Taha KILINÇ

Osmanlı İmparatorluğu’nun fiziki sınırları oralara kadar uzanmamış olduğundan mıdır bilinmez, Fas’la ilgimiz de bu harika coğrafyaya dair bilgimiz de oldukça sınırlı ve kısıtlıdır. Oysa daha ülkenin isminden başlayarak oralarda çok yakın bir bağlantımız var. Bakınız nasıl:

1800’lerin ilk yarısından itibaren, Osmanlı İmparatorluğu topraklarında Batılılaşma ve modernizasyon çabalarına hız verildiğinde bu durum, kendisini kılık kıyafette de göstermişti. Sarık takan son Osmanlı padişahı, III. Selim oldu. Ondan sonra, Sultan II. Mahmut’tan başlayarak Osmanlı padişahları hep fes ve ceket pantolon giydiler. Sarığın yerine ikame edilen fes, Tunus ve Mısır üzerinden Osmanlı başkentine gelmişti; ancak asıl anavatanı bugünkü Fas’ın Fes şehriydi. Kırmızı keçe külahlar öylesine yaygınlık kazandı ve kabul gördü ki, bütün Arap dünyasının Mağrib olarak isimlendirdiği bu güzel ülke, Osmanlı lisanında “Fas” olarak yerini aldı. Günümüzde de bu ilginç alışkanlık hâlen devam etmektedir. Bizden başka hiçbir ülke ve halk, Mağrib’i “Fas” olarak isimlendirmemektedir üstelik.

Fas, tarih ve kültür bakımından İslam dünyasının en zengin ve kendine özgü ülkelerinden biri. Atlas Okyanusu’ndan Atlas Dağları’na, oradan da Sahra Çölü’ne doğru uzanan Fas, 35 milyonluk bir nüfusa sahip. 700’lü yılların ikinci yarısından itibaren İslam’la tanışan ülkenin tamamına yakını Müslüman. Fas’ı adım adım keşfetmek isteyenlere yardımcı olabilmek için diğer İslam ülkelerinde pek bulunmayan bir özelliğini öne çıkarmak ilham verici olabilir:

Fas’ta “saltanat başkentleri” olarak anılan 4 büyük şehir, bugün de siyasi ve ekonomik açıdan önemini korumaya devam ediyor: Rabat, Marakeş, Fes ve Meknes. Şimdi bu dört şehir hakkında bazı özet bilgiler verelim.

Rabat

İsmini eski dönemlerde savaşlara hazırlanmak ve ibadete kapanmak için inşa edilen küçük karakollardan (ribat) alan Rabat, bugün Fas’ın başkenti. 1195’te, o dönemde Fas’ı yöneten Muvahhidler devletinin hükümdarlarından Yakub el Mansûr tarafından kurulan Rabat’ın tarihî bölümü, günümüzde bir iç kaleden (bu kısma “kasba” deniyor) ve sur içi eski şehirden oluşuyor. Dev bir ahşap kapıdan girilen “kasba”, Ebû Regreg Nehri’nin Atlas Okyanusu’na döküldüğü noktaya inşa edilmiş. Gelgit olaylarının da yaşandığı sahil şeridinin karşı yakasında, 1600’lerde korsanların merkezi hâline gelen tarihî Selâ semti var. Fas’ı Muvahhidlerden sonra yöneten Merinîler, Selâ’yı imar ederek eserlerle donatmışlar.

Rabat’ta, tarih boyunca Endülüs’ten gelen Müslümanlar hep yerleşik olagelmiş. 1912’de Fransızlar tarafından başkent ilan edilmesinden sonra gelişme kaydeden şehrin tarihî dokusunun bozulmamasını -ironik bir şekilde- dönemin Fransız Sömürge Valisi General Louis-Hubert-Gonzalve Lyautey’e borçluyuz. Onun bizzat hazırladığı imar planları ve çıkardığı koruma kanunlarıyla Rabat’ın dokusunun günümüze ulaşması sağlanmış.

Rabat’ın tarihî merkezinin hemen yakınında, önemli bir ziyaretgâh daha bulunuyor: Hasan Camii. 1195’te Sultan Yakub el Mansûr’un emriyle 20 bin kişilik bir cami olarak inşasına başlanan mabet, 4 yıl sonra Sultan’ın vefatıyla yarım kalmış. 86 metre olarak tasarlanıp 44’üncü metrede yarım kalan minareyle, caminin ana alanını oluşturması için dikilen 200 mermer sütunu bugün de görmek mümkün. Cami kalıntısının kıble yönünde Fas Kralı V. Muhammed’le (1909-1961) iki oğlu [Kral] Hasan (1929-1999) ve Abdullah’ın (1935-1983) mezarları yer alıyor. 

