Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

Son zamanlarda dillendirilen iddia şu: “Kur’an’ın tanımladığı Allah’ın yasakçı, şiddetli bir şekilde cezalandırıcı bir tanrı olması insanları dinden soğutuyor.” Bu iddianın gerçekliği ve doğruluğu konusunda ne dersiniz?

Bakış açısı tek taraflı olunca böyle bir sonuç ortaya çıkar. Bu bakış açısını hangi kişi, olgu veya olaya yöneltseniz benzer sonuç elde edersiniz. Burada sorun iddia sahibinin bakış açısıdır. “Kur’an’ın tanımladığı” diye başlayan iddia bir kere doğru değil. Bu tür yanlış iddialar eskiden beri dillendirilir. Bakın Kur’an bu tür iddia sahiplerini nasıl tanımlıyor: “Yine insanlar içinde kimileri vardır ki Allah’a şartlı olarak kulluk eder; öyle ki kendisine bir iyilik denk gelirse bundan pek memnun olur ama başına bir sıkıntı gelirse hemen yüz çevirir.” (Hac, 22/11.) Demek ki her dönemde böyle bakış açısına sahip insanlar varmış. Aslında bu iddia Kur’an’ın evrensel olduğunun belgesidir. 

Öyle de Hocam. Kur’an’da Allah’ın yasaklamasından ve cezalandırmasından bahsediliyor.

Evet, Kur’an’da Yüce Allah’ın yasaklaması ve cezalandırması var. Ama sadece bunlar mı var? Kur’an’ı okuduğumuzda Yüce Allah’ın rahmetinden, merhametinden, kullarına inayet, ikram ve desteğinden bahseden ayetler de var. Neden seçmece yollu sadece cezalandırma ayetleri gündeme getiriliyor ve yanlış anlamaya meydan verecek şekilde Yüce Allah’ın “Kur’an’da cezalandırıcı ve yasakçı diye tanımlandığı” iddia ediliyor?

Doğru. İddiada tek taraflılık var. Ancak Yüce Allah’ın yasaklayıcı ve cezalandırıcı yönünü nasıl açıklamalıyız?

Yüce Allah evreni yaratmış ve belli bir düzen koymuştur. Kelam düşünürleri bu düzene âdetullah demişler, bugün ise doğa yasaları veya tabiat kanunları denmektedir. Bu yasalar sebep sonuç ilişkisi çerçevesinde işlemektedir. Bu işleyişi sürdüren de Yüce Allah’tır. Ancak mucize, keramet ve istidrac şeklinde olağan dışı yani sebep sonuç ilişkisini bozacak gelişmeler olabilmektedir. Bunlar ikram, uyarı ve sınama seklinde olup çok dar bir alanda ve zamanda gerçekleşir, işleyişteki genel akışı da bozmaz. Dolayısıyla hâkim olan düzen âdetullah denilen doğa yasalarının işleyişidir. Böyle bir ortamda yaratılan insanın bu yasalara uyma gereğinin yanında Yüce Allah’ın gönderdiği ilahi kanunlara uyma sorumluluğu da bulunmamaktadır. 

Bu yasalara uymak bir zorunluluk mudur?

Burada doğal bir zorunluluk yoktur ancak yasal bir zorunluluk vardır. 

Bu ne demektir?

Doğal zorunluluk yoktur demek insan bu yasaların hepsine aykırı davranma iradesine sahip demektir. Bazılarına gücü yetmediği, bazılarından korktuğu ve bazıları da çıkarına uygun düştüğü için uymak durumunda kalır. Örneğin uçaktan paraşütsüz atlamak isteyen kişi sonunun ölüm olacağını bilir ve atlamaz. Kış günü eksi derecede çıplak durmanın kendisi için tehlikeli olacağını bilir ve giyinmek zorunda kalır. Temel ihtiyaçlarını karşılamak için bir faaliyet yapması gerektiğini bilir ve çalışır. Bu ve benzeri durumların aksine hareket edip ölen, hastalanan veya kötü durumlara düşen insanlar var mıdır? Elbette vardır. Öyleyse doğa kanunlarına uyma noktasında bile Yüce Allah kişileri zorlamamaktadır. İnsan faaliyetleri sonucu çevre dengesinin bozulması ve doğal hayatın zarar görmesi bunu göstermektedir.

Yasal zorunlulukla neyi kastediyorsunuz?

