Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ

Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

İslam toplumunun inşasında birçok faktörden bahsedilebilir. Bu faktörlerin en belirleyicisi  camilerdir. İslam şehrinin merkezinde cami vardır. Camilerin şehrin mihverinde yer almasında şu ayet ilham kaynağı olmuştur: “Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi elbette Mekke'de, âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kâbe’dir.” (Âl-i İmran, 3/96.) İşte İslam geleneğinde şehir planı Mekke örnek alınarak yapılmıştır. Bunun bir başka ifadesi “kesrette vahdet”in somutlaştırılmasıdır. İslam şehir geleneğinin mimari tarzının geliştirilmesinde sadece Mekke değil, Medine ve Kudüs de örnek alınmıştır. Bu bağlamda camiler, şehrin kalbi ve atardamarları konumundadır. Millet fertlerini birleştirici manevi bir ocak olan camiler,  dini ve sosyal tevhidin simgeleridir.

İslam şehir mimarisinde kurumsal yapılar arasında yer alan medreseler, bedestenler, hastaneler, imarethaneler, hamamlar, çarşılar ve hükümet merkezleri camilerin etrafında kümelenmiştir. Bu müesseselerin her biri ruhen camilerden kopmamıştır. Bütün kesimleriyle halk, camilerin kontrolünde bir hayat yaşamıştır.

Şehirlerin girişinde veya çıkışında yer alan mezarlıklar ise dünyanın fani oluşunu hatırlatır. Çünkü hayata anlam katan, ölüm duygusudur. Ölüm olgusunu içselleştiren bir insan, hayatını disipline eder, amaçlı ve anlamlı yaşar. İnsan ölümü unuttuğu zaman, ölüm ötesi hayatı ve Allah’ı da unutur. Ebedîliği burada, şimdide aramaya kalkar. Mümin insanda da ebedîlik düşüncesi vardır. Ama o, ebedîlik düşüncesini hayra kanalize ederek “öte”de arar. Amel defterinin kapanmaması arzusu yolundaki hayırlı çabalar, bunun bir göstergesidir. Bütün bu bilgiler, hutbe ve vaazlar yoluyla manevi eğitim merkezleri olan camilerde cemaate aktarılır.

Merkezinde caminin yer aldığı İslam şehri, tabiatla ve tabiatı aşkın gayb/melekût âlemiyle irtibatlı olarak tasarlanmıştır. Şehir, insan ile Allah arasında kalın bir perdeye dönüşürse insan gurbette olduğunu unutur. Kendini seküler bir hapishane içine kapatır. Bu yüzdendir ki şehir, insana Allah’ı ve dünyanın faniliğini unutturmamalıdır. Ortaçağ İslam şehirlerinde bütün yolların camiye çıkması bu tehlikeleri bertaraf etmek içindir. Dolayısıyla İslam şehrinde cami, şehir merkezini belirleyen birinci derecede bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Büyük olsun küçük olsun, Müslümanların ikamet ettiği her meskûn mahalde bir cami veya mescit mutlaka mevcuttur ve bu yapının konumu, her zaman meskûn mahallin ortası yani çekirdek noktası olmuştur.

Öte yandan camiler sadece mabet işlevi sağlayan bir kurum değildir. Hayatın merkezinde ve hayatın içindedir. Hayatın en canlı bir şekilde neşet ettiği yerdir. İslam tarihi boyunca da bu durum hep böyle devam etmiştir. Bundan dolayı tek cami değil bütün yerleşim merkezlerinin çekirdeğini camiler ve mescitler oluşturur. Bu durumun sebebini anlamak kolaydır. Zira her yerleşim biriminin çekirdeği, o yerde oturanlar için en kısa zamanda ulaşılması mümkün, geometrik bakımdan da en adil ve en münasip toplanma yeridir. Aynı dine veya dinî anlayışa sahip insanlara ait ortak ibadet yeri olan mabet, tabiatıyla herkesin kolayca ulaşabileceği bir konumda bulunmak zorundadır. Bu itibarla mabedin ve dolayısıyla caminin, yerleşim merkezinin çekirdek kısmında bulunmasını son derece tabii ve mantıki bir sonuç olarak görmek gerekir. Ayrıca cami ilk zamanlarda sadece bir ibadet yeri değil, aynı zamanda siyasi ve kültürel konuların görüşüldüğü bir forum, bir yargı evi ve eğitim-öğretim faaliyetlerinin de odak noktası olmuştur. Zamanla camilerde icra edilen diğer görevler, kurumsallaşma neticesinde ayrılmış, camiler sadece ibadet mekânı olarak kalmıştır.

