Mustafa BERK

Söyleşi


İnsanlığın kadim ibadeti olan haccın İslam’dan önce de farklı şekillerde ifa edildiğini kaynaklar bize haber vermektedir. İnsanlık tarihi kadar eski olan Kâbe’nin dönüşümünden ve haccın tarihinden kısaca bahseder misiniz?

Hac, gerçekten de ifade ettiğiniz gibi kadim bir ibadettir. Kur’an-ı Kerim’de yeryüzünde ilk yapılan evin Kabe olduğu ifade buyrulmaktadır: “Gerçek şu ki insanlar için yapılmış olan ilk ev, âlemlere bir hidayet ve bereket kaynağı olan Mekke’deki evdir.” (Âl-i İmran, 3/96.) Bu ayet-i kerimeden Kâbe’nin yeryüzünde yapılmış olan ilk mabed olduğu anlaşılmaktadır. Daha sonra, Yüce Allah’ın (c.c.) Hz. İbrahim’e (a.s.) Kâbe’nin bulunduğu yeri gösterdiği (Hac, 22/26.), Hz. İbrahim’in ise oğlu İsmail ile birlikte Kâbe’yi yeniden yaptığı (Bakara, 2/127.), yine Hz. İbrahim’in neslinden bir kısmını Kâbe’nin bulunduğu yere yerleştirdiği ve insanların kalbini oraya meylettirmesi ve orayı güvenli ve bereketli kılması için dua ettiği, Allah Teâlâ’nın da Ümmü’l-Kura’yı güvenli kıldığı, Yüce Allah’ın İbrahim ve İsmail’e (a.s.) Kâbe’yi tavaf yapacaklar, ibadet edecekler, rükû ve secde yapacaklar için tertemiz hâle getirmelerini emrettiği yine ayet-i kerimelerden anlaşılmaktadır. (Bakara, 2/125-126; İbrahim, 14/35-37.)

Tarih kitaplarının verdiği bilgilerden özet olarak aktarmak gerekirse İbrahim (a.s.) eşi Hz. Hacer’le oğlu İsmail’i Kâbe’nin bulunduğu yere yerleştirmiş ve haccın yapılacağı yerleri ve nasıl yapılacağını nesline göstermiş, onun soyundan gelenler de haccı onun öğrettiği şekilde uygulamayı sürdürmüşlerdir. Daha sonra tarih içinde Mekke-i Mükerreme’ye putperestlik bulaşmış, bu doğrultuda hac ibadetine birçok şirk unsuru karışmıştır. İslam’ın doğuşu sırasında Hz. İbrahim’in öğrettiği Kâbe’yi tavaf, Arafat ve Müzdelife vakfeleri, hedy ve umre gibi uygulamalar yapılmakta idiyse de bunlara birçok şirk unsuru bulaşmıştı. Hacılara su ve yiyecek hizmeti sunulması gibi hizmetler Mekke-i Mükerreme’de hâlâ devam etmekte idi.

Cenab-ı Hakk’ın emriyle Hz. İbrahim insanları hacca çağırmıştır. Hz. Peygamber de Yüce Allah’ın emriyle bu çağrıyı yenilemiştir. Yüce Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “İnsanlara hac ibadetini duyur. Gerek yaya olarak gerekse yorgun argın develer üzerinde uzak yollardan gelerek sana ulaşsınlar. Böylece kendileri için faydalı olan şeyleri açık seçik görsünler ve Allah’ın onlara rızık olarak verdiği, belirlenen günlerde kesecekleri kurbanlık hayvanlar üzerine O’nun adını ansınlar. Artık onlardan hem kendiniz yiyin hem sıkıntı içindeki yoksulları doyurun.  Sonra kalan hac fiillerini tamamlayıp temizlensinler, adaklarını yerine getirsinler ve o kadim evi (Kâbe) tavaf etsinler.” (Hac, 22/27-29.)