Yasal zorunluluk Yüce Allah’ın peygamberler ve kitaplar yoluyla gönderdiği ilahi kurallara uyma ve yerine getirmedir. Burada da Yüce Allah’ın, insanın iradesini kısıtlaması söz konusu değildir. Nitekim peygamberleri yalanlayan, onlara aykırı davranan, ilahi kitapların buyruklarını kabul etmeyen, hatta yok hükmünde sayan birçok insan bulunmaktadır. Bakıldığında bunların iradelerine herhangi bir kısıtlama konulmuş da değildir. Allah hakkında bugünlerde ortaya atılan iddialar bile bunun göstergesidir. Hatta Yüce Allah “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara, 2/256.) ilkesiyle böyle kısıtlama olmaması yönünde kural koymuştur. Çünkü Yüce Allah’ın insandan istediği gönüllü kabuldür. 

Kanun varsa yasak ve ceza da kaçınılmazdır, öyle mi? 

İddia sahibinin iddiasına göre eve giren hırsıza, sokaktaki saldırgana, arsıza ve ahlaksıza hiçbir yasak gelmemeli ve cezai işlem uygulanmamalıdır. Böyle bir düşünce ütopyada bile uçuk karşılanır. Bir kanun koyucu yasa koyuyorsa o düzenin işlemesi noktasında birtakım yasakları ve cezaları belirtmesi kaçınılmazdır. Kaldı ki yasa koyucuların amacı bu yasak veya cezaları mutlak olarak uygulamak değildir. Tam aksine bunların hiç uygulanmaması tercih edilir. Öyleyse bu yasak ve cezaların varlığı caydırıcılık amaçlıdır. Bunlar bir nevi uyarı görevi görmektedir. Kanun koyucunun esas amacı düzeni sağlamak ve bu düzen içinde insanların huzurlu ve mutlu yaşamalarını temin etmektir. Yüce Allah hem doğaya koyduğu hem de sosyal hayat için gönderdiği yasalara uymanın önemini belirtmiş, uyanlara büyük ödüller vereceğini de vadetmiştir. Ama uymayanlara yönelik de bir adalet sisteminin olması gerekliliktir. Aksi takdirde adaletten bahsedilemez ve çarpık bir düzen söz konusu olur. Doğa yasalarına uymayanlar bedelini bu dünyada bir ölçüde öderken ilahi kanunlara uymayanlara cezalar, esas itibarıyla öte dünyada verilecektir. Aynı şekilde doğayı ölçüsüz bir şekilde tahrip edip gelecek nesillerin haklarına girenler de öte dünyada hesap vereceklerdir. Öyleyse Yüce Allah’ın koyduğu yasaklar ve cezalandırmalar adaletin sağlanması, hakların korunması ve yükümlülüklerin yerine getirilmesi içindir. 

İyi de Allah’ın yasak koymaya ve cezalandırmaya ihtiyacı mı var? Uymayanlar Allah’ı zarara mı sokuyorlar?

Gene burada önemli bir husus gözden kaçırılıyor. Hangi yasa koyucu sadece kendisini korumak üzere yasalar koyar? Böyle yasalar koyanlar için bencil ve kişiye endeksli yasa koyucu nitelemesi yapılır. Yasalar herkesin hak ve yükümlülüklerini yerine getirmesi ile hak ve adalet ölçüsü doğrultusunda kuralların eşit şekilde işletilmesi için konulur. Bizim inanmamızın veya inkâr etmemizin, ibadetimizin veya isyanımızın, haklara saygılı olmamızın veya hak yememizin Allah’a vereceği hiçbir zarar yoktur. Çünkü Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Beşerî kanunlarda kanun koyucular bazen haksız yere kendilerini koruyan veya çıkar sağlayan kanunlar koyabilirler. Bunlar toplum tarafından asla onaylanmaz. Bazen kişiyi koruyan bu tür kanunlar şartların değişmesiyle bizzat koyanların aleyhine bile işleyebilir. Bunun tarihte örnekleri vardır. Yüce Allah’ın hiçbir koruyuculuğa veya çıkara ihtiyacı olmadığına göre tamamen insanların lehine olacak şekilde adil kanunlar koyar. İlahi kanunlara ön yargısız bakıldığında bunun böyle olduğu görülür. Bunu anlamak istemeyenler, kendi çıkarlarına ve keyiflerine aykırı bulanlardır. Yerleri ve gökleri yaratan ve yöneten Yüce Allah her ne kadar onlara tanıdığı özgürlük vaadi gereği bu dünyada yapmasa da öte dünyada adaletin gerçekleşmesi için onlar hakkında bir işlem yapacaktır. İnsana düşen bunun bilincinde olmaktır. Öte dünyada ilahi adalet terazisinde arsız, hırsız, zalim, katil, cani ve magandalarla bunların mağdurları aynı kefeye konulabilir mi? Yaratıcısına isyan eden, insanın doğasını bozan, çevreyi katledenle inandığı gibi yaşayan, fıtrata uygun davranan, çevreyi israfsız kullanan bir tutulabilir mi? Buna aklı yerinde, iradesi elinde ve vicdanı temiz kim razı olabilir?
 

Editör: Mehmet Çalışkan