Her ne kadar camiler tarihsel süreçte sadece ibadet yapılan bir mekân hâline gelmişse de müstakil bir tarzda tasarlanmış olan eğitim kurumları camilerin dışında yer almakla birlikte cami ile aynı kampüs içinde varlığını devam ettirmiştir. Bilginin oluşum ve paylaşımında eğitim kurumları büyük öneme sahiptir. Medrese deyince aklımıza âlimler gelmektedir.  Şehir ve âlim arasında karşılıklı ve güçlü bir bağ vardır. Âdeta şehir âlim ile birlikte varlık kazanmıştır. Bazen şehirler âlimlere bazen de âlimler şehirlere nispet edilir. Mesela, Sadreddin Konevî, Sadreddin Şirazî, İmam Buhari, Abdülkâhir Bağdadi gibi. Âlimler, şehrin sosyal ve ahlaki değerlerinin korunmasında, anlaşmazlıkların giderilmesinde, bir başka deyişle şehrin sosyal bütünlüğünün sağlanmasında önemli paya sahiptirler. Tarihte olduğu gibi bugün de camilerde ilim halkaları ihya edilmektedir.  Diyanet İşleri Başkanlığımızın cami dersleri buna örnektir.

İslam tarihinde ticari faaliyetlerin yapıldığı bedestenler de şehir merkezinde bulunan büyük caminin etrafında toplanmıştır. Müslüman tüccarlar, camilerde edindiği İslam ticaret fıkhını alışveriş hayatlarına uygulamışlardır. Bu sebeple şehir ve pazarların selatin ya da çarşı camilerin etrafında yer alması sıradan bir düşünce değildir. Şehirlerde çarşı ve caminin her zaman birlikte olduğu görülmektedir.

Camiler hâlâ yaygın eğitim kurumları olmaya devam etmektedir. Bir yılda elli iki haftanın olduğu düşünülürse elli iki hutbe okunmakta bunlara iki de bayramı eklersek hutbe sayısı elli dörde çıkmaktadır. Özellikle merkezî camilerde vaazları da düşündüğümüz zaman kesintisiz bir din ve ahlak eğitimi verilmektedir. Cami ve mescitlerin her biri tevhit evi hüviyetindedir. İnsanımızın sağlam bir inanç ve davranış bilgisi almasında önemli role sahiptir. Bu sebeple Kur’an’da şöyle buyrulur: “Şüphesiz mescitler, Allah'ındır. O hâlde, Allah ile birlikte hiç kimseye kulluk etmeyin.” (Cin, 72/18.) Dolayısıyla camiler, şirkin her türlüsünden arındırılmış tevhit evleridir. Camilerin bu özelliğinin korunmasında hassasiyet gösterilmelidir.  Camiler, tefrika merkezleri olmamalıdır. Camiler, tevhit evi olma özelliğini asla kaybetmemelidir. Bu anlamda camiler, Müslümanların birlik şiarlarıdır. Burada meydana gelen parçalanma, sosyal dokuyu zedeler.

Kur’an’dan öğrendiğimize göre Allah Teâlâ mescitleri kendi zatına izafe ederek “Allah’ın Mescitleri, (Allah için olan mescitler)” diye anmıştır. (Bakara, 2/114; Tevbe, 9/17; Cinn, 72/18.) Mescid kelimesi karşılığında kullanılan  “beyt” (ev) kelimesi de yine Allah’a izafe edilmiştir. Cenab-ı Hak, mescitlerin imamı olan Kâbe (Mescid-i Haram) için “evim” ifadesini kullanmıştır. (Bakara, 2/115.) Bu sebeple Müslümanlar tarafından mescit ve camilerin her biri,  Kâbe’nin birer şubesi gibi değerlendirilmiştir.