Marakeş

Kaynaklarda “Kızıl şehir” olarak geçen Marakeş’e neden bu ismin verildiğini, daha şehre adım atar atmaz anlamak mümkün. İsmi Berberi lisanında “Allah’ın toprağı” anlamına gelen “murr-akuş”tan türetilen Marakeş, bölgede bolca bulunan kızıl renkli topraktan yapılmış evleriyle ünlü. Tarihte şehrin surları da aynı renkteymiş. Günümüzde ise mimari dokunun ana karakterini koruma adına, yeni binaları da kızıla boyuyorlar. 1062 yılında Muvahhidler’den önce Fas’ı yöneten Murâbıtlar’ın ünlü hükümdarı Yusuf bin Taşfin’in emriyle, onun komutanlarından Ebubekir bin Ömer’in temellerini attığı Marakeş, bugün özellikle Muvahhidlerin eserlerini barındırıyor. Bunun nedeni de Muvahhidlerin, ortadan kaldırdıkları Murâbıtlar’dan kalma her eseri yok etmeleri veya yeniden inşa etmeleri. Yeniden inşa etme hâlinin en çarpıcı örneği, Marakeş’in simgesi durumundaki ünlü Kutubiyye Camii. XII. yüzyılda ilk kez yapılan cami, Muvahhidler döneminde yıkılarak yeniden yapılmış. Bugün mevcut caminin yanı başında, eski caminin sütun kalıntılarını görmek mümkün.

Marakeş’in en hareketli ve ünlü noktası, eski şehrin merkezindeki Câmiu’l-Fenâ Meydanı. Kıyamet günündeki toplanmayı andıran bir kalabalığı sembolize ettiğinden dolayı bu adı alan meydanda yemek mekânları, maymun oynatıcılar, seyyar satıcılar, salyangozcular, cafeler, restoranlar, camiler bir arada. Burası, klasik Fas kültürünün âdeta özeti ve harmanı durumunda.

Şehirden ayrılmadan, Bedî ve Sâadî sarayları da ziyaret edilebilir. Endülüs’ü görmüş olanlar için buralar biraz sönük kalabilir fakat klasik Marakeş dokusunu özümsemek adına, uğransa güzel olur.  

Fes

Ehl-i Beyt’le soy bağlantısı bulunan İdrisî hanedanının kurucu babası Mûlay İdris tarafından 789’da temelleri atılan Fes, daracık sokakları, labirentlerle birbirine bağlanan mahalleleri, el sanatlarının her türlüsünün hâlâ yaşadığı çarşıları ve anıt eserleriyle, klasik İslam şehri prototipinin günümüzde yaşayan örneği. Hz. Hasan’ın torunlarından biri olan Mûlay İdris, şehrin sınırlarını altın bir kazmayla belirlediği için bu ismi alan Fes (Arapçada “fes” kazma anlamında), birbiriyle bağlantılı iki ayrı sur içi bölümden oluşuyor. Sokaklar öylesine karmaşık ve çapraşık ki Fes’i bir kerede keşfetmek imkânsız. Fes’in de bugünkü otantik dokusunun korunmuş olmasını sağlayan, tıpkı Rabat’ta olduğu gibi Fransız Sömürge Valisi General Louis-Hubert-Gonzalve Lyautey’dir.

Fes’in simge eseri, 859 yılında açılan Karaviyyîn Külliyesi. Tunus asıllı bir aileye mensup olan Fâtıma el Fihrî adlı bir hanım tarafından yaptırılan külliyede bir cami, medrese ve kütüphane var. 4 binden fazla nadir eseri barındıran kütüphane ve günümüzde bile ilmî geleneğini sürdüren medrese, “dünyanın ilk üniversitesi” unvanını da taşıyan külliyenin altın halkaları. İbn Haldûn, İbn Rüşd ve “Afrikalı Leo” olarak tanınan Hasan bin Vezzân, buranın en ünlü mezunları. 

Sur içi Fes’te ziyaret edilecek başlıca diğer mekânlar şöyle: Fes şehrinin kurucusu İkinci İdris’in (791-828) kabri, Merinî sultanı Ebû İnân Fâris tarafından 1357’de yaptırılan Ebû İnâniye Medresesi, Bâbu’r-Resîf’in iç kısmındaki Şuvâra semtinde yer alan deri boyama havuzları.

Meknes

Fes’e yaklaşık yarım saat mesafede bulunan Meknes, ismini vaktiyle civarda yaşayan Berberi kabilesi Miknâsa’dan almış. Gelişmiş bir tren sistemine sahip olan Fas’ta, iki şehir arasındaki mesafeyi trenle kat etmek mümkün. Fes’in aksine, Meknes’te özellikle ziyaret edilmesi gereken kısım sur içindeki eski şehir değil, “sur içinde sur” şeklinde ayrı bir bölge olarak tasarlanan kraliyet yönetim merkezi. Mûlay İsmail’in kabri, şehrin muhteşem kapıları ve eski camiler hep burada. Mûlay İsmail’in kabri, Fas’ta gayrimüslimlerin de ziyaret etmesine izin verilen iki önemli türbeden biri. Diğeri, başkent Rabat’taki V. Muhammed adına inşa edilen mozole. Burada da Fas’ın diğer şehirleri gibi namaz vakitleri dışında camiler kapalı olduğundan, namazlarınızı camide eda için vakitlere dikkat etmeniz şart.

Editör: Mehmet Çalışkan