Dr. Mehmet BULUT
DİB Emekli Başkanlık Müşaviri

1965 öncesinde Vakıflar idaresinden ücret alarak şehir ve kasabalarda ifa edilen imamet ve hitabet görevi ile köylerde imamlık, birkaç bakımdan farklıydı.

Asırlar boyu vakıf hizmetleri çerçevesinde şehirlerde yürütülen imamlık, hatiplik, vaizlik gibi hizmetler “cihet (çoğulu: cihat)” kavramıyla ifade edilmiş, bu hizmetlerin, şartlarını taşıyan kişilere verilmesine de “tevcih” denmiştir. Buna dayalı olarak “hademe-i hayrat” ya da “hayrat hademesi” üst kavramıyla ifade edilen imam, hatip, vaiz gibi cami görevlilerinin seçim ve tayinleri, hem Osmanlı hem de Cumhuriyet döneminde çıkartılan “Tevcih-i Cihat Nizamnamesi” adlı tüzükler çerçevesinde yapılmıştır. Hademe-i hayratın ücretleri Vakıflarca ödenmiştir. Diyanet İşleri Reisliği kurulunca, ücretleri yine Vakıflarca ödenmekle birlikte hayrat hademesinin idaresi bu teşkilatta olmuştur. Ancak 1931 yılında çıkartılan bir kanunla idareleri Reislikten alınıp Vakıflar Umum Müdürlüğüne verilmiş ve bu hâl 1950 yılına kadar devam etmiştir. Her iki dönemde de hayrat hademesinin imtihan ve seçimleri öncelikle mahallinde oluşturulan komisyonlarca yapılmış ve hazırlanan “tevcih” dosyaları, atamalarının yapılması için Diyanet İşleri Reisliğine veya 1930 ve 1940’lı yıllarda Evkaf Umum Müdürlüğüne gönderilmiştir. Gönderilen dosyalar bu üst makamlarca tetkik edilmiş ve uygun bulunan tayin teklifleri onanmıştır. Bu çerçevede şu bilgiyi de ilave etmek isterim: 1924’ten 1931 yılına kadar Reisliğin en önemli meşgalelerinden birini, mahallinden gönderilen söz konusu tevcih dosyalarının Müşavere Heyetince incelenip sonuçlandırılması teşkil etmiştir.

Makalemizin esas konusunu teşkil eden köy imamlarına gelince… Bir defa, Vakıflardan bir ücret almadıkları ve hâliyle Vakıflar idaresiyle bir bağları bulunmadığı için bu zevat “hayrat hademesi” şümulüne girmemiştir. Bu durum Osmanlı dönemi için de böyledir. Onlar için uygun görülen ad, “köy imamlığı”dır. Yukarıda sözü edilen tevcih işlemleri de köy imamları için söz konusu değildir. Bununla birlikte Cumhuriyet döneminde köylerde imamlık yapmanın yasal bir dayanağı vardır: 18 Mart 1924 tarihli ve 442 sayılı Köy Kanunu.

Diyanetin kuruluş yılında çıkartılan ve dönemin şartlarında detaylı sayılabilecek (97 madde) işbu 442 sayılı kanunun 9. faslı “Köy İmamları” başlığını taşıyordu. Bu başlık altında yer alan 83 ila 86. maddeler doğrudan köy imamlarıyla ilgiliydi. Buna göre köy imamları, köy derneğinin seçimi ve müftünün buyrultusuyla tayin olurlar. Bu kanunun yayın tarihi itibarıyla imam olanlar yeniden buyrultu almaya mecburdurlar. Köy muhtarı ve köy ihtiyar meclisi azası seçileceklerde aranan Türkiye Cumhuriyeti tebaasından olmak, on sekiz yaşını bitirmiş olmak, cinayetle mahkûm olmamak; delilik, bunaklık, sefihlik gibi bir hâl sebebiyle hâkim tarafından üzerine vasi konulmuş olmamak şartları imam olacaklar için de aranır. Öte yandan, muhtar olacaklar için köy halkından olma şartı da aranırken imam olacaklar için bu şart aranmamıştır. Sayılan bu genel şartlar yanında imam olacaklarda ilmihâl, dört işlem (a’mâl-i erbaa) ve kâfi derecede Türkiye coğrafyası ve Türk ve İslam tarihini ve sağlık işlerini bilmek ve okunaklı yazı yazmak şartları aranmıştır. Bu kanunun 85. maddesine göre, köy imamlarına öteden beri ücret olarak ne veriliyorsa yine o verilecektir; bir farklıkla ki verilen şeyler bundan böyle köy ihtiyar meclisince toplanıp imama teslim edilecektir. 86. maddesine göre ise bir köyde birden fazla imam bulunması hâlinde, ihtiyar meclisinde aza olarak bulunacak imamı kaymakam seçecektir.

