Koray ŞERBETÇİ

Bozkırda mayalanan bir şahsiyet

1899 yılında İslam Bey ailesinin en büyük oğlu Osman Batur, Altay’da Köktogay bölgesinin Ertiş ırmağı boyundaki Öndirkara’da dünyaya gözlerini açtı. Babası Altay dağlarının eteklerinde hayvancılık ve ziraatla meşgul İslam Bey, annesi ise Ayça Hanım’dı.

Osman Batur’un ömrünün ilk seneleri diğer Kazak çocuklarının yaşantıları gibi Kazak örf ve âdetlerinin geleneksel atmosferinde geçmiş, çocuk okul çağlarına geldiğindeyse bir Türk okuluna gönderilmişti. Osman Batur’un okul hayatı, hocası çok sert bir kişi olmasına rağmen renkli geçmişti. Çünkü o,  zeki ve öğrenmeye meraklıydı.

Bu nedenle kendini gösteren kabiliyetleri ile kısa zamanda çevresinde sevilen ve sivrilen bir genç oldu. Sadece okul hayatındaki başarılarıyla değil aynı zamanda atılgan bir kişiliğe sahip olmasıyla da çevresinde adından söz ettirmeyi başardı. 

Osman Batur’un daha genç yaştan itibaren cesur ve kararlı bir fikir sahibi olduğu göze çarpmaya başlamıştı. Sanki onun bozkırdaki güzel çocukluğu, etrafındaki dünyada yaşanan değişimlerle birlikte tüm ömrü boyunca vereceği çetin mücadelenin âdeta hazırlık safhasıydı. 

Henüz on iki yaşında iken Çin’de cumhuriyet ilan edilmiş, diğer taraftan Rusya’da Bolşevik İhtilali patlak vermişti. Bu gelişmelerin etkileri yavaş yavaş onun yaşadığı bölgeye uzandığında Osman Batur’un cesur ve baş eğmeyen kişiliği de kendisini göstermeye başlayacaktı.

Osman Batur mücadelesine başlıyor

Takvimler 12 Şubat 1940’ı gösterdiğinde bölgedeki Müslüman Türkler için acı bir olay yaşandı. Sarıtogay’da, Altay’ın dinî lideri Müftü Akit Hacı’nın camiine yapılan saldırı, Türklerin millî hassasiyetine bir saldırıydı. Bu nedenle geniş çaplı bir Çin protestosu patlak verdi. İris ve Esim Han liderliğinde Çinlilere karşı başlatılan protestolara Osman Batur da katıldı. Çinli yetkililer bu protestolar üzerine İslam Bey’den silahların toplanıp teslim edilmesini isteyince Osman Batur babasına karşı çıkarak silahını teslim etmedi. Osman Batur’un tam bu noktada ağzından dökülen sözler âdeta tüm ömrünün yol haritasını çiziyordu: “Bugün silah veren yarın canını da verir, istiyorlarsa gelip alsınlar.” 

Olayın bu protestolarla sınırlı kalmayacağı açıktı. Artık Çinlilerin gölgesi altında yaşamanın mümkün olmayacağını anlayan Osman Batur, işgalcilere karşı direnmeye karar verdi. Ona göre Ruslar ve Çinlilerden tavizler alınarak yaşamanın bir yolu yoktu. Er geç Müslüman Türk toplumunun kendi kimliğiyle var olabilmesi için çatışma yaşanacaktı. Bu konuda onun ufkunu açan kişiyse daha önceden bu direnişi başlatmış olan Böke Batur’du. İşte Osman Batur,  Çinlilere karşı büyük mücadeleler vermiş olan Kazakların büyük lideri Böke Batur’un yanında yetişmiş, savaş taktiklerini ondan öğrenmişti.

Fakat Osman Batur’un direnişe kalkışması bölge halkı tarafından ilk başlarda tepkiyle karşılandı. Çünkü ahali, Çinlilerin vereceği sert karşılık yüzünden tedirgindi. Ama zaman Osman Batur’un mücadelesinin ne kadar yerinde bir karar olduğunu herkese gösterecekti ve o da halk tarafından destanlaştırılacak ve “Batur” unvanını alacaktı.

Bir lider doğuyor

Çinlilere karşı mücadele eden Kazak lider Böke Batur, üst üste yenilgiler alınca askerî anlamda yıprandığını anladı. Ama istiklal mücadelesinin devam etmesini istiyordu ve bu harekete liderlik yapacak tek kişi olarak da Osman Batur’u görüyordu. Ona, “Benim işim bitti ama senin milletinin sana ihtiyacı olacak. Çünkü senin gibi birisi doğmayacak. Benden ayrıl!” dedi. 