Mekke-i Mükerreme fethedildikten sonra Kâbe putlardan ve şirk unsurlarından temizlendi. Aynı şekilde hac da şirk unsurlarından arındırılmış oldu. Hz. İbrahim’in (a.s.) esaslarını belirlediği hac, Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından insanlara bizzat uygulamalı olarak asli şekliyle öğretildi. Ve hac, o zamandan günümüze kadar asli şekli bozulmadan geldi.

Yüce Allah Kur’an’da, “Gitmeye gücü yetenin o evi ziyaret etmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” (Âl-i İmran, 3/97.) buyurarak haccı Müslümanlara farz kılmıştır. Haccın farz oluşundan ve Müslümanların ilk haccından bahseder misiniz?

Hac, İslam’ın temel ibadetlerinden biridir. Namaz ve oruç bedenî, zekât mali bir ibadet iken hac hem bedenî hem de mali yönü bulunan bir ibadettir. Soruda mealini verdiğiniz ayet-i kerimede haccın farz olmasının temel şartı olarak hacca gücü yetmek (istitaat) zikredilmiştir. Buna göre, söz gelimi haccın eda edileceği vakitlerde Harem bölgesinde bulunan bir kişi bedenen hac yapabilecek durumda ise hayatında bir defa hac yapmak kendisine farz olur. Ancak dünyanın Harem’e uzak bölgelerinde yer alan Müslümanlar için -özellikle günümüzde- hac çok önemli mali güç gerektiren bir ibadettir. Hac yolculuğu için yapılacak harcamalar, yeme, içme, çeşitli intikaller önemli bir mali güç gerektirir. Günümüzde bu mali güce sahip olmak da hacca güç yetirebilmek için maalesef yetmiyor. Artık bir de hac için kurada adının çıkmış olması aranıyor. Ne kadar mali imkânı olursa olsun özellikle hac için milyonlarca, yüz binlerce insanın sıra beklediği ülkelerde bir de hac kurasında adının çıkması veya sırasının gelmesi gerekmektedir. Bu vesile ile şu hususu ifade etmek isterim: Hacca gidebilecek imkânı olan yani hacca güç yetirebilecek her Müslümanın ömründe bir defa hac yapabileceği şartların sağlanabilmesi hususunda Müslüman ülkelerin liderlerinin gerekli istişareleri yapmaları ve bunu sağlamak için çalışmaları dinî bir vecibedir. Gerekli tedbirleri alıp hayatında bir defa farz olan haccı yapabilecek durumda olanların hac yapabilmesi için gayret sarf etmek yerine kısıtlamalarla gitgide haccı âdeta pek çok Müslüman için yerine getirilemeyecek bir ibadete dönüştürmenin büyük bir vebal olacağı kanaatindeyim.

Kuvvetli olan görüşe göre hac, hicretin 9. yılında (M 631) farz kılındı. O yıl Hz. Ebu Bekir (r.a.) hac emiri olarak tayin edildi.  Resul-i Ekrem (s.a.s.) ise meşhur veda haccını hicretin 10. yılında (M 610) yaptı. Hz. Peygamber’in hac yapacağını duyurması ile Müslümanlar arasında büyük bir heyecan dalgası oluştu ve pek çok sahabi onunla birlikte hac yapabilmek için harekete geçti. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatının son yılında eda edilen bu hacca, yüz binin üzerinde sahabi katıldı ve Resul-i Ekrem’in haccına şahitlik etti. Bu hac, hac görevinin nasıl yerine getirildiğinin uygulamalı olarak görülmesi bakımından büyük öneme sahiptir. Hz. Peygamber, veda haccında tebliğ vazifesini yerine getirişine yüz binden fazla sahabiyi şahit tutmuştur. Bu hac aynı zamanda İslam davetinin kısa bir sürede nasıl büyük bir rahmet esintisi olarak nazil olduğu coğrafyaya yayıldığını göstermektedir. Veda haccından üç ay kadar sonra da Efendimiz (s.a.s.) refik-i âlâya yürümüştür.

