Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

Allah Kur’an’da elçilerine ve mümin kullarına yardım edeceğini bildiriyor. Fakat görüyoruz ki Müslümanlar savaşta yeniliyor, tartışmalarda mağlup oluyor, gelişmişlikte geri kalıyor. Burada bir çelişki yok mu sizce?

Kitabın da hayatın da ortasından soruyorsun. İnsanlar genellikle bu tür soruları ve serzenişleri kötü duruma düştüklerinde, yardıma muhtaç olduklarında dile getirirler. Rahattayken, bolluktayken, mutluyken hiç akıllarına gelmez. Denizde fırtınaya yakalandıklarında, uçak türbülansa girdiğinde, bir sıkıntıya maruz kaldığında Allah’ın yardımı akıllarına gelir insanların. Onlar da haklı. Muhtaç olduğu zaman yardım ister insan, yoksa neden istesin ki? Birisi hocaya oğlundan şikayetlenerek “Efendim, bizim oğlan sınav zamanları namaz kılıyor, sair zamanlar aksatıyor” demiş. Hocanın cevabı ilginç: “Kerata zor zamanda kime başvuracağını çok iyi biliyor”.

İyi de hocam biz yardım istemeyi değil, yardım yapılmamasını soruyoruz.

İstemeden yardım yapılır mı, güzel kardeşim? Önce istemesini bileceğiz, istemenin şartlarını yerine getireceğiz, imkânlarımıza bakacağız, daha da önemlisi isteğimiz yerine geldiğinde hakkını verebilecek miyiz, altından kalkabilecek miyiz? Bunun da hesabını yapacağız. Herkes makam ve zenginlik peşinde, layık olup olmayacağını, hakkını verip veremeyeceğini düşünen kaç kişi var?

Hocam biz bir sıkıntıdan kurtulalım dedik, siz işi zora soktunuz.

Eee… dünyada yaşamanın kolay olduğunu kim söyledi? Dünya bir yarış meydanı. Taşıyabileceğin kadar yükleneceksin, kaldırabileceğin yükün altına gireceksin! Yüce Allah kullarına acıyor da kullar kendilerine acımıyor. Anadolu insanı ne güzel demiş: “Allah dağına göre kış verir”. Allah’ın verdiğine razı olunmalı, şükredilmeli ki daha fazlasını versin. Kendini de düşünmeli insan, ağır yükün altına girip ezilmemeli, az alıp başkasına muhtaç olmamalı. Nitekim hac ibadeti, sağlık ve mali imkânı olanlara farzdır. 
Hocam sorunu getirip bize bağladınız. 

Evet, sorun biziz zaten. Yüce Allah, bilmemiz için akıl, irade ve duyular; iş yapmamız için güç vermiş. Bu imkânları kullanmadan, halkımızın deyimiyle “armut piş ağzıma düş” yok öyle. Önce şairin ifadesiyle “ben neyim ve bu hal neyin nesi?” diye bir sormalı. İmkânları ve şartları görmeli, değerlendirmeli ve ardından kendine uygun seçimlerde bulunmalı ki ona göre bir istek listesi oluşturulsun ve bir planlama yapılabilsin. Bir adam tabibe gidiyor “ben çok hastayım” diyor. Tabip “nerenizden şikâyetiniz?” diye soruyor, hastanın cevabı “doktor değil misin, sen bileceksin!” şeklinde. Tabip bu hastaya nasıl bir teşhis ve tedavide bulunabilir?  

İyi de Yüce Allah her şeyi biliyor, insanların istemesine bile gerek yok?

Yüce Allah her şeyi biliyor ama hiçbir şeyi de boşa yaratmış değil. Biz bazen olaya tek taraflı yaklaşıyoruz ve esas noktayı kaçırıyoruz. Yüce Allah herkesin ihtiyacını hiçbir çaba ve çalışma olmaksızın karşılayacaksa o zaman akla, iradeye ve duyulara ne ihtiyaç var. Bunlar boşa mı yaratıldı? Öte yandan herkesin isteği her an yerine gelecekse, evrende bir düzen ve işleyiş kanunu olmasına ne gerek var? Eğer Yüce Allah evrene bir işleyiş kanunu koymuşsa, insana akıl ve irade vermişse, bunların dikkate alınması ve kullanılması gerekmez mi?

Öyleyse yardım istemede şartların ve imkânların gözetilmesi gerekiyor.

Tam da öyle. Şunu bilelim ki bu tür şikâyetler ve sorular yüzyıllardır sorulmuş ve hâlâ soruluyor. Sözgelimi bin yıl önce yaşamış olan İmam Matüridi’ye de sorulmuş. O da iki örnekle açıklamış. 

Nedir o örnekler hocam?

