Süreyya MERİÇ

Zatını Da’vet Buyurdu Bu Gece Rabbü’l Muin

Hulle vü Tac-ü Burakı Getirüb Ruhü’l-emin

Giydi Teşrif Eyledi Mi’racı Fahrü’l-mürselin

Nura Gark’oldu Efendim Hem Semavat-ü Zemin

Ramazana ruhen ve bedenen hazırlığın yapıldığı recep ve şaban aylarının kıymetli birer incisidir kandillerimiz.

Regaip, Berat ve Miraç kandilleri bu aylarda saklı bedii hazinelerdir. Recep ayının girmesiyle birlikte başlar müminin kutlu vakitleri. Kul, önce Regaip Kandili ile bütün dikkatini Rabbine yöneltir, onun rızasını kazanmanın yollarını arar. Rağbeti Allah’adır. Yaşamın baş döndüren koşturmacası içinde insanı kendine getiren önemli duraklardır kandiller.  Müminin gönlü dünya telaşına bir es verir. Gerçek sahibini hatırlar, gözlerini hakikate açar, el çekip masivadan Hakk’a yönelir. Ardından Miraç Kandili bütün bereketiyle gelir Müslümanın hanesine. Hz. Muhammed’in İsra suresinde de haber verilen Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya kutlu yolculuğu gerçekleşmiştir bu gecede. Oradan da yedi kat semaya yükseldiği gecedir miraç. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) gözümün nuru dediği beş vakit namaz ve müminlere bir müjde gibi bahşedilen Bakara suresinin son ayetleri bu gecenin eşsiz ikramlarındandır.

Her Miraç Kandili’nde “… Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın…” (Bakara, 2/286.) duaları yükselir semaya.  Yine Hz. Peygamber (s.a.s.) bu geceyi “Allah’a şirk koşmayanların büyük günahlarının bağışlanabileceği” sözleriyle muştulamıştır. (Müslim,  Îmân, 279.)

Hz. Muhammed (s.a.s.) için yazılan teşvihlerde ses bulur kandiller. Bunlardan biri de Aziz Mahmut Hüdai hazretlerinin kaleminden sadır olan şu sözlerdir:

Sadr-ı cem-i mürselin, sensin yâ Resûlallah

Bedr-i eflâki yakin, sensin yâ Resûlallah

Nûr-u sırâc-ı vehhac, âlemler sana muhtaç

Sâhib-ü tâc-ü mîrâc, sensin yâ Resûlallah

Bununla da kalmaz kandillerin nuru, nice divan sahibi edip, kelimelere döker gönüllerindekini. Adı regaibiyye olur, miraciyye olur, mevlit olur. Sazendenin sazına, hanendenin diline, hazirunun kalbine nakşolur beyitler. Temcitler minarelerden göğe yükselir. Her biri asıl itibarıyla niyazdır, ilahi dergâhın kapısında birer yakarıştır. Manevi bir iklim dört yanı kuşatır. Mümin kullar bu mübarek gün ve geceleri ibadet ve taatlerle bezerler. Gecesini kıyamla gündüzünü sıyamla geçirmeye özen gösterirler.

Mukaddes mekânları mübarek zamanları Allah’a niyazda bulunmak ve onun mağfiretini dilemek için birer imkân görmek gayet tabiidir. İlk peygamber Âdem’den (a.s.) günümüze değin insanoğlu için zaman ve mekân algısı farklı etkenler altında değişiklik gösterse de kimi gün ve ayları diğerlerinden mübarek kabul edilmiştir. Bazı vakitlerin, içinde gerçekleşen önemli olaylar sebebiyle diğer zamanlardan üstün tutuldukları hem Kur’an’ın hem de sünnetin bize haber verdiği bir gerçektir. Fakat bu mübarek zamanların, bereketini tecelli ettirmesinin en temel şartı müminlerin bu vakitleri Allah’a kulluk bilinciyle geçirmeleridir. Nice kıymetli zaman, değerini bilmeyen kulun elinde bir kayıptan öteye geçemez. Bu nedenle vaktin kıymetinin ona değer veren ellerde ziyadeleştiği unutulmamalıdır.

Yapılan duaların kabulü için daha ümitvar olunan, ifa edilen ibadetlerle Rabbin rızasını kazanma yolunda gayretkeş davranılan bu zamanların başında elbette ki mübarek ramazan ayı gelmekte; üç aylardan diğer ikisi olarak bilinen recep ve şaban ayları da ona mihmandarlık etmektedir.

Recep ayının başlamasıyla oruç tutmaya büyük önem veren Hz. Muhammed (s.a.s.), şaban ayının girmesiyle ibadet ve oruçlarını ziyadeleştirirdi. Bunu fark edip sebebi hikmetini soran ashabına şu cevabı vermişti Allah Resulü: “Bu ay recep ile ramazan arasında insanların gafil bulundukları bir aydır. Bu ayda ameller âlemlerin rabbi olan Allah’a arz olunur. Ben de amellerimin oruçlu iken Allah’a sunulmasını arzu ederim.” (Nesâî, Sıyâm, 70.) 

Her anını ibadet ve dua ile süsleyen Allah Resulü, böylesi özel zamanlarda yapılan dualara, kulluk ve ibadetlere özen gösterir ihlas ve samimiyetle rabbine yönelirdi. Efendimiz, bu mübarek günler için ashabını müjdelemiş, kiminde müminlerin günahlarının bağışlanacağını (Tirmizî, Savm, 39.) muştulamış, kiminde oruç tutarak müminlere örnek olmuştur. (Tirmızî, Savm, 40.) Bu özel vakitler İslam kültüründe kandil geceleri ve üç aylar olarak adlandırılmıştır. 

Efendimizin, dualara icabet edildiğini haber verdiği bu zaman dilimlerinden biri de Berat Kandili olarak bildiğimiz şaban ayının on beşinci gecesidir. Resulüllah’ın, “Şaban ayının on beşinci gecesi olduğu zaman, gecesinde ibadete kalkın. Ve o gecenin gündüzünde (on beşinci günde) oruç tutun. Çünkü o gece güneş batınca Allah Teâlâ dünyaya en yakın göğe inerek (rahmet nazarı ile bakarak) fecir oluncaya kadar, ‘Benden mağfiret dileyen yok mu, onu bağışlayayım! Benden rızık isteyen yok mu, onu rızıklandırayım! Belaya duçar olan yok mu, ona afiyet vereyim! Şöyle olan yok mu? Böyle olan yok mu?’ buyurur.” sözleri, bu gecede dua ve ibadetlerin ne kadar faziletli olduğunu bizlere anlatmaktadır.

Asıl itibarıyla insanın dua ve ibadet ederken zaman ve mekânla kurduğu ilişkide çift yönlü bir etkileşimden söz edilebilir. Yüce Allah insanı zaman ve mekânla kuşatılmış olarak yaratmış, ardından da onun bu iki mefhumla ilişkisini bir zemine oturtmuştur. İnsan dua ve ibadetleriyle zaman ve mekâna artı bir değer katarken kimi zaman ve mekânlar da insanın yaptığı ibadetlere değer katmaktadır. Bütün bu vakitler Yaradan’ın kuluna lütfudur. Fakat kul bu lütfu değerlendirmediği müddetçe vaktin mübarek olması ona bir fayda sağlamaz. Bu nedenle mümine düşen her anın olduğu gibi hassaten mübarek gün ve gecelerin kadri kıymetini bilmektir.

Editör: Mehmet Çalışkan