Söyleşi: Mahir KILINÇ

Ramazan ayı bizim kültür ve medeniyetimizde müstesna yeri olan bir aydır. Halkımız nezdinde de “on bir ayın sultanı” olarak nitelendirilir. İslam’ın ilk günlerinden beri bu ay değer kazanarak gelmiştir. Neden? Çünkü “Ramazan ayı, Kur'an'ın indirildiği aydır.” (Bakara, 2/185.) buyuruyor Allah Teâlâ. Kur’an bu ayda indirildiği için de Kur'an ayıdır aynı zamanda. Hâlbuki Kur’an-ı Kerim Peygamber'imizin yirmi üç yıllık nübüvvet hayatında parça parça indirildi. Bazı müfessirlere göre Kur’an-ı Kerim, dünyamıza en yakın semaya toptan indirildi, oradan da yeryüzüne Cebrail vasıtasıyla yirmi üç sene zarfında gece gündüz, sulh ve harp zamanlarında da indirilmeye devam etti. O itibarla ramazan ayı Kur’an-ı Kerim’in indirilmesiyle değer kazanmış bir aydır. Dolayısıyla bu ayın değerli olması pek tabiidir. Müslümanlar da bu değeri algılayarak hayatlarına indirmişler ve ona göre yaşamaya çalışmışlardır. Bu itibarla insanlar bu aya hürmette kusur etmemeye ve onu layıkıyla karşılamaya özen gösterirler. Ramazan gelmeden umumi temizlik yapılır, mutfak ve azıklar hazırlanır, gelecek misafirler için hazırlıklar yapılır. Camiler temizlenir, minarelerin bakımı yapılır, yanmayan kandiller tamir edilir, mahyalar hazırlanır. Yani ramazan, maddi manevi bir temizlik ayıdır. Ramazanı yaşarken de insanlar daha verimli, daha ahlaklı, daha insani olur. Ramazan böyle bir atmosferin oluşmasını sağlar.

Kur’an ayı olan ramazan ayının manevi ikliminin hissedildiği bu nadide zamanlarda Kur’an ile nasıl hemhâl olmalıyız? Ramazan ayında Kur’an ile buluşmamız nasıl olmalı?

Ramazanda Kur’an ile buluşmanın bir yolu camilerde okunan mukabeleleri dinlemektir. Eğer kendiniz Kur’an okumayı biliyorsanız bir hatim başlarsınız ve ramazan sonuna kadar hatim etmiş olursunuz. Bu vesileyle hem ahirete göçmüşlerinizi yâd etmiş hem Kur’an ile vakit geçirmiş hem de günlerinizi bereketlendirmiş olursunuz. Kur’an okumayı bilmiyorsanız da  Kur’an’ın Türkçe mealini alır okursunuz. Böylelikle de Kur’an’la bir bağ oluşturmuş ve Kur’anî bir dünyaya girmiş olursunuz, bu sayede tefekkür edersiniz. Bizim hayatımıza böyle intikal eder ramazan ayında Kur’an-ı Kerim. Ramazan günlerinin büyük bir bölümünü Kur’an’a ayırırsınız, Kur’an konuşursunuz. Böylece bu ay Kur’anî olarak değerlendirilmiş olur. Ramazan, Kur'an-ı Kerim'le yakınlaşmaya en güzel vesiledir. Cenabı Allah da kalbinize bir Kur’an sevgisi verir ki bu vesileyle Kur’an yolculuğunuz başlar. İşte o zaman ne siz ondan ayrılmak istersiniz ne de o sizden.

Ramazan ayının Peygamber Efendimizin hayatında coşkuyla karşılanan ve yaşanan bir ay olduğunu görüyoruz. Rabbimizin bizlere büyük bir ikramı ve lütfu olan bu ayı nasıl geçirmeli, neler yapmalı, nasıl idrak etmeliyiz?

Bizim toplumumuzda da ramazan ayı ikram ayıdır. Bu ayda iftarlar verilir. Günümüzde de pek çok kimse, kurum, kuruluş ve sivil toplum örgütü çeşitli yerlerde iftarlar verir. Bu iftarlarda fakir fukara doyar; bunun yanı sıra toplumun her kesiminden insanlar arasında bir birliktelik, bir yaklaşım ve kaynaşma meydana gelir. Böyle cemiyetlerin sıkça tertip edildiği yerlerde ramazan daha farklı idrak ediliyor ve algılanıyor. Ramazanda insanlar daha coşkuludur. Onların bu coşkularını, kaynaşma ve paylaşmalarını artıracak unsurlar fazladır bu ayda. Camiler teravih namazlarıyla dolar, camiye gelenlere namaz çıkışı ikramlar ve hatta iftar paketleri dağıtılır.