İslam, Müslümanların sürekli camilerle irtibat hâlinde bulunmalarını istemiştir. Caminin en büyük fonksiyonu, toplayan olmasıdır. Bundan dolayı dinimiz Müslümanları camiye ve cemaate katılmaya teşvik etmiştir. Nitekim bir rivayette: “Cemaatle kılınan namaz tek başına kılınan namazdan daha faziletlidir.” (Buhari, Ezan, 30.) buyrulmuştur. Bununla birlikte bir rivayette kalbi mescitlere bağlı olan, mescitten kopmayan kişi övülmüş (Buhari, Ezan, 36.), bir başka rivayette ise “Bir kimsenin sürekli mescide gelip gittiğini gördüğünüzde, onun mümin olduğuna kani olun.” (İbn Mâce, Mesâcid 19.) buyrulmakla cemaate devam, mümin olmanın alameti sayılmıştır. O kimse vefat ettiğinde kendisine İslami kurallar uygulanacaktır.   Çünkü cemaatle namaz, sosyal boyutlu olduğu için hem Müslümanı sosyalleştirir hem de birlik ruhunu aşılar. Her yönüyle eğitilen Müslümanlar, ahlaki yönde davranış değişikliğine uğrarlar. Ahlakın konusu, iyi ve kötü insan davranışlarıdır. Namazı cemaatle kılan Müslümanlar, birbirlerinin sevinç ve kederlerinden haberdar olurlar. Cemaat hayatında, Müslümanlar arasında aidiyet/mensubiyet duygusu öne çıkar. İşte bu ortak değerler etrafında toplanan cemaat üyeleri, kendilerini bir vücudun organları gibi görürler. Camiler, aidiyet bilincinin, sosyal yardımlaşma ve dayanışma duygusunun, adalet, cömertlik, dürüstlük gibi ahlaki değerlerin, bilgi ve İslam kültürünün kazanıldığı mekânlar olması hasebiyle toplumsal ve ekonomik krizlerin kolayca atlatılmasına vesile olur. Dolayısıyla cemaat olma, sosyal barışa da hizmet eder. Camilerin müdavimi olan insanlar, yalnızlık psikolojisine düşmezler.  Biz camilerde “ben” değil, “biz” inancının temellerini buluruz. Bu inanç ister istemez, başkalarıyla sahip olduğumuz manevi değerleri paylaşmaya ve bizde başkasını tercih etme ahlakının oluşumuna katkıda bulunur. Cemaat, bu bilgiyi ve empati duyma ahlakını, ancak yaygın bir eğitim kurumu olan camilerde elde eder.

Camide cemaatle namaz kılmanın sosyal açıdan yararları olduğu gibi psikolojik açıdan da sayısız yararları vardır. Namaza katılanlar arasında bir nevi grup arkadaşlığı meydana gelir. Güven duygusu kazanmış, bu sebeple birbirlerine gönüllerini açarak dertlerini paylaşan cemaat üyeleri muhteşem bir terapiye tabi tutulmuş olurlar. Bu da sağlam kişiliklerin oluşumunda son derece önemlidir. Yine cemaatle kılınan namazlar “vehimli” kimselerin tedavi edilmelerini sağlar.

Sonuç olarak, camiler sadece ibadet mekânları değil, ibadetle birlikte birçok güzel ahlaki alışkanlığın insanımıza kazandırıldığı ve cemaatin eğitildiği mekânlardır. Bu sebeple çocuklardan kadınlara varıncaya kadar kadın erkek bütün cemaatimizin cami ile olan irtibatları en ideal bir şekilde sağlanmalıdır. Camiler, mimari özellikler açısından cemaatin çeşitliliğine ve sosyal ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir şekilde tanzim edilmelidir.  Unutmayalım ki Kurtuluş Savaşı hareketi camilerde başlamıştır. Aynı şekilde 15 Temmuz 2016 tarihinde hain darbe girişimi camilerimizden yükselen salalarla akamete uğratılmıştır. Çünkü camilerimizin her biri milli bütünlüğümüzün bir simgesi ve birliğimizin çimentosudur.

Editör: Mehmet Çalışkan