Doç. Dr. Bahset KARSLI
Akdeniz Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Platon’un meşhur mağara metaforunda, insanların önüne düşen gölgeleri sahih bilgi olarak addetmesi bir eleştirinin konusudur. Söz konusu kişiler, içine doğdukları, başka bir deyişle hapsoldukları mağaranın duvarına yansıyan görüntüleri gerçeklik olarak içselleştirmişlerdir. Bu hâlleri onları mutlu ettiğinden tutsaklar, gölgelerle yetinmektedirler. Oysa gölgenin kaynağı dışarıdadır ve bu kaynağa ulaşmak yorucudur. Bir mağarada en sahih bilgiye muhatap olan Hz. Peygamber, dışarı çıktığında o bilgiyi kaynağından taşıyan meleği asli suretinde görmüş ve insanları mağaranın dışındaki gerçeklikten haberdar etmek için omuzunda ağır bir yükle yola koyulmuştu. 

Platon, bu alegorisini bilgiye ulaşmanın sezgi ve deneyim gerektiren varoluşsal bir çaba üzerine kurmuştu. Bilgi, değişmeyen zihinsel bir faaliyet iken duyuların ürünü algı (sanı) zaman ve zemine göre kılık değiştirebilirdi. Platon’un kendi zamanında üzerine kafa yorduğu bu husus güncelliğini kaybetmiş değil. Aksine, algı, bilgi, enformasyon, veri kavramları üzerinden çok daha sıcak bir tartışmanın içinde olduğumuzu söylesek abartmış sayılmayız. 

Tarih boyunca insan, kendini anlamaya ve anlamlandırmaya çalışırken kutsaldan ve toplumsaldan süzülen birçok bilme sürecini ve bilgi kaynağını referans alagelmiştir. Fıtratı gereği insan, bilgi edinme kabiliyetine, heyecanına sahip bir varlıktır ve Hz. Âdem’den bugüne bilgi kaynakları, bilgiye ulaşma araç ve yöntemleri, bilgi çeşitleri güncelliğini hiç kaybetmemiştir. 

İhtiyaçlar ve istekler doğrultusunda okul, aile, çevre gibi gündelik hayatın farklı duraklarında bilme süreçlerine katılan insan kutsal referanslar, gözlem ve tecrübeler gibi bilgi kaynaklarından beslenebilmektedir. Bilginin dinî, felsefi, gündelik, teknik, sanat ve bilimsel bilgi şeklinde hiyerarşik bir silsile içinde aktarıldığı geleneksel ve modern toplumda referanslar arasında ayrım yapabilmek görece daha kolaydı. Ama toplumsal değişimlerin sonucunda özellikle de bütün bilgi türlerinin eşitlendiği, bilgi kaynaklarının çeşitlendiği ve bilgiye ulaşmanın kolaylaştığı dijital çağda insanın anlama, anlamlandırma ve bilme süreçlerinde derin bir kriz içinde olduğu söylenebilir. Yine insanların referans aldıkları ve alabilecekleri bilgi çeşitlerinde de dijital dezavantajlarla karşı karşıya oldukları gözlemlenmektedir. Öncelikle değişen referans sistemlerinin zihnî arka planını ve sahih bilginin insan hayatındaki rolünü keşfedebilmek için dijital, ağ, bilgi, bilim, teknoloji, gösteri, gözetim, bilişim toplumu/çağı gibi adlandırmalara sahip toplumsallığının anlaşılması ve geçirdiği dönüşümlere yer verilmesi gerekmektedir.  

