Prof. Dr. Halil AYDINALP
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Latinceden Batı dillerine, oradan da diğer dillere geçen “radikal” sözcüğü kök, esas, temel gibi anlamlara gelir. En genel anlamda, radikalizm, bilinen usul ve ilkelerden “kökten” ve “esaslı” biçimde ayrılarak ısrarlı ve kesin bir değişim talebini ifade etmektedir. Hem kök, hem terim anlamları itibarıyla, fundamentalizm/köktencilik kavramıyla benzerdir; hatta dinlerin radikal ve aşırı uçlarını tanımlamak ve tartışmak için son kırk senede bir “fundamentalizm sosyolojisi” oluştuğunu söylemek mümkündür. Genel olarak bilimde, dinde, siyasette kökten ve esaslı yenilikler yapma eğilimi; mevcut hayatın kurucu unsurlarını tenkit ve köklere vurguyla asıllara dönme gayreti; kurulu düzenin temellerine yönelik toplumsal ve ekonomik değişimler yapmaktan yana olan tutum şeklinde tanımladığımızda, radikalizmin ne olduğu daha net ortaya çıkarken, dinî anlamları da kendiliğinden belirmeye başlamaktadır. Dinî radikalizmin anlam arkeolojisi yapıldığında, kavramı, (a) “kökten” ve “temelden” karşı çıkma (katılık), (b) kökten ve temelden karşı çıkılan aktörü/olguyu/süreci/kurumu/düzeni/ basit bir ısrardan öte hırslı biçimde “değiştirme” talep ve teşebbüsü (devrimcilik), (c) değiştirmedeki başarısızlık ya da değişimin imkânsızlığı karşısında mevcut yapıdan “kararlı” bir tecrit ve soyutlanma hâli (anti-modernist soyutlanma ve ikircikli tercihler), (d) “kök” ve “asıllara” vurguyla geçmişteki bir “altın çağı” hem yaşamak, hem de diriltmek üzere takip edilen “dışlayıcı” bir hayat felsefesi (sert dinî gelenekçilik) şeklinde somutlaştırabiliriz.

Yukarıda verilen genel anlam atlasını daha anlaşılır hâle getirelim.  Sosyal bilimlerin çoğu temel probleminde olduğu gibi dinî radikalizmi anlamak da çoğul bakış açısı gerektirir. Biz genelleme ya da indirgeme hatasına düşmemek için dinî radikalizmin en az dört farklı yaklaşım içinde anlaşılabileceğini düşünmekteyiz:

(1) Tarihsel Yaklaşım: Geçmişten günümüze, bütün büyük geleneklerde dinî asıllara katı bağlılığı savunan, entelektüel ve toplumsal özgürlüğü tehdit olarak algılayan, yeniliklere tepki gösteren düşünce ve hareketler hep olmuştur. Yahudi Sikariler ya da Müslüman Hariciler misal olarak verilebilir. Bu anlamda radikalizm ne gelenekle ne de mantıkla örtüşen bir taassup olarak karşımıza çıkar ve kadim bir insanlık problemidir. 

(2) Dinî Yaklaşım: İlmî ve felsefi açıklamaları kabul etmeksizin kutsal kitapların “daha çok” lafız anlamını dikkate alan ve hayatın bütün alanlarının kutsal metinlerin ve dinî geleneğin “seçilmiş” yorumlarına göre düzenleneceği soyut bir sistem algısını, somut gerçeklik hâline getirme arzusunda olan düşünce ve hareketler. 

(3) Sekülerleşme Yaklaşımı: Dinin seküler yapı içinde aşırı bir kimlik olarak algılanması ve geleneksel toplumdaki hâkim rolünü kaybetmesi karşısında, devlet ve toplum hayatını yeniden kutsallaştırma şeklinde ortaya çıkan katı düşünce ve hareketler. 

(4) Popüler Yaklaşım: Çağdaş olmanın ne anlama geldiğini anlamayan, özgürlük ve demokrasiye karşı, şiddete müracaat etmekten çekinmeyen farklı düşüncelere kapalı fanatik görüş ve hareketler. Bu tanımlamalardan sonuncusu daha çok medya tarafından oluşturulan; diğer tanımlamalar ise din sosyolojisinde ilgili literatürde tartışılan daha bilimsel yaklaşımlardır. 