Sembollerle (şeair) dolu bir ibadet olan haccın gayesi ve hikmeti nedir? Haccın şuuruna eren kulun ferdî ve içtimai hayatındaki değişiklikler, onun gündelik hayatına yansıması nasıl olmalıdır?

Hac ayetleri incelendiği zaman haccın hikmetlerine dair çok önemli mesajlarla karşılarız. Bu mesajlardan haccın, hem Müslümanın Rabbi ile irtibatını hem de manevi ve ahlaki hayatını tahkim edecek bir eğitim yolculuğu olduğu anlaşılır. Ayet-i kerimede hac yolculuğuna çıkanlara “rafes, füsuk ve cidal” (Bakara, 2/197.) yasaklanmıştır. Bu üç yasak; haccın, şehvetlerin sürüklemesine, günahların çekiciliğine ve öfkesinin yönlendirmesine göre hareket etmeme eğitimi verdiğini göstermektedir. Bu eğitime titizlikle uyan hacının hac sonrası hayatı, örnek bir müminin nitelikleri ile güzelleşmiş bir hayattır. “Hacc-ı mebrur” kavramı bir bakıma bunu ifade eder. Kişinin, Yüce Allah’la irtibatı ve insani ilişkilerdeki ahlaki güzellikleri itibarıyla hacdan sonraki hayatının İslami ölçülere göre yerli yerine oturması, hacdan öncesine göre çok daha iyi olması... Bundan dolayı kişinin hacdan sonraki hayatının hac öncesine göre ahlaki ve manevi gelişme bakımından daha iyi olması haccının mebrur oluşunun bir işareti sayılmıştır.

Haccın, hacının hayatında dönüm noktalarından birini oluşturması beklenir. Bir bakıma, hac öncesi ve hac sonrası hayatı diyebileceğimiz bir dönüm noktasıdır hac Müslüman için. Bu bakımdan hacı olmak kadar hacı kalmak da önemlidir. Hatta hacı kalmak daha büyük çabalar gerektirir. Çünkü hacda elde edilen kazanımların korunması kolay değildir. Bunun için takva, sabır, isar, infak bilinci, iyilik ve ihsan gibi tüm ahlaki güzelliklerin hacıda meleke hâline gelmesi icap eder.

Aynı gayeyle bir arada bulunan ama renkleri, dilleri, ırkları farklı müminlerin cem olduğu hac ibadetini ülkemiz ve dünya Müslümanları açısından değerlendirecek olursanız neler söylersiniz?

Haccın meydana getirdiği tablo tam bir eşitlik tablosudur. Bu tablo sözde kalan bir eşitlik değil, fiilî olarak eşitliğin yaşandığı bir uygulama alanıdır. İnsanlığı hac kadar eşitleyebilen başka bir tablo göstermek çok zordur. Ülkemizden hacca giden insanlar orada dünyanın dört bir tarafından gelmiş Müslümanlarla birlikte Yüce Allah’a yönelmenin hazzını yaşarlar. İslam kardeşliğinin sıcaklığını canlı olarak hissederler. Çok farklı coğrafyalardan farklı örf ve adetlerin hâkim olduğu muhtelif bölgelerden gelen müminler, İslam’ın kendilerine kazandırdığı ortak hasletlerle bir araya gelmenin ve ümmetin bir ferdi olmanın şuuruna ererler.

Hac ile birlikte kurban ibadetini de eda ediyoruz. Rabbimiz Kur’an’da “Onların etleri ve kanları Allah’a ulaşmaz. Allah’a ancak sizin takvanız ulaşır.” (Hac, 22/37.) buyurmak suretiyle bizi takva sahibi olmaya davet ediyor. Ayet-i kerime ışığında kurban ve takva ilişkisini nasıl anlamalıyız?