Köy Kanunu’nun 23. maddesiyle köy imamlarının köy ihtiyar meclisinin tabii üyesi olduğu tasrih edilmiş, 39. maddesiyle de gerektiğinde muhtarlığın yazışmalarını yapacakları belirtilmiştir. Görüldüğü gibi maddelerde imam olabilmek için okuma yazma bilmek dışında herhangi bir tahsil şartına yer verilmemişti. Kaldı ki 1930 ve 1940’lı yıllarda bu şartı taşıyor olmak da bir hayli zordu. Nitekim müftülüklerden Reisliğe yazılan yazılarda, Köy Kanunu’ndaki Türkçe okuma yazma mecburiyeti hatırlatılarak merkeze uzak köylerde 60-65 gibi ileri yaşlarda olan bazı kişilerin, imamete ehil olmakla birlikte öğrenme zorluğu sebebiyle bu şartı sağlayamadıkları belirtilmiştir. Bu durumdaki kişilerin görevlerine son verilmesi hâlinde köylerin imamsız kalacağı dile getirilerek buna bir çözüm yolu talep edilmişti. 

Söz konusu kanunda köy imamları için ilmihâl bilgisinden söz edilse de imamlık için esas olan Kur’an bilgisine temas edilmemiştir. Bununla birlikte imamlık yapacak kişide imamlık yapabilecek düzeyde bir Kur’an bilgisinin, müftülüklerce yapılan imtihanda arandığı kuşkusuzdur. Nitekim bu yıllarda alınan bazı Müşavere Heyeti kararlarında, bir kişinin köy imamı olarak buyrultu alabilmesi için onun, “namazın sıhhat ve fesadını ve imametin ahkâm ve şeraitini” bilmesi şartı aranacağı ifade edilmiştir.

Köy Kanunu’nda köy imamlarına ilişkin maddeler böylesine sade ve sathi olmasına rağmen, imam olacaklar için okuma yazma bilme şartının konmuş olması devrin yetkililerince başlı başına bir gelişme ve yenilik sayılmıştı. Verilecek ücretin imam tarafından değil de köy ihtiyar meclisince toplanması hükmü ise bu kanunun “imamlara bahşettiği bir lütuf” olarak değerlendirilebilmişti.

Zamanla birtakım farklılıklar gösterse de söz konusu kanun maddeleri çerçevesinde köylere imam tayini şu şekilde oluyordu: Dönemin şartlarında biraz Kur’an ve dinî bilgisi olup da bir köye imam durmak (köylerde imamlık görevi almak bazen “köye imam durmak” şeklinde de ifade ediliyordu) isteyen kişi, öncelikle köy muhtarlığına müracaat ediyordu. Muhtar, köy ihtiyar meclisi ve bazen köyün ileri gelenleri imam adayıyla görüşüyordu. Zaten çoğu çevre köylerden olduklarından bu adaylar tanınıp biliniyordu. Bazen bu görüşme sırasında imam adayı küçük çaplı bir imtihandan da geçirilebiliyordu. Bu görüşmeler sırasında imama verilecek ücret (hak/imam hakkı) de belirleniyordu. Mutabakat sağlanması hâlinde muhtarlık bağlı bulunduğu ilçenin müftülüğüne yazı yazıyordu. Adayın elinde belge yoksa oluşturulan komisyonca imtihana tabi tutuluyor, yeterli görülmesi hâlinde müftülük yazılı bir belge (buyrultu) tanzim edip imama veriyordu. Köylerde cami ve mescitlerin çoğunda imamlık ve hatiplik ciheti birleştirilip hatiplik vazifesini de imamlar yerine getirdiğinden müftüler tarafından imamlara buyrultu da buna göre verilmiştir. Buyrultu vermek, bir tevcih işlemi olmadığından, yukarıda da belirtildiği gibi tasdiki için bu işlemin Reislik makamına gönderilmesine lüzum yoktu.

Köylülerce imama verilen ücret/hak, yıllık nakdi olabildiği gibi daha çok buğday, mısır gibi tahıl cinsinden şeyler oluyordu. Bazen bir miktar para ve bir miktar hububat veriliyordu. Tahıl cinsinden şeylerde ölçü birimi, o yıllarda yaygın olarak kullanılan gaz tenekesi oluyordu. İki teneke bir “kile” şeklinde ifade ediliyordu ki yaklaşık 30 kilo buğdaya karşılık gelmekteydi. Miktarın kilo olarak belirlendiği de oluyordu. Miktarı anlaşmaya bağlıydı. Hak, genelde hane başı olarak toplanırdı. Bazen, hanedeki yetişkin erkek sayısına göre verilirdi.

Bir noktaya daha işaret etmem gerekir ki fakir Anadolu halkı bir teneke buğday da olsa imamın hakkını seve seve vermiştir. Ayrıca imkânlar ölçüsünde imamın birtakım ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmıştır. “Benim verdiğim ‘hak’la maişetini sağlıyorsun.” gibi başa kakmalara rastlanmaz. Ayrıca unutmamak gerekir ki imamlar memur değildiler; görevlerini aksatmamak kaydıyla imamlığın yanında gelir getiren başka işlerle de uğraşabilmişlerdir. Köy imamları ekip biçmekle, arıcılıkla, besicilikle meşgul olabiliyordu. Tabii, bu gibi işlerle iştigalin imamlık mesleğiyle bağdaşmayan tezahürleri de oluyordu ki bu, ayrı bir konudur. 