Hem tarihsel olarak hem de günümüz itibarıyla dinî radikalizm düz çizgi takip eden bütüncül bir yapı olmadığı için dinî radikalizm, daha çok, ayırt edici özelliklerinden hareketle tasvir edilmeye çalışılmıştır. Radikalizmin dünyadaki en somut karşılıkları çeşitli hareketler/örgütler ve bunlara mensup aktörlerin radikal eylemleridir. Fakat hareketler de örgütlendikleri coğrafyaya, tarihsel ve kültürel arka planlarına, kurucularına, öne çıkardıkları felsefeye, terörden pasif direnişe kullandıkları yöntemlere kadar farklı çizgiler içinde boy göstermektedirler. Dolayısıyla ortada “dinî radikalizm” değil; aslında geniş bir düşünceler, doktrinler, hareketler ve aktörler yelpazesinden oluşan “dinî radikalizmler” söz konusudur. Kavram, modern dönemde, dinin yeniden tasdik, teyit ve tasvip edildiği karmaşık bir “dinî canlanmalar” kümesini tanımlamak için kullanılmakla birlikte akademide, özel olarak, tüm dinî sınırlar içindeki “katı ve militan” eğilimleri ifade etmek için kullanılmaktadır. 

Dinî radikalizm, bir özellikler seti olarak sunulursa aşağıda sıralanan genel eğilimlerin radikal hareketlerin çoğunda görüldüğü söylenebilir: (a) Hayatın bütün sorularına cevap veren, ahlaki ve hukuki nihai temel olarak dinin katı bir sistem olarak yorumu; (b) kutsal metinleri literal anlama eğilimi, dinden hayata değil, umumiyetle, ideolojik kabullerden/önderlerden dinî metinlere gitme; (c) dinî esasların “mükemmel” biçimde uygulandığı kök bir “altın çağa” inanç, böylesi bir çağın yeniden tesis edilmesine yönelik büyük arzu ve bu arzuyu taşımayanları bir nevi “ötekileştirme/şeytanlaştırma”; (d) uygun fırsat, imkân ve destek elde edildiğinde, gerekirse bu arzunun yerine getirilebilmesi için şiddet kullanma potansiyeli; (e) sadece diğer dinlere inananlardan değil, aynı zamanda ikiyüzlü olduklarına inanılan kendi dindaşlarından da şüphe etme, bazen bütünüyle uzaklaşma, bazen onlara yönelik de şiddete girişebilme; (f) modern toplumla uyumsuzluk ve bazı durumlarda seküler değerleri bütünüyle reddetme; bu bağlamda bilim, devlet, hukuk, eğitim, kadın gibi konularda sert yorumlarda bulunma; yine de modernite karşısında pragmatist bir tutum içinde, işe yarayacak kavramlardan ve üründen faydalanma; (g) ezoterik bir anlayışla tarihi, olayları, aktörleri kutsallaştırma; ilahi olanla şeytani olanın savaşında, milenyarist/mehdici nihai bir kurtuluş anlayışına sarılma; (h) bu çizgide en kaybedilen noktada bile kurtuluşa olan kesin inançtan beslenen bir idealizmle herhangi bir uyum arayışı ve pazarlığa genelde kapalı olma; dünyevi ödüllere kolay kolay itibar etmeme. 

