeyhleri, cuma günleri cuma namazından sonra vaaz eden görevlilerdir. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın verdiği bilgiye göre cuma vaizlerine “kürsü şeyhi” denmesinin sebebi, bu kişilerin ayrıca bir tekke şeyhi olmalarındandır. Nitekim başlangıçta bu cihete, tesirli vaaz ve sohbetleriyle tebarüz etmiş marifet ehli tekke mensupları tayin edilmiştir. Bu cümleden olarak Recep Akakuş hocamız, Osmanlıların yükseliş döneminde ve başta Zenbilli Ali Efendi olmak üzere İbn Kemal ve Ebussûd gibi dinî otoriterlerin hâkim olduğu yıllarda Ayasofya Camii kürsü şeyhliklerinin İstanbul Kocamustafa Paşa Tekkesi şeyhlerinden Sünbül Efendi ve Merkez Efendi’ye tevcih edildiğine dikkat çekmektedir. (“Camilerimiz”, Diyanet Gazetesi, sy. 356, Ekim 1988, s. 2-3.) Ancak zamanla bu cihete, ehliyetli, takva sahibi ulema da tayin edilmiştir.

Sebilürreşad dergisinde 1919’da yayımlanan “Kürsü Şeyhleri (Selâtîn Şeyhliği)” başlıklı makalesinde müderris Mehmed Emin, Osmanlı döneminde normal vaizlik yanında cuma vaizliği, kürsü şeyhliği adıyla bir vaaz ve irşat mesleğinin ihdası konusunda özet bilgi vermişti. Ona göre bazı selatin camilere kürsü şeyhlerinin/cuma vaizlerinin tayini, “sırf sünnet-i Resule ittiba” kastıyla Arapça tertip edilen hutbelerde okunan ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerin manalarına tam olarak vâkıf olamayan kişilerin de faydalanmalarını temin amacıyla yapılmıştı.

Adı geçen müderrise göre başlangıçta Osmanlı padişahları Eyüp Sultan’daki Fatih Camii’ne cuma namazından sonra sair dinî ahkâmı tebliğ etmekle birlikte namazda irat olunan hutbenin anlam ve meziyetlerini anlatmak üzere “cuma vaizi” namıyla vaiz tayin etmişlerdi. Bilahare cuma vaizliği tarikat şeyhleri için bir silsile ve ilmî bir meratip hâlini almıştı. Tertip ve terfi açısından selatin camilerine ait 33 dereceli bir hüviyet kazanarak önem ve sosyal itibar bakımından diğer vaizliklerden ayrılmışlardır. Tertip ve terfi konusundaki silsile takibi sadece 33 selatin camiindeki kürsü şeyhliklerinde uygulanmakta iken merkez ve taşradaki diğer kürsü şeyhlikleri bu tertibin dışında tutulmaktaydı. Başlangıçta İstanbul’da yedi selatin camiinde cuma vaizi bulunuyordu. Bunlar tertip üzereydi, yani kendi aralarında bir silsile oluşturuyordu. Bu camiler aşağıdan yukarıya doğru Eyüp Sultan, Sultan Selim, Sultan Mehmet, Sultan Bayezid, Süleymaniye, Sultan Ahmet ve Ayasofya-i Kebir camileriydi. Bu camilerin herhangi birinde boşalma olduğunda silsile aşağıdan yukarıya doğru sürdürülüyor, boşalan en alt kademedeki camiye yeni vaiz tayin ediliyordu. Buna göre mesela bu tertibin en üst derecesi olan Ayasofya’da boşalma olduğunda Eyüp Sultan vaizi Sultan Selim’e, Sultan Selim vaizi Sultan Mehmed’e, Sultan Mehmed vaizi Sultan Bayezid’e, Sultan Bayezid vaizi Süleymaniye’ye, Süleymaniye vaizi Sultan Ahmed’e ve Sultan Ahmed vaizi de Ayasofya-i Kebir’e nakil ve terfi edilirlerdi. Anlaşılacağı gibi diğer cihetlerde olduğu gibi kürsü şeyhliği cihetinin en üst derecesi ve en itibarlısı da Ayasofya Camii Kürsü Şeyhliği/Kürsü Vaizliği idi. 1139 (1727-1728) tarihlerinde ise cuma vaizliği görevi verilmiş kişilere “selatin şeyhliği” unvanı da verilmişti. Yine sözü edilen tarihte, Sultan Üçüncü Ahmed’in annesinin Galata ve Üsküdar’da, dedesinin de Ağa Kapısı’nda yaptırdığı camilerle Şehzade Camii için de birer cuma vaizi tayin edildi. Çünkü bu camiler de büyüklük ve bilhassa cemaatinin çokluğu itibarıyla zikri geçen camilerin altında değildi. Dinin dünyevi ve uhrevi faydalarını telkin için bu dört camiye dört vaiz tayini müftü tarafından padişaha takdim olunmak üzere bir ilam tertip edildi. Bununla kürsü şeyhleri için mevcut meratibe dört paye daha ilave olundu.