Peki, manevi coşkunun böylesi yoğun yaşandığı bir ayda bizler neler yapmalıyız, bu ayı nasıl değerlendirmeliyiz?

Ramazan ayının bizim için bir fırsat olduğunun idrakinde olmalıyız. Onu kaçırdık mı artık on bir ay bekleyeceksiniz. Dolayısıyla bir dahaki ramazana erişir miyiz, ömür ona yeter mi bilemeyiz. O yüzden Allah’ın bize sunduğu bu fırsatı değerlendirmeliyiz. Allah’ın rahmet kapılarını sonuna kadar açtığı bu kıymetli zamanlarda işlemiş olduğumuz günahlarımıza tövbe etmeliyiz. Ramazanda Cenabı Hakk’ın da rahmeti bol oluyor, eğer kulu O’na yönelirse onu asla reddetmiyor. Dolayısıyla kişinin evvela tövbe ile kendisini arındırmayı başarması gerekir. Ramazanı aynı zamanda kişinin kendisini ölmeden evvel hesaba çektiği bir ay olarak düşünüp kendimize yönelmemiz, ne yaptık ne ettik diye kendimizi bir hesaba çekmemiz lazım. Böylelikle hem günümüzde otokontrol dediğimiz mekanizmayı hayata geçirmiş hem Peygamber Efendimizin de tavsiyesini yerine getirmiş oluruz. Bizim toplumumuz teravih namazını,  orucu çok sever ve onları eksiksiz yerine getirmek için çaba sarf eder. Ancak bu ibadetlerin yanına sadece ramazanda değil her zaman beş vakit namazı da katmak için çaba göstermeliyiz. Teravih namazı sünnettir ama diğer namazlar farzdır ve daha çok sevaplı, Allah’ın daha çok hoşuna giden ibadetlerdir. Farzlar bizim en üst seviyede ibadetlerimizdir. Onlar için vakit ayırmak ve alışkanlık kazanmak için ramazan fırsatını iyi değerlendirmeliyiz.

Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “And olsun ki biz Kur’an’ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Var mı öğüt alan?” (Kamer, 54/17.) Kur’an’dan öğüt almak ve bunları hayat düsturu hâline getirmek için Kur’an’a nasıl yaklaşmalıyız?

Kur’an-ı Kerim’i altı yaşındaki, dokuz yaşındaki çocuk ezberliyor, 55 yaşına gelmiş birisi de ezberliyor. Bunlar yaşadığımız hayatta gördüğümüz şeyler. Yani Cenab-ı Hak bunu kolaylaştırmasa bunlar olmaz. O Kur’an'da birbirine kenetlenmiş öyle bir doku var ki birisini ezberlediğinizde ötekini kolaylaştırıyor. Böylece de Kur’an’daki ayetler hem anlamını tefekkür ederken  hem de ezberlerken birbirini çağrıştırır. Bir ayetin sonuna geldi mi öteki ayet insanın aklına geliyor. Bu arada Kur’an tekrar edilmezse onu unutmak da çok kolay oluyor. Onun için “And olsun ki biz Kur’an’ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık…” (Kamer, 54/17.) mealindeki ayette tezekkür de var, devamlı onunla meşgul olmak manası da var. Farkında değil misiniz, biz Kur’an-ı Kerim’i kolaylaştırdık, bu kolaylığa siz de gelin, deniliyor.

İşte, bunca kolaylaştırılan bu kitaptan alınması istenilen ne? İnsanların öğüt almaları. Öğüt almak için öncelikle öğüte talip olmak gerekir. Talip olmazsanız öğüt alamazsınız ki. Öğüde talip olmak için de tüm varlığınızla o öğüde yönelmeniz lazım. Güneşten nemalanmak isteyen çiçeklerin güneşe doğru yönelimi gibi insanların öğüde yönelmesi gerekir. Arkasını dönüp giden ya da benim öğüde ihtiyacım yok diyen öğüt alamaz. Dolayısıyla öğüt almak için öğüde hazır olmak ve susamak lazım. Kur’an’dan da öğüt almak için Cenab-ı Allah'a yalvarıp benim kalbime Kur’an'ın muhabbetini, lezzetini ver.” diye yalvarıp yakarmak gerekir. Bir talepte bulunmazsan Cenab-ı Allah o öğüdü sana vermez. Allah Teâla “Bana dua edin, kabul edeyim.” (Mü’min, 40/60.), “Beni anın ki ben de sizi anayım.” (Bakara, 2/152.) buyuruyor. Dolayısıyla Allah (c.c.) önce bizim bir talepte bulunmamızı istiyor. Yani öğüde hazır olun ve isteyin ki ben de size öğüt vereyim, diyor. Bu, karşılıklıdır yani. Allah’ın facir, fasık, kâfir olarak nitelendirdiği kimselerin dışında öğüde talip herkesin Kur’an-ı Kerim’den öğüt alması mümkündür. Kişi de bu Kur’an ayı ramazanı vesile kılarak ondan alabileceği öğüdün peşine düşmeli.