Haccın bütün menasiki sembollerle doludur. Hacda kesilen kurbanlar da bu sembollerden biridir. Kurban sadece mali bir fedakârlık değildir; kişinin Allah yolunda canını tereddütsüz feda edebileceğini sembolize eder. Bir mütefekkirimizin ifadesiyle “bütün sevgilerin Allah yolunda kurban edilebileceğini” simgeler. Bilindiği gibi takva, sevgiye dayalı bir sakınmadır. Kişinin en çok sevdiği Rabbinin kendisine gücenmemesi için gösterdiği titizlik ve sakınmayı anlatan bir ifadedir takva.

Sevgili Peygamberimizin (s.a.s.) veda haccındaki hutbesinde Müslümanlara “Rabbiniz olan Allah’tan sakının, ona kulluk edin. Beş vakit namazı kılın, Ramazan ayında orucu tutun. Hac ibadetini yerine getirin, mallarınızın zekâtını gönül hoşnutluğuyla verin.” hatırlatmasından yola çıkarak bize veda haccından ve Veda Hutbesi’nin hikmet dolu mesajlarından söz eder misiniz?

Veda haccı hutbelerinde Resul-i Ekrem’in (s.a.s.) verdiği mesajlar, kıyamete kadar insanlığın yolunu aydınlatacak ilkeler içermektedir. En başta tevhid inancı ile- akıl ve fikir ile donatılmış insan fıtratı ile uyumlu olmayan- tüm batıl inançlar reddedilmiş olmaktadır. “Rabbiniz birdir.” mesajı… “Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’densiniz. Âdem ise topraktan…” mesajı asabiyete dayalı tüm hastalıklı yaklaşımları reddetmektedir. İnsanlığın tarih boyunca en çok tutulduğu ahlaki hastalıklardan biri asabiyete dayalı ayrıştırıcı ve kendini başkalarından üstün gören yaklaşımlar olmuştur. İnsanlar bu anlayışların etkisi ile başkalarına tahakküm etmeye kalkarlar. Veda haccının önemli mesajlarından biri tahakküm anlayışlarını ortadan kaldırmasıdır. İnsanın insana, insanın topluma, bir toplumun bir başka topluma, bir ırkın başka ırka, toplumun insana tahakkümü gibi her türlü tahakküm anlayışını yerle bir etmiştir Veda Hutbesi. En büyük devrim budur aslında, zihinlerdeki tahakküm anlayışının yıkılması… Zira günümüzde insanlığın karşı karşıya kaldığı pek çok sıkıntının temelinde bencilliğe dayalı, kişilerin ve toplumların kendilerini başkalarından üstün gören anlayışları vardır.

Toplumları ayakta tutan en önemli iki esas “adalet” ve “emanet”tir. Veda Hutbesi’nde bu iki esasa önemli vurgular yapılmıştır. Bu doğrultuda can ve mal dokunulmazlığı, haklara riayet, kan davalarının kaldırılması, suçun şahsiliği, mirasçıların paylarının koruma altına alınması gibi hukuki ilkelere de değinilmiştir. Ayrıca riba yasaklanmış, kul haklarına riayet edilmesi vurgulanmıştır. Ailevi ve insani ilişkilere ışık tutacak mühim esaslara temas edilmiştir. Bütün kötülüklerin temeli olan zulüm nehyedilmiştir. Toplumsal huzur ve güveni sağlayacak esaslar ortaya konmuştur.

Nihayet Resul-i Ekrem (s.a.s.) ümmetine, “Ey müminler! Size iki emanet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız takdirde bir daha asla yolunuzu şaşırmazsınız. Bunlar Allah’ın kitabı Kur’an’la peygamberinin sünnetidir.” diyerek seslenmiştir.

Dünyevileşme hastalığının pençesine düşen insan hac ibadeti aracılığıyla yeni bir kulluk sözleşmesi yapar Yaradan ile. Tüm dünyayı etkisi altına alan, hayatımızda, alışkanlıklarımızda, ilişkilerimizde değişimler meydana getiren salgın sürecinin sonunda yeniden hacca kavuştuk. Verilen fasılanın ardından büyük kavuşmanın heyecanı mümin gönüllerde nasıl hisler uyandıracaktır?