Müderris Mehmed Emin’in verdiği bilgilere ilave olarak belirtelim ki belli bir meratiple görevli tayini şeklindeki kürsü şeyhliği zamanla 33’e çıkartılmış, artık bu sayı sabitlenmiş ve bu sistem İstanbul’daki belli selatin camileri için geçerli olmuştur. Aşağıda ayrıca belirtileceği gibi Reisliğin ilk birkaç yılında da bu sayı muhafaza edilmiştir. Ancak Osmanlı yıllarında merkez İstanbul ve taşrada “kürsü şeyhi” unvanıyla bazı camilere bu tertibin dışında da görevli tayin edildiği anlaşılmaktadır.

Hutbelerde okunan ayet ve hadislerin veya başka bir ifadeyle Arapça okunan hutbelerin cuma namazından sonra cemaate izahı şeklindeki uygulama da zamanla farklılaşmış ve hem Osmanlı’da hem de Cumhuriyet’in ilk yıllarında bu hizmet bir vaaz ve irşat şekline dönüşmüştür.

Tarihî süreçte dinî nitelikli hizmetlerden bir kısmının mahiyetinin ve icra şeklinin teselsül ettiğini, aynen veya kısmen sürdürüldüğünü daha önceki yazılarımda belirtmiş olmalıyım. Osmanlı döneminde ihdas edilen ve Diyanet İşleri Reisliğinde belli bir tarihe kadar sürdürülen cuma ve kürsü vaizliğini de bu cümleden sayabiliriz. Ancak zamanla -muhtemelen ihtiyaç kalmadığı için- bu mesleğin kaldırıldığını ve bu adla vaiz istihdamına son verildiğini hemen belirtmeliyim.

Osmanlı döneminde olduğu gibi Reisliğin 1924 ve 1925 bütçe cetvellerinde 10 ila 4 lira arası maaşlı 33 kürsü şeyhi kadrosu bulunuyordu. 1924 yılında Reisliğin ayrıca 477 normal vaiz kadrosu bulunmaktaydı. Keza 1926 yılında da bu sayı değişmemiştir. Ancak 1929’da sayı 27’ye, 1931’de 26, 1934’te 25’e düşecektir. 1931’de Reislikten Evkaf Umum Müdürlüğüne devredilen hayrat hademesi kadroları arasında 16 ila 6 lira arası maaşlı 26 cuma ve kürsü vaizi kadrosu da bulunmaktaydı. Buna göre 1927 veya 1928’den itibaren, boşalan kadrolara yeni tayin yapılmadığını söylemek mümkündür. Yukarıda da işaret ettiğim gibi cuma ve kürsü vaizleri, diğer hayrat hademesi gibi 1931-1950 yılları arasında idari yönden Evkaf Umum Müdürlüğüne bağlı olmuştur.