Tahmin edileceği üzere, bu genel özelliklerin önemli bir kısmı, Müslüman toplumlardaki radikal eğilimleri de çeşitli şekillerde açıklar. Analizlerimizi Müslüman dünya bağlamında genişleterek ilerleyelim. Hemen belirtilmeli ki Müslüman radikalizmi tek başına bir din yorumu meselesi değil; daha çok Müslümanların yaşadıkları siyasal süreçler ve toplumsal koşullarla ilgilidir. Radikalizm İslam’ın soyut-teorik metinlerinden ziyade, o metinleri belirli sosyal şartlar altında yorumlayan insanların ürettiği dinsel bir kimliktir. Din kutsal, dinî kimlikler ise sosyolojik bir inşadır. Yine kategorik gidecek olursak, bir kimlik olarak Müslüman radikalizmini en az üç bağlam içinde anlayabiliriz: (I) Metnin ve geleneğin “kendine has” yorumu. (II) Bu yorumu üreten tarihsel, bölgesel, sınıfsal, kültürel temelde “sosyolojik durum”. (III) Her ikisini dün de bugün de etkileyen global bağlam olarak kapitalist “dünya ekonomik sistemi”. İslam dünyasında dinî radikalizm temelde bu üçlü terkibin tetiklediği akışkan bir kimliktir. Burada dinî radikalizm dikkat edilirse özellikle birinci bağlam açısından dinle ilgilidir. İkinci bağlam açısından dinî radikalizm İslam dünyasındaki otorite problemleri, devlet ve hukuk zafiyetleri, siyasal bütünleşme sorunları, sivil siyasetin yeterince gelişmemesi, üretilen refahın üst sınıflarda sıkışması, orta tabakalaşma sorunları, bunun neticesinde kültürel olarak da orta tabakaların yeterince geliştirilememesi, teknoloji ve ürünü üretmekten ziyade tüketme; ezcümle adalet, liyakat, ciddiyet ve şeffaflığın egemen olduğu bir düzen kurmadaki eksikliklerle ilgilidir. Üçüncü bağlam ise küresel kapitalizmin İslam dünyasındaki etkileridir. Bunlar da enerji ve hammadde temini, enerji ve hammadde yollarının güvenliği, geniş bir pazar olarak İslam dünyasını kapitalizme entegre etme, otorite boşluklarının ürettiği göç hareketlerinden ve ucuz iş gücünden yararlanma, silah ticareti, esrar trafiğini ve kaçakçılığı kontrol etme, ileri karakol vazifesi gören askerî üsleri muhafaza etme, vekâlet savaşları ekseninde silahlı grupları yönlendirme ve Orta Doğu’da İsrail’in güvenliğini sağlama şeklinde somutlaştırılabilir. Sadece sınırları değil, cinsiyeti bile yeniden tanımlayan küresel kapitalizm yeri geldiğinde bütün dinlerdeki radikalizmleri de herhâlde yönlendirebilecek kudrete sahiptir. Yazının sınırları açısından sosyal ve global bağlamı burada derinleştirmemiz mümkün değil; fakat Müslüman radikalizmini tek boyutlu dinî tartışmalarla sınırlandırmak meseleyi kısır sayılabilecek tek bir alana hapsetmektir.     

İslam’ın temel hedefinin radikal bireyler üretmek olmadığı gayet açıktır; dolayısıyla burada bir yanılsama vardır. Aslında olaylara bakıldığında, zaten çeşitli şartlar altında radikalleşen bireylerin çatışma süreçlerini kutsallaştırmak için İslami söylem ve sembolleri araç olarak kullandıkları fark edilmektedir. Peki dinin bu “araçsallaştırılması” ve “motivasyonel bir kaynak olarak kullanılması” nasıl gerçekleşir? Din nasıl ideolojikleştirilir? İstisnaları olmakla birlikte, Müslüman radikalizminin din ve gelenekle ilişkisi şu şekilde netleştirilebilir ki bu aynı zamanda, geleneksel “dindarlıkla” radikal “dinselliğin” farklarını ve sınırlarını da ortaya koyar: 

(a) Çok belirgin bir katı nakilciliğe sahiptirler. Bu anlamda İslam sosyal tarihi içinde ağırlıklı olarak ehl-i reyden (akılcı) ziyade ehl-i hadis (nakilci) geleneğinden beslenirler.

(b) İslami metinlerin “daha çok” lafzi anlamlarını öne çıkarırlar. Lafzi anlam kendi düşüncelerini desteklemediğinde, yorumu, kendi fikrisabitlerini geçerli kılmak adına tersten kullanırlar. Mesela ulema kavliyle sahih bir dinî metnin anlamının daraltılamayacağına inanırlar, onlara göre asıl olan metnin kendisidir; fakat kendi kabullerini desteklemek için seçtikleri örnekler ya da ulema kavilleriyle anlamı daraltmaktan çekinmezler.

