Mesut AKDAĞ
Eskişehir Sivrihisar Kurşunlu Camii İmam Hatibi

Günlük hayatımızda hep yanımızdadır. Tüm ihtiyaçlarımızı karşılık beklemeden karşılar. O kadar cömert ki biz istemeden fazlasıyla verir. Bu kadar iyiliğine ve cömertliğine bedel olarak biz ona ölü deriz. Her gün hiç farkında olmadan üzerine basar geçeriz. Hak ettiği değeri kendisine vermeyiz ve kıymetinin farkında olmadan üzerinde dolaşır dururuz. İşte bu kıymetini bilemediğimiz şey topraktır. Hele ölü diye tabir ettiğimiz topraktan dirilerin, bir canın çıkacağını aklımıza hiç sığdıramayız. Hâlbuki hepimizin ölü toprak diye söylediği toprak, aksine capcanlı hayat sahibidir ve nice hayatlar topraktan âdeta fışkırırcasına can bulmaktadır. 

Toprak canlıdır. Bir avuç toprakta dünyadaki insan sayısından daha fazla mikroorganizma, mantar ve bakteri vardır. Bu organizmalar bitki artıklarını ayrıştırır, onları humusa çevirir ve bu verimlilik sağlayan maddeyi toprağa dağıtır. Topraktaki organik materyaller toprağın üst katmanlarına koyu kahverengimsi bir renk verir. Bu üst katman hayat doludur; toprak solucanları, bitler, örümcekler, maytlar, sıçrar kuyruklular ve diğerleri… Bu durumu ayet bizlere şöyle bildirir: “Ölü toprak onlar için bir delildir. Biz, onu diriltir ve ondan taneler çıkarırız da onlardan yerler. Meyvelerinden yesinler diye biz orada hurmalıklar, üzüm bağları var ettik ve içlerinde pınarlar fışkırttık. Bunları onların elleri yapmış değildir. Hâlâ şükretmeyecekler mi?” (Yasin, 36/33-35.)

Toprak her ne kadar ölü bilinse veya öyle görünse de hayatın kaynağı, başlangıcı, merkezi, hatta hayatın ta kendisidir. Bizim bedenlerimize can veren, hayat katan gıdalar, meyve ve sebzeler toprakta yetişmekte, çekirdekleri ve tohumları toprak altında ölüp tekrar can bulup yeryüzüne sebze, fidan olarak çıkmaktadır. Hayatımızın asıl membaı, bütün canlıların hayatta kalmalarının can damarı olan su da topraktan fışkırmaktadır. Hayatımızın idamesi için kullandığımız madenlerden yakıtlara kadar tüm hayat gereksinimlerimizi yine topraktan çıkartmaktayız. Kısaca hayata dair her ne varsa toprak bize sağlamaktadır. Toprak, o canlılığı ve cömertliği ile bizlere bir hayat bahşeder. Âşık Veysel’in “Kara Toprak” şiirinde söylediği gibi toprak hiçbir zaman hayır demez, vefasıyla hep ne istersek verir: 

“Nice güzellere bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne faydalandım
Her türlü isteğim topraktan aldım
Benim sadık yârim kara topraktır”

İşte, toprağa bu minval üzere bakılırsa ve toprak Kur’an ışığında aydınlanırsa ölü toprak can olur, ölü bedenlere hayat olur, tarihe medeniyetler kazandırır.
Ölülerimizi toprağa gömeriz. Cesetler toprakta çürür, yok olur. Gömdüğümüz tohum ve çekirdekler de ilk önce çürür, aslını kaybeder. Sonra filize dönüşür ve yeryüzüne fide olarak çıkar. Bu sebeple “Allah, rüzgârları gönderendir. Onlar da bulutları hareket ettirir. Biz de bulutları ölü bir toprağa sürer ve onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltiriz. İşte ölümden sonra diriliş de böyledir.” (Fatır, 35/9.)