Arşiv belgelerine baktığımızda mesela 1926 yılı itibarıyla kürsü şeyhliği ile cuma vaizliği kadrolarının ayrı ayrı unvan olduğunu ama çoğunlukla aynı kişinin, aynı caminin hem kürsü şeyhi hem de cuma vaizi olduğunu görüyoruz. Mesela Midhat Efendi, Ayasofya Camii’nin hem kürsü şeyhi hem de cuma vaizidir ve her iki kadro için ayrı ayrı ücret terettüp ettirilmiştir. Kürsü şeyhi olarak bir kişinin farklı camilerde hizmet ettiğine de rastlanmaktadır. 
Tekke ve zaviyelerin seddine ilişkin 1925 ve 1928’deki yasal düzenlemeler sonrasında “kürsü şeyhi” unvanının artık kullanılmadığı açıktır. Nitekim bu kadrodaki kişiler, mesela 1950 bütçe cetvellerinde “İstanbul Cuma ve Kürsü Vaizleri” adıyla yer almıştı.

23 Mart 1950 tarihinde kabul edilen Reisliğin 5634 sayılı teşkilat kanununa eklenen geçici bir madde ile Vakıflar Genel Müdürlüğü 1950 Yılı Bütçe Kanununa bağlı (D) işaretli cetveldeki “İstanbul Cuma ve Kürsü Vaizleri” başlığı altındaki kadroların bu cetvelden çıkarılarak 1950 bütçe kanuna bağlı (D) işaretli cetvelin Diyanet İşleri Başkanlığıyla ilgili kısmına eklendiği belirtilmiş; ancak sözü edilen bütçe kanununun bahsi geçen cetvelinde bu adla değil sadece vaiz ve gezici vaiz kadroları yer almıştı. Sözü edilen kanunla ayrıca bütün vaizler maaşlı kadrolara geçirilmişti. Nihayet 1965’te kabul edilen 633 sayılı kanunda da Başkanlığın taşra görevlileri arasında yine sadece vaiz ve gezici vaiz kadroları yer almıştı. Buna dayanarak cuma ve kürsü vaizi unvanlarının 1950’ye kadar kullanıldığını, bu tarih itibarıyla bu unvanda olanların da vaiz olarak istihdam edildiğini söyleyebiliriz.

1950’de, idarelerinin Reisliğe iadesinin hemen öncesinde, Vakıflar Genel Müdürlüğü 1950 Yılı Bütçe Kanununun (D) cetvelinde son olarak yer alan İstanbul cuma ve kürsü vaizlerini, hayırla yâd edilmelerine vesile olmak üzere burada zikretmek istiyorum: Sultanahmet Camii: Nuri Işık, Süleymaniye Camii: Fahri Ardalı, Beyazıt Camii: Cemal Öğüt, Fatih Camii: Nuri Evrem, Nuruosmaniye Camii: Mustafa Kalaycıoğlu, Sultanselim Camii: İsmail Yörüyen, Eyüp Camii: Osman Nuri Özbiricik, Laleli Camii: Sıtkı Tekel, Yeni Camii: Hakkı Özgören, Şehzade Camii: Fahri Ültan, Üsküdar Ceditvalide Camii: Cevdet Edis.

Sonuç itibarıyla selatin camilerine ait bir vaizlik müessesesi olan ve Müslüman halka vaaz ve nasihat etmek, onlara dinî vazife ve sorumluluklarını hatırlatmak gayesiyle kurulan kürsü şeyhlikleri/cuma vaizlikleri, Müslümanların dinî, ilmî, ahlaki ve sosyal açıdan aydınlatılması, dinî bilgi düzeylerinin yükseltilmesi, hayra ve güzelliklere yönlendirilmesi maksadıyla kurulmuştur. Günümüzdeki vaizlik hizmetleri, yukarıdan beri anlatılan ve tarihî bir değeri olduğunda kuşku bulunmayan cuma ve kürsü vaizliğine olan ihtiyacı ortadan kaldırmış olabilir. Ancak bu gelenek, mesela yine cuma namazlarından sonra, zamanları müsait olan cami cemaati için daha çok sohbet konseptinde bir irşat hizmeti olarak da pekâlâ sürdürülebilir.

Editör: Mehmet Çalışkan