(c) İslami metinleri birbirini tamamlayan mütemmim bir yapı olarak değil; genelde tarih, gelenek ve aktörden kopuk okurlar.

(d) Bu anlamda barışa nazaran savaşla ilgili metinleri öne çıkaran parçacı ve seçici bir yaklaşım sergilerler.

(e) Sadece ayetler ve hadisler konusunda değil, İslami gelenek konusunda da dengesiz bir seçicilik yapma eğilimleri dikkat çeker. Mesela geleneği sıklıkla Ahmet b. Hanbel ve İbn Teymiyye üzerinden okurlar. 

Buradaki beş madde tek başına okunduğunda radikal kimlik bir yöntem problemi gibi görülebilir. Fakat bu kimliği üreten sadece usul tercihlerindeki metodik farklılaşma değildir; aslında bu maddeler sebep olmaktan ziyade sonuçtur. Zira Müslüman radikalizmini üreten tarihsel şartların şekillendirdiği “ideolojik inanmışlıktır.” Bu ideolojiyi üreten ise dönemlere ve coğrafyalara göre farklılaşan çeşitli İslami hareket önderleridir. Adanmışlığın ideolojik çerçevesini şekillendiren yorumcu ideologlar anlaşılmadan Müslüman radikalizmi anlaşılamaz. Hâkimiyet, tekfir, cihat, şehadet, vela-bera ilkelerinin yorumlarıyla netlik kazanan dinî-politik bir ideoloji sabit, İslami metinler ise bu ideoloji etrafında dönmektedir. Dolayısıyla Müslüman radikalizmi pragmatik eğilimlerle bir yapı sökücüdür. Hedefleri için hem dinî metinleri, hem modern kazanımları, dini de moderniteyi de şekillendiren yapısal unsurlardan bağımsız parçalayarak kullanabilir. Bu anlamda çağdaş radikalizm postmodern bir görünüme de sahiptir. Bu gruplar yorumlar arasında kendi dinî yorumlarını gerçek hakikat olarak sunarlar ve dışarıdan bakıldığında kendi hakikatleri için gerçekten de fedakârlıkla mücadele ederler. Esas amaç kendi hakikatlerine sadık kalarak yolda olmak ve cennete girmek olduğu için dünyevi pazarlıklara genelde kapalıdırlar, onlar için beşerî ödüller anlamsızdır; önemli olan mücadeleci kimliktir, hatta kendini feda etmektir; beşerî otoriteleri “tağut” görürler, seküler ideolojilerden farklı olarak, “tağutlarla” masaya oturmak istemezler. Bu çerçevede, Müslüman radikalizmi, özellikle ilahi hâkimiyet, cahiliye, vela-bera, tekfir ve cihat kavramlarına yüklenen ideolojik yorumlarla kendi dinî kimliğini bulur.  

Çözümle ilgili genel tavsiyelerimizi sıralayarak bitirelim:

1. Öncelikle dinî radikalizm, bütünüyle ortadan kaldırılamaz; sadece minimalize edilebilir. Bir inanma biçimi ve duygusal aidiyet olduğu için mantıklı açıklamalar “her zaman” etkili olmayacaktır. Her toplumda şartlar oluştuğunda katı dinî kimlikler ortaya çıkabilir. Önemli olan bunların büyümesini önlemek, etki alanlarını daraltmak ve zararsız bir seviyede kalmalarını sağlamaktır. 

2. Makro düzeyde, İslam dünyasında egemenlik, otorite boşlukları ve iç savaşları sona erdirmek için gayret etmek gerekir. Dinî radikalizmin beslendiği siyasal damar ve sosyal zemin burasıdır. Özellikle düzenin olmadığı yerde radikalizm tırmanışa geçer.