Başka bir ayette de “Göğün ve yerin O’nun buyruğu ile durması da O’nun (varlığının) delillerindendir. Sonra sizi topraktan bir çağırdı mı hemen (kabirlerinizden) çıkıverirsiniz.” (Rum, 30/25.) ayetlerinden de anlaşılacağı üzere yok olmuş, çürümüş bedenlerimiz sur üflenince tekrar dirilecek. Toprak, tohumları canlandırdığı gibi biz de topraktan tekrar can bulup çıkacağız.

Evet, ölü olarak tabir ettiğimiz toprak, tüm canlıların hayatının merkezinde yer almaktadır. Bilhassa varlıklar içinde en mümtaz olan insanın toprakla önemsenemeyecek kadar bir bağı vardır. İnsan ne kadar et ve kemikten hatta vücudunun yarıdan fazlası su olsa dahi özü, aslı, yaratılışı topraktır. “Ey insanlar, sözümü iyi dinleyin. Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız; Adem ise topraktandır.” (Buhari, Hac, 132, Megazi, 78; Müslim, Hac, 147.) Peygamberimizin Veda Hutbesinde beyan ettiği bu gerçek insanın topraktan yaratıldığını ve toprakla arasındaki bağını apaçık bildirmektedir. Topraktan yaratılan insan, tabii ki menşei olan toprağın karakteristik özelliklerini taşıyacaktır. Bu sebeple insan ve toprak ilişkisi hep devam edip sürecektir. 

Çeşit çeşit topraklar olduğu gibi farklı yapıda, huyda, karakterde insanlar vardır. Verimli, verimsiz, yumuşak, sert, tüm cana yakınlığı ile her türlü bitkiye kucak açan, tüm iticiliği ile hiçbir bitkinin hatta kuru bir otun dahi yetişmediği, ne kadar emek verirsen ver dikilen meyve ve sebzelerin nankörce, bir türlü yetişmesine müsaade etmeyen, hiç kendisine bakılmadığı hâlde, sulamadan, çapa yapmadan, sürüp ekmeden kendiliğinden her türlü bitki veren toprak çeşitleri vardır. İşte insanlar da aynı şekilde her türlü karakterde ve huyda olmaktadır. Vefalı nankör, iyi kötü, çalışkan tembel, sert yumuşak ve daha böyle çeşit çeşit yapıda insan vardır. Bu karakter yapılarımız, her şey aslına çeker sözünün en güzel ispatıdır. Aslımız toprak olduğu için aslımıza çekeceğiz, onun özelliklerini taşıyacağız. İnsanın farklı farklı karakterlerde ve ayrı ayrı ırk ve renklerde olmasının sebebini Peygamberimiz (s.a.s.)   bir hadisinde insanın yaratıldığı toprağın tek cins olmayıp dünyadaki tüm toprak çeşitlerinin bir araya getirilerek insanın yaratıldığını bildirmektedir. “Allah Teâlâ, Adem’i yeryüzünün her tarafından aldığı bir tutam topraktan yaratmıştır. Bu sebeple ademoğullarının, o topraklara izafeten bir kısmı kızıl, bir kısmı beyaz, bir kısmı siyah, bir kısmı da bu renklerin karışımındaki renklerde; bir kısmı yumuşak, bir kısmı sert, bir kısmı iyi huylu, bir kısmı kötü huylu olarak (yani muhtelif istidat, hususiyet ve karakterde) dünyaya gelmiştir.” buyurmaktadır. (Ebu Davud, Sünnet, 16.)

Toprak hep ayaklar altındadır. Ezilir, çiğnenir, hor kullanılır. Ekin ekilirken, sürülürken terim yerindeyse lime lime edilir, altı üstüne getirilir, fakat gücünden, verimliliğinden, özelliklerinden azıcık dahi olsa bir şey kaybetmez. Aksine daha da güç, kuvvet kazanır. İşte bu sebeple ziraatla uğraşan, toprakla haşır neşir olup bir şeyler eken diken kişiler, toprak gibi sağlam ve güçlü olurlar. Nasıl paratoner yıldırımın elektriğini topraklama yaparak doğrudan elektrik akımını toprağa iletiyor ve hiçbir şekilde bir zarara yol açmadığı gibi toprakla hayatını idame ettirenlerin vücudundaki tüm elektrikleri, stresi hatta yorgunluğu toprağa akıp gider ve o kişide ne bir üzüntü ne de gam kalır. Böylece kişi ihtiyarladıkça daha zinde ve sağlıklı olur. Sağlam ve sağlıklı ihtiyarlara eski toprak denmesi bundan sebep olsa gerek. 