Osman Batur, bu acı emri istemese de uyguladı. Takvimler 1941 yılını gösterdiğinde o artık istiklal mücadelesi veren bir lider olmuştu. Osman Batur’un lider olduğu iklimde karşısında Çin’in bölgeye işgal valisi olarak atadığı Sheng Shicai vardı. İşgal komutanı Sheng, bölge halkı üzerinde şiddetli bir baskı ve sindirme politikası uygulamaya başlamıştı. Karşısında ise Osman Batur liderliğinde bir avuç Müslüman vatansever savaşçı vardı.
Artık bu noktadan sonra Osman Batur’un hayatı, küçük bir akıncı müfrezesinin başında Çin ve Rus işgalcilere karşı vurkaç savaşı yaparak geçmeye başlamıştı. Osman Batur’un küçük bir askerî toplulukla işgalcilere karşı verdiği mücadelenin destanı dalga dalga bütün Türk illerine yayılmaya başladı. Bilhassa efsanevi derecede keskin nişancı olan Osman Batur’un çarpışmalarda gösterdiği başarı, işgalciler için tam bir kâbusa dönüşmüştü. Osman Batur’un mücadelesinin kararlılığı görüldükçe zaman içinde direnişçilerinin sayıları da artmaya başlamıştır. 

Osman Batur’un savaşçılarının çoğalmasına karşın silah ve cephane azlığı çekilmeye başlanmıştır. Buna rağmen Sheng yönetiminin sindirme politikalarından bıkmış olan halk, direniş ve baskınlara silahsız olarak da olsa katılmışlardı.

Doğu Türkistan’da verilen istiklal mücadelesinde 1943 yılı sonrasında bir değişim ve dönüşüm yaşanmıştı. O sırada 2. Dünya Savaşı’nın seyri Çin’in iç siyaset dengelerini etkilemiş, bölgeyi âdeta kendi mülkü gibi bağımsız yöneten Çinli vali Sheng’in desteği azalmıştı. Bu durum Osman Batur ve arkadaşlarına hareket serbestliği sağlamıştır. Bu serbestliği iyi değerlendiren Osman Batur ve arkadaşları peş peşe Sheng kuvvetlerine darbeler indirmeye başlamıştır. Bu başarılı harekât sonucunda Altay bölgesindeki şehirler birer birer direnişçilerin eline geçmeye başlamıştır. Öyle ki Altay bölgesinin büyük şehirleri hariç hemen hemen tüm şehirler direnişçilerin kontrolü altına geçmiştir.

Rusların geri çekilmesinden sonra Osman Batur’un, şehirleri ele geçirmeye başlaması vatanseverleri güçlendirmiş ve umutlandırmıştı. Fakat direnişin en zayıf yanı insan gücü ve silahtı. Bu noktada Osman Batur, Moğollar ile görüşme kararı aldı. Moğollarla yapılan görüşmeler olumlu sonuçlandı. Böylece vatansever direnişçiler en büyük ihtiyaçları olan silah ihtiyacını giderdiler.

Doğu Türkistan Cumhuriyeti kuruluyor

Osman Batur, Moğollar ile yaptığı silah antlaşmasından sonra işgalci Çin kuvvetlerine karşı büyük bir taarruza başladı. Taarruz başarılı bir şekilde sonuçlandı ve Çin kuvvetlerine ağır bir darbe vuruldu. Bu başarı üzerine Altay bölgesindeki halk, bir kurultay düzenledi ve Osman Batur’u Altay Türklerinin liderliğine seçti.

Osman Batur’un Altay’daki başarıları Doğu Türkistan’ın diğer bölgelerindekileri de cesaretlendirdi. Kulca bölgesinde Ali Han Töre liderliğinde işgale karşı büyük bir ayaklanma başladı. Direniş başarıya ulaştı ve Doğu Türkistan Cumhuriyeti ilan edilerek Ali Han cumhurbaşkanlığına getirildi. 

Osman Batur kurulan cumhuriyet tarafından 1944’te Altay valiliğine tayin edildi. Çinliler bu yaşananlar karşısında çok şaşkın ve öfkeliydiler. Yenilgilerinin intikamını almak için insanlık dışı bir yönteme başvurdular. Osman Batur’un on sekiz yaşındaki kızı Kabiyra ile on dört yaşındaki oğlu Baydolla’yı anneleri Mamey’in gözü önünde hunharca katlettiler. On bir yaşındaki oğlu Kariy ve dokuz yaşındaki kızı Sapiyan’ı da 20 metre derinliğindeki bir kuyuya attılar. 