Yaşadığımız dönemi ve içinde bulunduğumuz toplumsallığı tanımlamak için birçok tasnifle karşılaşmaktayız. Bu kategorilerden iki tanesi ön plana çıkmıştır. Birincisi ilerlemeci çözümlemeye ait olup (toplumu, yapısı itibarıyla) avcı, tarım, sanayi ve bilgi toplumu şeklinde tasnif etmektedir. Buna göre “Toplum 1.0” avcı toplumunu, “Toplum 2.0” tarım toplumunu, “Toplum 3.0” sanayi toplumunu, “Toplum 4.0” bilgi toplumunu ve yeni teknolojiler ise “Toplum 5.0”ı oluşturmaktadır. “Toplum 5.0” yapay zekâ, robotik, nesnelerin interneti (IoT), otonom araçlar, 3D yazıcılar, nanoteknoloji, biyoteknoloji, arttırılmış gerçeklik, enerji depolama, kuantum, bilgi işlem gibi gelişmekte olan teknolojilerin etkilediği, Toplum 4.0’ın üzerine inşa edilen “Süper Akıllı Toplum” (Super Smart Society) olarak ifade edilmektedir. “Toplum 5.0” diğer toplum tasniflerinden izler taşımakla birlikte, daha ziyade insan yaşamını merkeze alan bilgi toplumunun karakteristik özelliklerini bünyesinde barındırmaktadır. Dijital çağı tanımlamada kullanılan bir diğer tasnif ise zaman aralığıdır. Bu çerçevede XIX. yüzyıl makine ve makineleşme, XX. yüzyıl elektrik ve otomasyon, XXI. yüzyıl ise dijital teknolojiler çağıdır diyebiliriz. Her iki tasnifin ortak noktasında değişimin belirleyici dinamiği teknolojik dönüşümün ürettiği toplumsallık ve dönüşen bilginin yer alması dikkat çekicidir. 

İnternetle kurumsal ve toplumsal kullanımıyla birlikte dijital çağda köklü değişimler olmaya başlamıştır. 1960’larda askerî amaçlarla icat edilen internet, 1990’ların ikinci yarısından itibaren ticari hedeflere ulaşmanın bir aracı olarak yayılımını hızlandırmıştır. Yine aynı yıllarda I. Körfez Savaşı’yla kamuoyunun gündemine giren akıllı bombalar, Amerika’nın Irak’taki gücünün dünyaya ilanının yanında savaşın kuralına göre oynandığının bir propaganda aparatı olarak ekranlarda dolaşıma sokulmuştu. Sonrasında akıllı sıfatı çok farklı alanlardaki yeni ürünler için kullanılır oldu. 2000’lerin başından itibaren internetin gündelik yaşamdaki mekân ve araçlar üzerindeki denetimi arttıkça dijital toplumun temelleri atıldı. Ve nihayet internetin telefonla buluşmasıyla akıllı telefonlar üzerinden söz konusu toplumun inşası hızlandı.

Teknoloji ve değişim arasındaki münasebeti kronolojik bakımdan çok daha geri götürerek konuşabilsek de değişim, XXI. yüzyılın dijital toplumunun sihirli kelimesi olmuştur. Dijital toplumda teknolojinin ürettiği değişim, gündelik hayatta derin farklılaşmalara sebep olmuştur. Başlangıçta sınırlı amaçlarla kullanılan internet, tüketim kültürünün istekleri doğrultusunda insanlara yeni bir pencere açmıştır. 2000’li yılların başından itibaren web 2.0 teknolojisiyle tek taraflı iletişim şeklinden çok boyutlu bir iletişim tipine geçilmiştir. İnternetle birlikte bireysel yaşamdan geleneksel kurumlara bütün toplumsal yapılar, çevrim içi dönüşümden etkilenmeye başlamıştır. Dahası web 2.0’ın ürünü sosyal medya, dijital dönüşüme ivme kazandırmıştır. Toplum hafızası aktarılan bir bilgi kümesinden saklanan bir veriye dönüşmüştür. Artık bu dünyada merkezî bir hiyerarşi ve denetim yok, herkes eşit. Katılımcılığın önemli görüldüğü, insanların özgürce iletişime geçtiği ve sıfıra yakın bir maliyetle her türlü enformasyona erişmenin mümkün olduğu yeni bir dünyayla karşı karşıyayız. Teknolojinin ticareti kolaylaştırması, tüketimi hızlandırırken topluma dair her şeyi de bu tüketim sürecine katmıştır. 