Burada izaha çalışılan köy imamlığının tarihi çok da eski değildir. Bugün bile yaşları altmışın üzerinde olanlar, ücreti köylülerce verilen imamların arkasında namaz kılmışlardır.

Buraya kadar verilen malumatın bir kısmının müşahhas örnekleri, yukarıda yer verdiğim ayrıntılarda görülebilir. Arşivlerimizde daha binlerce benzerini görmek mümkündür.

Daha önce birkaç yazımda da belirttiğim gibi köy imamı bir yıllığına tutulurdu. Maddi yönden yıllık olarak imam tutma gücüne sahip olmayan köy veya mahallelerde sadece ramazan veya kış ayları için imam tutulabilmekteydi. Köy idaresi, imamın göreve devam edip etmeyeceğine her yıl yeniden karar verirdi. Yani inisiyatif köy idaresindeydi. Ağustos ayları imamların değişim zamanıydı. Bu ay yaklaştığında köy imamlarının çoğunlukla kaygı içine girdiklerini tahmin etmek zor değildir. Çünkü köy idaresi, imamın görev süresini uzatmazsa imam, başka bir köy aramak, bulabilirse göçünü toplayıp o köye taşınmak durumundaydı. Bulamazsa boşta kalmak veya imamlığı bırakmak durumundaydı.

442 sayılı kanunun ilgili maddelerinden de anlaşılacağı gibi kadrolu olmadıkları, devletten maaş almadıkları 1965 yılı öncesi yıllarda, köy imamlarının seçiminde birinci derecede yetkili köy idare meclisidir. İmam için görev belgesi anlamına gelen “buyrultu” verme yetkisi ise aynı kanunla müftülüklere verilmiştir. Buna göre köy imamlarına buyrultu vermek, Reislik makamının temsilcileri olan müftülerin görevlerinden biri oluyordu. Hayrat hademesinin idaresinin Evkaf Umum Müdürlüğünde kaldığı yıllarda da ücreti Vakıflarca ödenmeyen köy camilerine imam tayininde yetki, sözü edilen kanun gereği müftülerde olmuştur. Bu yetkinin müftülüklerce kullanılması konusunda Reislik son derece ısrarcı olmuştur. Hâl böyle olmasına rağmen, 1931-1950 yılları arasında köylere imam tayininde yetki konusunda Reislikle Evkaf müdürlük ve memurlukları arasında bitip tükenmeyen ihtilaflar yaşanmıştır. Bu karmaşa, Vakıflar müdür ve memurlarının yetkileri dışına çıkarak köy imamları üzerinde de inisiyatif kullanmaya kalkışmalarından kaynaklanmıştır. Bu meselede ortaya çıkan problem ve tereddütleri gidermek Müşavere Heyetinin rutin işlerinden biri hâline gelmiştir. Heyet, yüzlerce kez, ilgili kanun maddesine de atıf yaparak mahallinde komisyon huzurunda yapılan imtihanla ehliyetini ispat eden köy imam ve hatiplerine buyrultu verme yetkisinin, Reisliğin mümessilleri olan müftülerde olduğunu, aynı kanunun 86. maddesini hatırlatarak bu kanunla köy imamları üzerinde mahallin en büyük mülkiye memuruna verdiği tek salahiyetin, birden fazla imamı bulunan köylerde, köy ihtiyar meclisinde aza olarak bulunacak imamı belirlemekten ibaret kaldığını yetkililere izah etmek durumunda kalmıştır.

Dönemin şartlarında köy imamları namazları kıldırır, cenazeleri gasleder, defin işlerini yapar ve diğer bazı dinî hizmetleri yapabildiği ölçüde yerine getirirlerdi. Ancak, 1930’lu ve 1940’lı yıllarda imamların camilerde çocuklara Kur’an öğretmek gibi bir hizmetleri söz konusu değildi.

Köy imamlarıyla ilgili muameleler büyük ölçüde 633 sayılı Başkanlık teşkilat kanununun kabul edildiği 1965 yılına kadar devam etmiştir. Ancak Reisliğin 1950 tarihli kanununda, önceki uygulamalarda bir değişiklik yapılarak köylerde imamlık Diyanet İşleri Başkanlığının veya bu makamın yetkili kıldığı müftülüklerin yazılı iznine bağlanmıştır (Md. 6). Bununla birlikte muamelenin “köy derneğinin intihabı” boyutu ve ücretlerin köylülerce ödenmesi tatbikatı 1965 yılına kadar aynen devam etmiştir.

Burada ayrı bir paragraf açıp bir yorumda bulunma ihtiyacı duymadım; yukarıda verilen bilgilerin bile 1970’li yıllara kadar köy imamlarının genel durumunu ve maruz kaldıkları mağduriyetleri ortaya koymaya kâfi geleceği kanaatindeyim.

Editör: Mehmet Çalışkan