Ama Osman Batur’un yaşanan vahşet karşısında çektiği acı istiklal davasını duraksatmadı. Osman Batur 1945’te törenle Altay halkının savaşı kazandığını ilan etti. Önce Moğolistan ve Rusya yeni cumhuriyeti tanıdığını ilan etti. Ardından da Çin ile görüşmeler başladı. Müzakereler neticesinde Çin ve Doğu Türkistan Cumhuriyeti arasında antlaşma imzalandı. (2 Ocak 1946)

Sona doğru

Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin kurulması ve çevre devletlerce tanınması süreci bitirmedi. Özellikle 1946’da cumhurbaşkanı Ali Han Töre’nin ortadan kaybolması üzerine karışıklıklar başladı. Bu ortamda Osman Batur ile hükûmetin arası açılmaya başladı.

Hükûmet, Osman Batur’a tepkisini onu tüm görevlerden alarak gösterdi. Artık efsanevi liderle bağımsız Doğu Türkistan Cumhuriyeti arasındaki köprüler atılmıştı. Osman Batur’un kopuşuyla birlikte Kazak askerlerin Doğu Türkistan ordusundan ayrılmaya başlamasıyla hükûmet sarsıldı. Bunun üzerine hükûmet başkanlığına getirilen Mesut Sabri Baykozi Osman Batur’u Urumçi’ye davet etti ve tekrar Altay valiliğine atadı. 10 Haziran’da Urumçi’ye giden Osman Batur halk tarafından sevgiyle karşılandı. 

Ama Çin’de politik atmosfer değişmeye başlamıştı. Güçlenen komünist parti, Çin’e hâkim oldu. Bir süre sonra komünist Çin kuvvetleri yönünü Doğu Türkistan’a çevirdi ve bölgeyi işgale başladı. 

1950 yılına gelindiğinde Çin devleti askerî gücünün önemli bir kısmını bu mücadeleye kaydırdı. Hem sayı hem de teknoloji bakımından üstün olan işgalci Çin güçleri yavaş yavaş ilerlemeye ve bağımsızlaşan bölgeleri geri almaya başlamışlardı. Bu mücadele sırasında Osman Batur’a bağlı güçler askerî anlamda ağır darbeler almaya başladılar. Öyle ki bir ara mevcudu elli bini bulan Osman Batur’un ordusunun mevcudu dört bine kadar inmişti. 

Çinliler bir yandan da psikolojik harp yapıyor, halkın gözünü korkutmak için uçaklardan broşür atıyorlardı. Broşürlerde: “Osman’ı terk edin, onunla olanlar Osman’ın yanına, hükûmetin yanında olanlarsa hükûmetin tarafına geçsin. Osman’ı yakalayacağız ve yanındakilerle birlikte cezalandıracağız.” diyerek halkı sindirmeye çalışan tehdit dolu ifadeler mevcuttu.

İşgalci Çin güçleri karşısında tutunamayacağını anlayan Osman Batur yanında kalan az sayıda adamıyla birlikte 28 Ağustos 1950’de Makay’a çekildi. Bunu fırsat bilen Çin ordusu baskın hücumu yaparak ona büyük kayıp verdirdi. Artık neredeyse Osman Batur’un ordusu dağılmıştı. Dağılan ordusundan yanında kalan bir avuç savaşçısıyla kızının da içinde bulunduğu esirleri götüren konvoya baskın yaptı. Mücadele sonucunda esir düştü.

Şehadeti

Esir düşen Osman Batur, Çin Halk Cumhuriyeti tarafından devrim hükûmetine karşı olmak suçundan idam cezasına çarptırıldı. Yaklaşık iki aylık işkenceyle geçen esaret hayatından sonra idam günü geldi. Osman Batur, idam kararı infaz edilmeden önce Urumçi sokaklarında dolaştırıldı. Kızı Azapay’ın da esir olarak çalıştırıldığı bir elbise imalâthanesine götürülen Osman Batur,  29 Nisan 1951’de kurşuna dizilerek şehit edildi.

Osman Batur ve arkadaşları Türkistan’ın istiklali için hem milliyetçi Çin hükûmetiyle hem de komünist Çin hükûmetiyle uzun yıllar savaştı. Bunun yanında Sovyet hükûmetiyle de mücadele etti. Osman Batur ve askerleri işgalci kim olursa olsun vatanlarını ve imanlarını aziz tutarak son ana kadar işgalcilere boyun eğmemişler ve Türkistan’ın istiklali uğruna canlarını adayarak günümüze örnek olacak bir destan yazmışlardı.

Editör: Mehmet Çalışkan