"HAZRETİ ALİ DİYORKİ"

Dr. Mehmet BULUT

Üstlendiği misyonu, kısa ömründe yapabildikleri yanında geleceğe yönelik tutarlı projelerini, vekâlet çerçevesinde din hizmetlerinin geleceğine yönelik beslenen ümitleri, buraya bel bağlayan insanların yüreklerinde taşıdıkları ulvi heyecanı, medeniyet tasavvurlarını ve nihayet bunların Asr-ı Saadet'te yaşanan İslam’a duydukları özlemi… Diyebilirim ki, vekâlet çerçevesinde dönemin ricalinin geleceğe yönelik bu ümit ve tasavvurları, vekâletin kısa süren ömründe yapabildiğinin çok daha ilerisindedir. Hemen belirtelim, aynı heyecan ve tasavvuru Reisliğin ilk bir-iki yılında da söz konusudur ama sadece o kadar… Bu cümleden olarak mesela Vekâletin başlattığı yayın faaliyetleri de Reislikçe örnek alınmak istenmiş, ancak maalesef bu, bir iki teşebbüsün dışında sonuçsuz kalmıştır.

Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti, diğer hizmetleri yanında, bünyesinde oluşturduğu Tetkikat ve Te’lifat-ı İslâmiye Heyeti adlı birimle -buna kısaca “Yayın Kurulu” dememiz mümkün- yayın faaliyetinde de bulundu. Bütün imkânsızlıklara rağmen 1922-1924 arasında üç yıl içinde on adet eser yayımlamayı başardı. Yıllar önce, değişik kütüphanelerde bu kitapları tespit için çalışmalar yapmış ve sonuçlarını bir makale hâlinde Diyanet İlmi Dergi’de yayınlamıştım (c. 30, sy. 1, Ocak-Mart 1994, s. 3-16.)

Dikkat çekicidir ki, sözü edilen on eserden üçü, Anglikan Kilisesinin vaktiyle İslam dini hakkında yönelttiği dört soruya cevap teşkil etmek üzere hazırlanmış kitaplardır. Birincisi, İzmirli İsmail Hakkı Bey tarafından yazılan Anglikan Kilisesine Cevap (el-Cevâbü’s-Sedîd fî Beyâni Dîni’t-Tevhîd), ikincisi Abdüaziz Çâviş tarafından yazılan Ecvibetî fi’l-İslâm an-Es’ileti’l- Kenîseti'l-Ancilikaniyye, üçüncüsü de, bu kitabın Mehmed Âkif Bey tarafından Anglikan Kilisesine Cevap adıyla yaptığı tercümedir. Merhum Âkif, aynı müellifin Âsâru’l- Hamr adlı eserini de İçkinin Hayat-ı Beşerde Açtığı Rahneler adıyla tercüme etmiş ve her ikisi de yine adı geçen heyet yayınları arasında yayımlanmıştı. Bu arada, Abdülaziz Çâviş’in Mısırlı bir âlim olduğunu ve sözü edilen heyetin reisliğini de yaptığını belirteyim. Evet, Büyük Millet Meclisi Hükümetinin Şer’iyye Vekâleti, liyakatine binaen Tetkikat ve Te’lifat-ı İslâmiye Heyetinin başına Mısırlı bir âlimi getirmişti ki, üzerinde teemmüle değer bir husustur. Öyle ki, dönemin bir kısım mebusları onun hakkında, “çok değerli bir âlimimizdir” şeklinde hüsnü şehadette bulunmuşlardı.

Anglikan Kilisesine cevap

Anglikan Kilisesinin İslam dini hakkındaki soruları ve bu soruları cevaplandırma çabalarının uzun bir hikâyesi vardır. Özetleyecek olursak;