Koronavirüs salgını, hayatın pek çok alanını olduğu gibi ibadetlerimizi de etkiledi. Tarihte belki de ilk defa cuma namazlarına bile ara verilmek durumunda kalındı. Camiye, cemaate gidilemedi. Aynı şekilde hac ve umre ibadetleri de bundan nasibini aldı. Şimdi, haccın yeniden açılmasının meydana getirdiği büyük heyecan, yalnızca kutlu mekânlara duyulan bir özlemden ibaret değildir elbette. Bu heyecan, haccın temsil ettiği yüce değerlere duyulan hasretin bir yansımasıdır.  Zira Kâbe’ye ve Hz. Peygamber’i ziyarete duyulan özlemin altında yatan aslında kaybedilen insani değerlere duyulan özlemdir. Bu değerleri getiren ve insanlığa taşıyan ise Hz. Peygamber’e duyulan özlemdir. Bu değerlerin en güzel şekilde hayata geçtiği “asr-ı saadet”e duyulan hasrettir. O güzellikleri tekrar yaşayabilme arzusudur. Salgın döneminde birçok ülkede yaşanan bencilce tutum ve tavırlar, dünyanın yoksul kesimlerini görmezden gelen yaklaşımlar, haccın temsil ettiği eşitlik ve kardeşliğin ne kadar hayati önem taşıdığını bir kez daha ortaya koymuştur.
Haccın tekrar yapılacağına ilişkin haber, yıllardır özlemle hac yapmayı bekleyen Müslümanlar nezdinde ayrı bir heyecan dalgası meydana getirdi elbette. Bu süre zarfında; hacca gidebilmek için kayıt yaptıran ve kurada hacca gitmek üzere belirlenen birçok kardeşimiz de hacca gidemeden rahmet-i rahmana kavuştu. Rabbimizin onları hac sevabından mahrum etmeyeceği kanaatindeyim. Onlar, niyetleri ile bu sevaba nail olmuşlardır inşallah.

Son olarak; ihrama girerek evinden, yöresinden, çocuklarından ayrılıp yalnızca din kardeşleriyle birlikte haccedecek olan “hacı adayı”na hac bilincini pekiştirmesi açısından neler tavsiye edersiniz? Af vesilesi ve yeni bir başlangıç olarak görülebilecek bu yolculuk en güzel nasıl değerlendirilmelidir?

Hac için çıkılan kutlu yolculuğun, sıradan bir seyahat olmadığının farkında olarak yola çıkılması gerekir. Nemrutla mücadelesinden sonra, bugün Kâbe’nin bulunduğu yere doğru yola çıkarken Hz. İbrahim’in (a.s.), “Ben Rabbime gidiyorum. O bana yol gösterecek.” (Saffat, 37/99.) ifadesi hacının bu yolculuğa çıkış amacını göstermektedir. Kişinin Rabbine yolculuğu… Sembolik olarak bu yolculuk Haremeyn’e yapılsa da aslında kutlu iklime yolculuk, müminin Rabbine yolculuğudur. Kulluğunu ve ahdini yenilemeye yolculuğudur. Dolayısıyla bu yolculuğu hakkını vererek gerçekleştirebildiği takdirde Rabbinin kendisine yol göstereceğine, elinden tutacağına inanarak yola çıkmalı mümin ve bu bilinçle hareket etmelidir. Bunun için yola çıkarken gerekli maddi hazırlıkların yanında kalben, zihnen ve fikren de bir hazırlık yapılmalıdır. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de hac yapmaya karar veren kişilere azık alarak yola çıkmalarını, en iyi azığın ise takva olduğunu bildirmektedir. Dolayısıyla bu yolculukta en başta ayet-i kerimede de ifade buyrulduğu üzere şehvetlere, öfkelere ve birtakım günahların çekiciliklerine göre hareket edilmemeli, yalnızca Allah’ın rızası gözetilerek davranılmalıdır.

Editör: Mehmet Çalışkan