3. İslam dünyasında refahın tabana yayılarak sınıfsal keskinliğin azalması, orta tabakalaşmanın artması, birbirine yakın hayatlar yaşayan insanların, toplumun genelini oluşturması gerekmektedir. Orta tabakalardaki sınıfsal çelişki ve kültürel çöküntü sosyolojik olarak çatışma potansiyel ve riskini artıracaktır.

4. Bu çizgide birbirini tamamlayan bir toplum olabilmek için bütünleştirici sosyal politikalara öncelik verilmelidir. Bu anlamda özellikle planlı ve düzenli örgün/yaygın din eğitimi yanında, “yer altına” kaymış din eğitiminin tehlikesiz sınırlarda tutulması gerekir. Kontrolsüz din eğitimi radikal eğilimleri besleme potansiyeline sahiptir. Bu gruplar dinî heyecanı çok, dinî bilgisi az bireyleri kullanabilmektedir. Bir risk faktörü olarak, yurt dışında cihadi/tekfiri Selefi çevrelerde dinî sosyalleşme yaşamış, başka ülkelerin sosyal gerçekliğini/çatışmalarını kendi ülkesine taşıyan, özellikle de Selefi dinî grupların üyesi/sempatizanı olarak Türkiye’ye geri dönenler özel önem taşır. Dinî radikalizm, büyük oranda dışarıdan ithal edilen bir ideolojidir. 

5. Sivrilmiş radikal önderleri bütünüyle bastırmak yerine rehabilite etmek daha mantıklı bir tercih olabilir. Önderlerin izleyeceği yol, bağlı kitlenin ve örgütsel yapının kurumsallaşmasına doğrudan etki etmektedir. Radikalizmin toplumsal entegrasyonu liderlerin topluluğa özgü söylemleriyle çok daha hızlı gerçekleşebilir. Bu anlamda, psikolojik rehabilitasyon yanında “ideolojik rehabilitasyon” da olmalıdır.

6. Panzehirlerden biri de ilim, tefekkür ve saygıya dayalı bir dinî kültürün yaygınlaşmasıdır. Dinî tartışmaların ötesinde beyefendiliğin ve hanımefendiliğin hâkim olacağı İslami değerlerle tahkim edilecek üst bir millî kültürün marjinal alt dinî kültür alanlarını yönlendirmesi beklenir. Geleneğimizde bir taraftan Maturidi çizgi daha reel bir dinsel tartışma alanı sunarken, diğer taraftan insan sevgisini esas alan Yesevi, Yunus, Mevlana, Hacı Bektaşi Veli gibi isimlerle somutlaşan mistik içerik toplumsal kaynaşmaya daima zemin hazırlamıştır. Bu tarihsel kodlar günümüz insanı için de antiradikal zemin oluşturmaya devam etmektedir. 

7. Çatışma bölgelerine giden insanların özellikle aile ve çocuklarıyla ilgili destek ve iyileştirme programlarına ihtiyaç vardır. Eşi çatışmalarda ölen dul kadınlara ve çatışma bölgelerinde doğan çocuklara sahip çıkılmalıdır; aksi takdirde radikalizm nesilden nesile aktarılan çok daha katı bir kimlik, hatta “zorunlu meslek” hâline gelebilir. Bilhassa çocukların psikolojik destek alarak eğitim sistemine ve normal hayata entegre edilmeleri gerekmektedir. 

8. Belki çok daha zor olan, Müslümanlar, uzun vadede, İslam dünyasındaki çatışmaları ve otorite boşluklarını önlemede küresel aktör devletlerin politikalarını ve çıkarlarını gözden geçirmelerini sağlayacak, onları çeşitli şekillerde caydırabilecek güçlü devletlere sahip olmak mecburiyetindendir. Hayati konularda, tabir caizse, kendi göbeğini kendisi kesemeyen Müslüman toplumlar yapısal düzensizlik ve otorite zaafları yaşamaya fazlasıyla açıktır. Bu da durumdan vazife çıkaran radikallerin otorite boşluğu yaşanan bölgelerde mantar gibi patlamasına sebep olmaktadır. Güçsüzlük ve yenilginin ortaya çıkardığı mağlubiyet psikolojisi radikal hareketlerin motorudur.

Editör: Mehmet Çalışkan