Birincisi neden Müslümanlar savaşlarda yeniliyorlar? Yüce Allah’ın sevgili kulu Hz. Peygamber zamanında da yenilmişler. Matüridi’nin verdiği cevap şartlar ve imkânlar gözetilmezse yenilgi kaçınılmazdır. Yüce Allah, koyduğu kanunlara uyulduğunu ve yarattığı imkânların kullanıldığını görmek ister. Sabretmek boş oturmak, şükretmek sadece “şükürler olsun!” demek değildir; şartlara ve imkânlara bakmak, ona göre planlama yapmaktır. Aksi tutum, Allah’ın kanunlarını umursamamak ve imkanlarını göz ardı etmek olur. Savaşa çıkıyorsan, şartları gözetecek, kendini ve düşmanı tanıyacaksın, hazırlıklarını yapacak, birlik ve dirliğini sağlayacaksın. Bunlar olmazsa yenilgi kaçınılmazdır. Nitekim Uhud Savaşı’nda okçuların emirleri dinlemeyip yerlerini terk etmeleri yenilgiyi getirmiştir. Ne Hz. Peygamber ne de sahabiler dönüp Allah’ı suçlamamışlar ve kendilerine yardım etmediğini düşünmemişlerdir. Şu bilinmelidir ki başarıda akıllı planlama ve sağlam irade çok önemlidir. Bu, bilinçli ve kararlı harekettir. Ondan sonrası Allah’a kalmıştır. Tevekkül de bundan sonra başlar. Eğer hâlâ başarılı olunmamışsa, sabırla başarı yolları aranmalı, planlar tekrar gözden geçirilmeli, Allah’a dua ederek işlerin kolaylaşması ve başarılması talep edilmelidir. Öte yandan tutulan yol yanlışsa derhal dönülmeli, doğruysa başarı için Allah’tan umut kesmeden kararlı bir şekilde devam edilmelidir. Bütün bu değerlendirmeler, Allah’ın indirdiği Kitap ve Elçisinin sünnetinin kılavuzluğunda akıl ve irade imkânlarının kullanılmasıyla olur ancak.

İkinci örnek demiştiniz?

İkincisi ise bilimsel ve düşünsel tartışmalarda Müslümanların mağlup olması, geri kalması. Bilimsel ve düşünsel noktada başarının iki sırrı vardır: Ömrünü ilme vakfetmek, uygun ve başarıya götürecek bir yöntem izlemek. Eğer bu ikisinden birisi yoksa başarısızlık yine kaçınılmazdır. Aslında iki örnek birbirinden bağımsız değildir. Dikkat edilirse her ikisinin de altında insanın aklını, iradesini ve duyularını kullanması; şartlarını ve imkânlarını gözetmesi yatmaktadır. Nitekim tarihe baktığımızda ve günümüzdeki halimizi gözlemlediğimizde başarının ve başarısızlığın nedenlerini çok açık bir şekilde görmemiz mümkün. Allah bazı Müslümanlara petrol gibi bir imkân vermiş ama çıkarmasını ve işlemesini yapabilecek bir bilgi ve donamına sahip olmadıkları için hep başkalarına muhtaç olmuşlar. İşte akıl ve fikir burada kullanılmalı ki bilgi ve donanım elde edilsin, eloğluna muhtaç olunmasın. Allah petrol verdi bir de mühendis versin demek ne kadar saçmaysa, Allah akıl-fikir verdi bir de para pul versin demek aynı şekilde saçmadır. Daha da acısı, Allah’ın verdiği akıl ve iradenin isyankâra, sahtekâra, zorbaya, hayalciye ve rüyacıya kiraya verilmesi. İşte bu tiplerin öte dünyada mazeretlerinin kabul edilmeyeceğini Yüce Allah açıkça bildirmektedir (Rum, 30/57.)

Bütün bu söyledikleriniz yapıldığı halde, başarısızlık yine de olursa?

Öncelikle gerekenlerin yerine getirildiğinin tespiti iyi yapılmalı. Buna rağmen olmuyorsa ya yol yanlış ya da yöntem. Eğer bunların da doğru olduğu düşünülüyorsa umutla ve sabırla Allah’tan başarının gelmesi beklenmelidir. Eskilerin vakt-i merhun diye güzel bir ifadesi var. Zamanı gelmeden bir şey olmaz, başarı gerçekleşmez. Bir de bilelim ki bu dünya imtihan alanıdır. Yüce Allah bazen vererek bazen de alarak kullarını sınar. Bunun da bilincinde olmak gerekir. “Gevşeklik göstermeyin ve üzülmeyin, siz üstünsünüz, çünkü müminsiniz!” (Al-i İmrân, 3/139.) buyuruyor Yüce Allah. Üstünlük sadece bu dünyada değildir. Öte dünyayı da hesaba katmak gerekir. Âlimlerimizin dikkat çektiği en önemli husus da budur. Başarı ve üstünlük sonuca göre değerlendirilir. Gerçek sonuç ve gerçek başarı mahşer yerinde belli olacaktır. O yüzden mümin kişi bütün düşüncesini ve çalışmasını bu dünyayla sınırlamaz. “Ey Rabbimiz bize hem dünyada hem ahirette güzellik ver” (Bakara, 2/201.) diye dua eder. Bu dünyada neyin hayrımıza olduğun tam bilmeyebiliyoruz. O yüzden isterken hayırlısını istemek gerek.

“Elbette biz hem dünyada hem de şahitlerin bulunacağı mahşer gününde elçilerimize ve müminlere yardım edeceğiz” (Mümin, 40/51; İmam Matüridî’nin görüşü için Te’vilâtü’l-Kur’an’daki bu ayetin yorumuna bakılabilir.)

Editör: Mehmet Çalışkan