Ömrünü Kur’an’a ve onun hakkıyla tilavet edilmesine adamış biri olarak Kur’an tilaveti hususunda din gönüllülerimize tavsiyeleriniz nelerdir?

İnşallah her biri din gönüllüsü olur. Zaten gönülsüz bir iş olmaz. Bu manada din gönüllüsü güzel bir tabir. Bir defa hepsi öğrenmeye açık olmalılar. Ben artık öğrendim, ben biliyorum deme gafletine asla düşmemeliler. Peygamberimiz ilim beşikten mezara kadardır, buyurdular. İlim müminin kaybolmuş malıdır. Mümin onu nerede ve kimde bulursa alır. Din görevlisi kardeşlerimin de öncelikle mesleki eğitimleriyle ilgili okumalar yapmaları gerekmektedir. Hülasa kendilerini sadece tilavet konusunda değil her konuda geliştirmeli ve yetiştirmeliler.

Ku’ran tilaveti hususunda ise Kur’an'da çok incelikler var diyebilirim. Öncelikle Kur’an'ın üç boyutu var: Elfaz, mana ve ses.  Elfaz boyutu dediğimiz birinci boyut; harfler, harflerin meydana getirdiği kelimeler, kelimelerin meydana getirdiği ayetlerdir. Bunlar Kur'an-ı Kerim'in lafızlarıdır. Öncelikle Kur'an bizim dilimizde olmayan harflerle de okunduğu için dilimizi o harflere iyice alıştırmamız lazım. Bunun için de bir hocanın karşısında talim safhası gerekir. Kendi kendine duyarak öğrenmek çok da sağlıklı değil. Çünkü bir yerde hata eder ve o hatasının farkında bile olmaz. Dolayısıyla Kur’an tilavetinde bulunacak kişinin bir hocasının olması lazım. Ben şahsen böyle düşünüyorum. Jüri olarak da bulunduğum Kur'an yarışmasında “Hocanız kim evladım?” diye sorduğumda bazıları “Çeşitli vasıtalarla (kaset, cd, internet) dinleyerek kendimi geliştirdim.” diyor. Elbette dinleyerek elde etmek önemli ancak herkes bunu yapamaz. Bunun en sağlıklısı hem duyacak, buna sema, hem duyuracak ki buna da arz denir. Kur’an-ı Kerim sema ve arz yoluyla öğrenilir. Kur’an tilavetinde önce elfazını yerine getirecek sonra elfazına bağlı ve Kur’an’ın ikinci boyutu da olan mana hakkında biraz bilgisi olacak. Eğer okuduğunu bilmezse ve meallerden okuyup da onun anlamını şöyle bir özümsemezse o zaman ne söylediğini bilmez. Bundan kaçınmak lazım ve Kur’an okuyanların mutlaka Kur’an’ın anlamına eğilmeleri lazım. İşte o zaman Kur’an okuyanlar okuduklarından etkilenir, nemalanır ve dinleyenleri o hâl ile etkilerler. Böyle olması lazım. Kur’an’ın üçüncü boyutu ise ses boyutudur. Kur’an-ı Kerim sesle nazil oldu. Cebrail Peygamber'imize seslendi, Peygamber'imiz de onu hafızasına aldı ve sonrasında yazıya geçti. Demek ki Kur’an-ı Kerim’de önemli olan bir diğer husus da onu güzel seslendirmedir. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’i layıkıyla seslendirebilmek için ses bilgisine ve eğitimine ihtiyaç vardır. Böyle bir bilgi ve eğitim almadan o sesi Kur’an-ı Kerim’e nasıl yükleyeceksin? Kur’an-ı Kerimi’i tilavet ederken onun tilavetine uygun sesle buluştururuz. Ses bilgisi ve eğitimini almadan da seslendirme olabilir ancak o zaman Kur’an-ı Kerim’e layık bir seslendirme olmaz. Rahmetli Ali Rıza Sağman Hocamız  “Kur’an göklerin şiiridir, ona atlas libas yakışır.” derdi. Ses giydiriyoruz ya! Öyle alelade bir basma elbise değil atlas libas giydirmemiz gerekir, derdi. Yani seslendirmeyi çok önemli bulurdu. Tabi Allah’ın kelamına layık bir ses ve tilavet gerekir. Öyle bangır bangır bağırmak değil böyle çıngıl çıngıl nameler yüklemek değil. Kur’an’ın vakarına, azametine uygun ses yüklemek lazım Kur’an-ı Kerim’e. Tabi bu da bilgiyle, eğitimle olur. Sanatkâr bir okuyucuya fem-i muhsin deriz. Kişinin bu mertebeye erişebilmesi için de Kur’an-ı Kerim’i güzel okuyan, Kur’an-ı Kerim’in ahengini idrak etmiş, algılamış, anlamış kişilerden öğrenmesi lazım.