Dijitalleşmenin toplumsal etkisinin en fazla hissedildiği alanların başında dijital aygıtların ve dijital mecraların bilgi kaynağı olarak kullanılması gelmektedir. Özellikle kolay erişilebilir, çekici ve hızlı olması bu alana duyulan ilgiyi artırmaktadır. Yine veri ve bilgilerin serbest dolaşımı, bilgiye erişimde fırsat eşitliği ve çeşitliliği sağlayabilmesi gibi hususlar açısından dijital araçlar olumlu bulunabilir. Dijital mecra, bu yönüyle bilgi türlerinin karşılaşma, farklı fikirlerin tartışma alanıdır. Burada üretilen içerikler sayesinde yerellik küreselleşmekte, küresel olan da yerele nüfuz edebilmektedir. Öte yandan yerel ve küresel ölçekli dijital güç odaklarının bahse konu mecralardaki her çeşit dezenformasyonla sanal bilgi ortamlarını kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirebileceği, onların bu şekilde kirletilebileceği asla gözden kaçırılmamalıdır. Dahası, hayatın ve ticaretin kolaylaştırılması gibi gerekçelerle desteklenen dijitalleşme süreci; tanıtımın reklama, reklamın teşhirciliğe evrilebildiği oldukça hassas ve bir o kadar da yanıltıcı hatta yönlendirici, müphem ve muğlak bir zemin hâline gelebilmektedir. Nitekim Francis Bacon’un “bilgi güçtür” sözünü sanal ortamda tersinden okursak sahih olmayan bilgiler bir silaha dönüştürülebilmektedir. 

Geleneksel/reel bilgi ve dijital bilgi farkı

Kutsal referanslı sahih bilgiyle dijital mecrada yer alan bilginin birkaç noktada farklılaştığını söyleyebiliriz. Dijital bilgi merkezsiz ve hiyerarşiden uzak bir bilgidir, kaynağı yoktur. Buna karşılık İslam’da bilginin nihai kaynağı Allah’tır. Çünkü “Allâmu’l- ğuyûb”tur ve mutlak Alîm olan sadece O’dur. (Maide, 5/109.) İnsana bilmediğini (Alak, 96/4.), insanlığın atası Hz. Âdem’e eşyanın isimlerini O öğretmiştir. (Bakara, 2/31.) Akıl, haber-i sadık ve duyu organları “doğru bilgi” elde etmenin temel araçlarıdır. Kaynağına nispetle elde edilen bilginin ve sahibinin ahlaki zemini, dijital çağda insanların anlam krizlerini çözmede önemli referans imkânı sunmaktadır. Zira ahlak esaslarına bağlı bilgi; ilim, irfan ve hikmete dönüşerek hayata en hakiki anlam ve amaçlarını kazandırır.

Dijital bilginin oturduğu en temel zemin enformasyondur. Bu anlamda dijital mecralardan elde edilen enformasyonun yalan, iftira, zan, tecessüs gibi ahlaki zemininden ziyade beğeni alabilme, dikkat çekebilme, manipüle edebilme gibi dijital kriterleri söz konusudur. Sahih bilgi bir uğraşının eseriyken dijital bilgiye erişmede kolaylık söz konusudur. Dijital bilgi, kolay ulaşıldığı için çabuk unutulurken sahih bilgi daha kalıcıdır.  O, insanı hakikate götürür. Dijital bilgi ise herkese her şeyi bilme imkânının sunulduğu kaygan bir zeminin eseridir. Dolayısıyla insanın böyle bir zeminde hakikate ulaşma ihtimali olsa da ondan uzaklaşma tehlikesi de mevcuttur. Bu bağlamda sahih bilgi için özellikle insanın tecrübesi dışında kalan konularda Kur’an “Bilmiyorsanız bilenlere sorun.” (Nahl, 16/43.) uyarısıyla doğruya ulaşmak için emek harcanmasını, belirli bir zincirin takip edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. İsra suresinin 36. ayetinde Yüce Allah, “Hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyin ardına düşme…” buyurmaktadır. Buradan hareketle insanın yetki ve sorumluluğunun dışında kalan, topluma bir fayda sağlamayan konuların ardına düşmemesi gerekir. Faydasız olmasının ötesinde insana ve topluma zarar verecek bilgilerden bir başkasının araştırılıp ayıbın ifşa edilmesi, başkasına suizanda bulunulması, gıybetinin edilmesi yasaklanmış ve ölü kardeşinin etini yemekle eş değer görülmüştür. (Hucurat, 49/12.) Dinî referanslı kaynaklar insanı yanlışa karşı korumayı temel hedef olarak belirlemektedir. Dijital bilginin de salt olumsuz ve anlamsız olduğunu ifade edemeyiz. En nihayetinde onu kullananın da insan olduğu unutulmamalıdır. Ama buradaki sorun, kişinin dijital mecralarda tercih ettiği bilgilerden dolayı ahlaki bir sorumluluk hissetmemesidir. 