Dinler hakkında araştırmalar yapmak üzere Anglikan Kilisesine bağlı olarak İngiltere’de kurulan “Külliyat- ı Edyan Cemiyeti”nin başkanı, 1916’da Şeyhülislam  Haydarizade İbrahim Efendi’ye bir mektup göndererek, “İslam’ın hakiki sesini” duymak emelinde olduğunu ve bu sebeple İslam ve Müslümanlar hakkında tanıtıcı bir kitabın hazırlatılmasını istemişti. Hazırlanacak eserin 50 bin kelime civarında olması arzu ediliyordu. Yazılacak eserde dört sorunun  cevaplandırılması talep edilmişti. Şer’iyye vekillerinden Mehmed Vehbi Efendi’nin ifadesiyle nakledecek olursak, bu sorular; “Hz. Peygamber’in dini nedir? Bu din fikir ve hayata neler bahşediyor? Zamanımızın mezahim-i mütenevviasını nasıl tedavi ediyor? Dünyayı gerek daha iyi gerek daha fena bir surette taklib eden kuva-i siyasiye ve maneviyeye ne diyor?” şeklindeydi.

Bu sorulardan özellikle son ikisi üzerinde duruluyordu. Yirminci yüzyılın başlarında Avrupa içtimai hayatını altüst eden kapitalizm, sosyalizm ve Bolşevizm gibi akımların doğurduğu sosyal çalkantıları İslam’ın nasıl tedavi ettiği/edeceği öğrenilmek isteniyordu.

Haydarizade İbrahim Efendi böyle bir eserin yazılmasını Meşihat makamına bağlı bir İslam akademisi konumunda olan Dârü’l-Hikmeti’l- İslamiye’ye havale etmiştir. Eserin tertip ve yazımı hakkında uzun uzadıya müzakerelerden sonra nihayet üyelerden dört zat tarafından ayrı ayrı risaleler yazılmasına karar verilmiştir. Bu doğrultuda hazırlanan dört ayrı çalışma Meşihat Makamına takdim edilmiştir. Risaleler makamca tetkik olunduktan sonra bunlardan İzmirli İsmail Hakkı Bey’in eseri kabul edilmiş, diğer zatların çalışmalarının boşa gitmemesi için onlardan da bazı bahislerin alınması uygun görülmüştür. Nitekim bu iş için oluşturulan komisyon, İsmail Hakkı Bey’in çalışmasını esas almış, çok az da olsa diğerlerinden de bazı alıntılar yaparak kitaba son şeklini vermiştir.

Şeyhülislamlığın lağvından sonra, İzmirli İsmail Hakkı Bey, Şer’iyye Vekâleti Tetkikat ve Telifat-ı İslamiye Heyeti azalığına tayin olunca İstanbul’dan ayrılmış ve söz konusu kitap İstanbul’da kalmıştır. Mehmed Vehbi Efendi, Şer’iye Vekilliğine seçilince İzmirli İsmail Hakkı Bey’in bu çalışmasını İstanbul’dan getirtmiş, vekâletin kurulları olan İfta ve Tetkikat ve Te’lifat-ı İslamiye Heyetlerini görevlendirerek eseri yeniden tetkik ettirmiştir. Her iki heyet, pek az değişiklikle eserin basılmasını kararlaştırmış ve nihayet çalışma Anglikan Kilisesine Cevap (el-Cevâbü’s-Sedîd fî Beyâni Dîni’t-Tevhîd) adıyla heyetin 2 numaralı eseri olarak 1923’te yayımlanmıştır.

İzmirli’nin eserinin yayını yanında, Şer’iyye Vekili Mehmed Vehbi Efendi, sözü edilen heyetin reisi Abdülaziz Çâviş’ten aynı konuda kısa, daha derli toplu bir kitabın daha hazırlamasını talep etmiş ve mumaileyh yukarıda da sözünü ettiğimiz, Ecvibetî fi’l-İslâm an-Es’i-leti’l-Kenîseti'l-Ancilikaniyye adlı eserini yazmıştır. Bu Arapça eser henüz yayımlanmadan, eserin, merhum Âkif tarafından yapılan Türkçe tercümesi Anglikan Kilisesine Cevap adıyla heyetin 9 numaralı kitabı olarak basılmıştır (Abdülaziz Çâviş, Anglikan Kilisesine Cevap, Tercüme: Mehmed Akif, Şehzadebaşı Evkaf-ı İslamiye Matbaası, İstanbul 1341/1339 (1923), 290 sayfa). Bu eser bilahare aynı adla ve sadeleştirilerek Başkanlık yayınları arasında birkaç kez basılmıştır (İlk baskısı, Ankara 1974, 199 sayfa).