Hatıralarınızı “Beyoğlu’nda Bir Hafız” başlığı ile yayımladınız. Bu hatıralardan birini bizimle paylaşır mısınız?

Bu hatıralardan paylaşacağım pek çok şey var aslında ancak unutamadığım bir anım var ki bu anı benim hayatımı çok etkilemiştir. Bu, babamın duasıdır. Babam bize yakın bir köyün kırlarında çobanlık yaparken köyde okunan ezandan çok etkilenirmiş. Öyle gönül etmiş o saf kalbiyle bir oğlum olursa okutacağım bir köye imam olsun da ezan okusun dursun demiş. Hakikaten babamın duası kabul oluyor. Ben on sene ezan okudum Beyoğlu Ağa Camii’nde ve şimdi de ezan okuma dersleri veriyorum, ezan hakkında yazılar yazıyorum. Babamın o saf duası benim hayatıma damga vurmuştur.

Malumunuz her yıl Başkanlığımız ramazan ayında bir tema belirleyip bu tema çerçevesinde çalışmalarını yoğunlaştırıyor, bir bilinç ve farkındalık oluşturmaya çalışıyor. Bu senenin teması ise “Ramazan ve İnfak”. Hem ramazan ayının genel anlamda hemen infakı çağrıştırması hem de Kur’an’da da infak konusunun önemli bir yeri olmasından hareketle ramazan ve infak konusunda neler söylemek istersiniz?

İnfak Allah’ın verdiğinden vermedir. Bunu sadece ramazan ayı ile sınırlandırmamak gerekir. Allah Teâla mümini tarif ederken “Onlar… Kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar.” (Bakara, 2/3.) buyurur. Olmayana vermek olana da ikram etmek infaktır. Ancak infakta en güzel olanı ise fakirlere, kimsesizlere yardım etmek, onlara kol kanat germektir. Bu azaltmıyor bilakis bereketlendiriyor kişinin malını. Allah o vesileyle infakta bulunan kişinin vücuduna sağlık, afiyet veriyor; duygularına fer veriyor. Gözlerine, kulaklarına, anlayışına güç kuvvet veriyor. Dolayısıyla onun kişiye kazandırdığı manevi zevklerin yanı sıra fiziki faydaları da var. İnfakta bulunan kimse gönül alıyor, o kişinin kederini gideriyor ve onun sevincine vesile oluyor. Dolayısıyla onun sevincine mukabil Allah da infak sahibine hem dünya hem de ahiret sevinci veriyor. Onun için veren el alan elden hayırlıdır, denilmiştir. Bu bakımdan infak sadece ramazan ayına değil diğer tüm aylara da yayılmalıdır.

Çok teşekkür ediyoruz Hocam.

Ben teşekkür ediyorum. Buradan sizin vesilenizle tüm mümin kardeşlerimin ramazanlarını kutluyorum. Kendilerine Kur’an-ı Kerim’in enis ve yoldaş olmasını Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.   

Özgeçmiş

1933 yılında Bolu’nun Seben ilçesine bağlı Tebe köyünde doğdu. 1943’te ilkokulu ve hafızlığını bitirdi. 1947 yılında İstanbul Beyoğlu’na geldi. Beyoğlu Camii’ndeki odalardan birinde kalarak camiin imamı Hafız Rahmi Şenses’ten “Aşere”yi bitirdi. Hafız Kemal Batanay’dan özel olarak musiki ve tambur dersler aldı. 1959’da İstanbul İmam-Hatip’ten mezun olarak Yüksek İslam Enstitüsünde musiki eğitimi aldı. 1987 yılında, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisinde genel sekreter olarak göreve başladı, tefsir ilim heyetinde yazar ve redaktör olarak çalıştı. Hâlen İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Uluslararası İslam ve Din Bilimleri Fakültesinde Türk Din Musikisi, Üsküdar Asım Ülker Kur’an Kursunda “Tilavet Teknikleri” dersleri vermektedir. Diyanet televizyonunda yayımlanan Kur’an-ı Kerimi Güzel Okuma Yarışmasında jüri üyesi olan Mehmet Ali Sarı’nın “Kur’an-ı Kerim’i Güzel Okuma Tekniği ve Kuralları” ve “Beyoğlunda Bir Hafız” adlı yayımlanmış iki kitabı vardır.

Editör: Mehmet Çalışkan