Ölü tabir ettiğimiz toprağın bizlere sayamayacağımız kadar faydaları vardır. Bunlardan bir tanesini Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadisinde şöyle açıklıyor: “Bana beş şey verildi ki bunlar benden önceki peygamberlerden hiç kimseye verilmemişti.” buyurarak bu beş şeyi saymış ve bunlardan birini de şu şekilde açıklamıştır: “Yeryüzü benim için mescit ve temizleyici kılındı, onun için ümmetimden herhangi bir kimse namaz vakti olunca namazını (bulunduğu yerde) kılsın.” (Buhari, Teyemmüm, 1.) Burada Peygamberimiz (s.a.s.) toprağın iki özelliğinden bahsediyor. Mescit ve temizleyici olma vasfı. Zaten bir yerin mescit olabilmesi için temiz olması gerekir. Yeryüzü dediğimiz toprak mescit oluyorsa temizdir. Biz burda temizleyicilik özelliğine bakacağız. Toprağın iki çeşit temizleme vasfı vardır. Birincisi hükmi diğeri ise maddidir. Hükmi olan vasfı, teyemmümdür. “Su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz.” (Maide, 5/6.)

Ayette görüleceği üzere abdesti su ile alırız. Su bulamadığımız zaman teyemmüm ederiz. Toprağa elimizi vurarak yüzümüze ve kolumuza elimizi sürerek hükmi manada abdest almış oluruz. Bu teyemmüm abdestiyle, gerek normal abdest gerekse gusül abdestinin hükümlerini icra ederiz. 

Toprağın ikinci temizleyici vasfı da ikiye ayrılır. Birincisi maddi kirleri temizler. Deterjan ve sabun görevini yaparak kap kacak ve bedenimizdeki kirleri temizleriz. İkincisi ise kaybetmek istediğimiz, yok olmasını istediğimiz şeyleri toprağa gömmemizdir. Maden, tahta, kumaş gibi maddelerden yapılmış eşyalar toprağın altında çürür, erir yok olur gider. Ölü toprak deyimi herhalde bu kendisine gömülenleri yok edip başka şeylere dönüştürmesinden gelmektedir. 

Evet, ölü diye tabir ettiğimiz toprak, madalyonun bir yüzünden baktığımızda ölüdür, öldürür. Biz öyle algılarız. Onun için yok etmek istediklerimizi veya kaybetmek istediklerimizi ve ölülerimizi toprağa gömeriz. Böylece gömdüklerimizi ölü toprağın yok ettiğini zannederiz. Fakat toprak hiçbir şekilde israf etmez ve hiçbir şeyi de yok etmez. İçine aldığı her şeyi bir şekilde, tekrar faydalı olacak materyallere dönüştürür. Yer altına giren canlı cansız tüm varlıklar zamanla fosilleşiyor ve kimisi petrol, kömür, elmas, kimisi de gübreye dönüşerek toprağın verimliliğini arttırıyor. Evet, ölü gibi görünüyor ve öldürüyor lakin o sinesine gömülen şeyleri yok etmiyor; niteliklerini değiştirip bambaşka bir maddeye çevirip yeni hayatlara dönüştürüyor. 

İnsan ve sadık yâri kara toprak, ikisi birbirine bağlı ve birbirlerine hayat bahşediyorlar. İlk önce toprak insana can veriyor sonra insan toprağı işleyip çeşit çeşit bitki, sebze ve meyvelerle nice canlar meydana getiriyor. Topraktan geldik, toprağa döneceğiz ve topraktan da ilk yaratıldığımız gibi inşallah ebedi hayat cennet için tekrar kabirlerimizden çıkacağız. 
İşte, ölü dediğimiz topraktan ne dirilişler ne canlar çıkıyor.

Editör: Mehmet Çalışkan