Bu son noktadan hareketle dijitalliğin insanlarda ürettiği gerçeklik tasavvuru da burada üretilen bilgiye ilişkin ahlaki kaygıyı zayıflatmaktadır. Özellikle sanal atmosferlerde var olma şekli ve buradan üretilen bilginin gerçekliğinin olmadığı düşüncesi, insanların vicdani sorumluluklarını köreltmektedir. Anonimleşmenin dikkat çektiği gençlerde sanal kimliklerle yapılan her türlü faaliyetin hesaba çekilmekten muaf tutulacağı duygusu bulunmaktadır. Gerçekliğini reel zaman ve mekânda üreten orta ve ileri yaştaki bireylerde ise sanal ortam, davranışa dökülmediği müddetçe yükümlülük doğurmadığı algısı vardır. Oysa gerçek kimliklerin saklanması, sanal atmosferin gerçeklikten uzak algılanması, kişiyi tercihlerin yükümlüğünden kurtarmamaktadır. 

Dijital çağda sahih bilginin en önemli yararlarının başında dijital dezavantajlılığa karşı insanlara rehberlik sunması gelmektedir. Dijitallik ve burada üretilen içeriğin bir ahlaki kaygısının ve kriter alacağı referans sisteminin olmaması, dijital çağın sorunlarındandır. Teknolojik enformasyon yeni ve kompleks bir öğrenme, bilgilenme ve haberleşme süreci inşa etmiştir. Herhangi bir veri veya bilgi, çok hızlı bir şekilde endüstriyel üretime, yoğunluk, yaygınlık ve serbest dolaşıma girebilmektedir. Bilginin çok hızlı ve kontrolsüz dolaşıma girmesi, yine insanların doğumundan itibaren yoğun ve ölçüsüz bir şekilde bilgiye muhatap olması her ne kadar dijitalliğin doğasını anlatsa da bir yönüyle de dijitalliğin dezavantajına gönderimler içerimlemektedir. Ayrıca bireylerin çok küçük yaşlardan itibaren en mahrem konulardan en ayrıntılı teknik hususlara varıncaya kadar her alanda danışacağı, bilgi alacağı sanal bir zemin bulunmaktadır. Bu dijital öğrenme zemini, yapısı gereği kimsenin utanmasına, tekrar sormasına, izlemesine veya dinlemesine engel olmamaktadır. İnsanın dinî referanslı bilgilerden beslenmesi, bu olumsuzluğa karşı kalkan üretme potansiyeli barındırmaktadır.   

Dijital çağda sahih bilginin kıymeti veya gündelik hayatta referans olma değeri diyoruz ama zaten bilgi özü itibarıyla sahihtir. Bilgi kavramının önüne sahih sıfatını koymak bizatihi kavramın içeriğiyle tenakuz oluşturmaktadır. Artık dijital çağda bilginin önüne bir de sahih sıfatını eklemek zorunda kalıyoruz. Ne var ki kes kopyala yapıştır dünyasında her şeyin çok hızlı üretildiği, tüketildiği dijital enformatik bir ortamda taklitler asıllarını yaşatmıyor. Zira sahih ve sahte, bilgi ve enformasyon, sanal ve gerçeklik arasındaki mesafe ölmüş durumda. Bilgiye ulaşmak bir tık uzağınızda olabilir, mottosuyla övgümüze mazhar olan dijital çağda (otobanda mı desek) bilgi ve sahih bilgi kavşağına geldiğimizde hangi yöne gideceğimize karar vermek ciddi bir sorun. Bu durumda her an bir yol kazasının kurbanları arasında yer alabiliriz. Yazımızın başındaki Platon’un mağara alegorisine geri dönersek bugün dijital bir mağaranın tutsağı olan insanların gözünü kamaştıran bilgisayar ya da telefon ekranlarından yansıyan ışıklar nedeniyle gerçek bilgiye ulaşmak hiç de kolay değil. Onu kıymetli kılan da bu zaten.
 

Editör: Mehmet Çalışkan