Bu arada belirtelim ki, bu konuda yazılan eserler sözü edilen üç kitapla sınırlı değildir kuşkusuz. İzmirli İsmail Hakkı’dan, Abdülaziz Çâviş’ten Ömer Nasuhi Bilmen’e daha birçok mütefekkir ve âlim konuyu ciddiye almış, sözü edilen sorulara şöyle layık-ı veçhile cevap vererek İslam’ı savunmak için çaba sarf etmişlerdi.

Hazreti Ali Diyor ki..

Makalemizin başlığına ancak şimdi dönebiliyorum.

Hazreti Ali Diyor ki.., Başkanlığın 1954’te yayınladığı bir kitapçığın adıdır (Diyanet İşleri Reisliği Yayınları, Yayın No: 31/27, Ankara 1954, 35 sayfa; 3. baskı, Ankara 1959, 36 sayfa).

Başkanlık 1952-1954 yılları arasında bir dizi yayın faaliyeti gerçekleştirmiş ve bu çerçevede cep boyu, sayfa sayısı az, kolay okunabilen 29 eser yayımlamıştı. İşte 35 sayfalık Hazreti Ali Diyor ki.. adlı kitap da bu dizi yayının 27’ncisini teşkil etmişti.

Hz. Ali Diyor ki.. adlı kitapçık, işte yukarıda sözünü ettiğimiz Anglikan Kilisesinin sorularını cevaplamak üzere hazırlanan eserlerden Abdülaziz Çâviş tarafından yazılıp merhum Mehmed Âkif tarafından tercüme edilerek Tetkikat ve Te’lifât-ı İslâmiye Heyeti yayınları arasında neşredilen Anglikan Kilisesine Cevap adlı eserin 167-187. sayfaları arasında yer alan kısımdır.

Hz. Ali Efendimizin, Mısır’a vali tayin ettiği Mâlik bin el-Haris el-Eşter’e (v. 37/657) yazdığı emir ve talimatı muhtevi bu mektup, İslam’ın devlet yöneticilerine yönelik prensiplerin bir kısmını ortaya koyması, müellif Çâviş’in ifadesiyle, “Müslümanlığın bütün şuabat-ı idare ve siyasetindeki ruhu”nu kemâli vuzuh ile göstermesi sebebiyle söz konusu esere alınmıştır.

Çaviş’in eserine aldığı bu emir ve tavsiyelerin, Rasulüllah’ın rahle-i tedrisinden geçmiş Hz. Ali Efendimize ait olması bizim için başlı başına bir önem arz ediyor. Ayrıca tercümenin bir “edîb-şehîr”imizin, merhum Mehmed Âkif’in kaleminden çıkmış olması, esere daha da bir önem kazandırıyor. Başkanlığımızın bunu, 1954 yılında gayet yerinde bir teşebbüsle müstakil bir kitapçık hâlinde yayımlaması da takdire şayandır.

Tadımlık kabilinden, bu kitapçıktan bazı paragraf ve cümleleri aşağıya alıyorum. Buraya aldığım kısımlarda olabildiğince Âkif’in tercümesine bağlı kalmaya itina gösterdim. Bakalım Hz. Ali Efendimiz, tayin ettiği valinin şahsında, asırlar ötesinden bizlere ne emir ve tavsiyelerde bulunuyor? Değil mi ki, hepimiz, Sevgili Peygamberimizin buyurdukları gibi, kendi konumumuz çerçevesinde birer idareci sayılırız. Buyurun…

Mektubuna besmeleden sonra Allah’tan korkup O’na itaat etmeyi, Peygamberin sünnetine uymayı, insanı alabildiğine fenalığa yönelten nefsin dizginlenmesini emrederek başlayan Hazreti Ali, şöyle devam ediyor:

“…Ey Mâlik, ben seni öyle memleketlere gönderiyorum ki, birçok hükümetler senden evvel adalet sürdü, zulmetti. Sen vaktiyle nasıl senden evvelki valilerin icraatını gözden geçiriyordun, halk da şimdi öylece senin icraatını gözetecek. O zaman senin onlar hakkında söylediklerini halk da şimdi senin hakkında söyleyecek. Kimlerin sâlih olduğu ancak Allah’ın kendi ibâdı lisanından söylettiği sözlerle anlaşılır. Onun için biriktireceğin en sevimli azık, salâha makrûn a’mâl olsun…

“Halk için kalbinde muhabbet, merhamet duyguları, lütuf meyilleri besle. Sakın biçarelerin başına, kendilerini yutmayı ganimet bilen yırtıcı bir canavar kesilme! Çünkü bunlar iki sınıftır; ya dinde kardeşin, ya hilkatte bir eşin."

“Umûrun içinden öylesini ihtiyar etmelisin ki, hak hususunda en mutavassıtı, adalet itibariyle en şamili olsun; sonra halkın rızasını en ziyade cami bulunsun. Zira ammenin hoşnutsuzluğu eşhasın rızasını hükümsüz bırakır; eşhasın gazabı ise ammenin rızası içinde kaynar gider."

“İnsanlar hakkındaki bütün kin ukdelerini çöz; seni intikama doğru sürükleyecek iplerin hepsini kes!.."

“Hele alt tabakadaki her türlü çareden mahrum fukara ve bîçaregân ile felaketzedeler, kötürümler hakkında Allah’tan korkmalı, hem çok korkmalısın. Bu tabakada hâlini söyleyen de var, söylemeyen de var. Allah’ın bunlara ait olmak üzere hıfzını sana tevdi ettiği hakkı sıyanet et!.. Sakın azamet seni onlarla uğraşmaktan alıkoymasın… Yine bunlardan olup da nazarların tahkiri, ricalin istiskali yüzünden işleri sana kadar gelemeyenleri araştır… Hâsılı öyle çalış ki, huzur-i Bâri’ye çıktığın zaman ‘vüs’umu sarf ettim’ diyebilesin."

“Erbab-ı ihtiyaç için, sırf kendileriyle meşgul olacağın bir zaman ve mekân ayır. Ve hepsiyle beraber otur da seni yaratan Allah’ın rızasını celbedecek bir tevazu göster. Sonra askerini, yardımcılarını, muhafızlarını, zabıta memurlarını yanlarında bulundurma ki, söylemek isteyen çekinmeden derdini dökebilsin. Ben aleyhi’s-salâtü ve’sselâm Efendimizden birkaç yerde işittim: ‘İçindeki zayıfın hakkı serbestçe kavisinden alınamayan bir ümmet hiçbir zaman kuvvetlenemez’ buyurmuştu."

“…Halisen li-vechillâh eda edeceğin taatin en başlıcası da Zât-ı İlâhîye has olan feraizi yerine getirmekten ibaret olsun… Şayet namazında halka imam olmuşsan, sakın ne bıktıracak ne de bir hayra yaramayacak gibi kıldırma… Aleyhi’s- salâtü ve’s-selâm Efendimiz beni Yemen’e gönderirken, ‘onlara namazı nasıl kıldırayım’ demiştim. ‘En zayıflarının namazları gibi’ buyurmuşlardı."

“Bir de sakın kendini beğenme, sakın nefsinin sana hoş gelen cihetlerine güvenme, sakın yüzüne karşı medholunmayı isteme! Zira iyilerin ne kadar iyiliği varsa hepsini mahv için şeytanın elindeki fırsatların en sağlamı budur…" “Hiddetine, gazabına, eline, diline hâkim ol ve bunların hepsinden masun kalabilmek için badirelerden geri durup şiddetini tehir et ki, öfken geçsin de iradene mâlik olasın…"

“…Bizim niyazımız Allah’adır. Ve’s-selâmu alâ Rasûlillâh…”

Sonuç olarak bir şey söylememi isterseniz -belki ilgisiz kalacak ama- şunu derim: Hep kendi yapıtlıklarımıza takılıp kalmayalım; eslafımızın yapıp ettiklerine, vücuda getirdiklerine de bakalım. Böyle yapmakla ufkumuz daha da genişleyebilecektir.

DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2018

Editör: Mehmet Çalışkan