Söyleşi: Mahir KILINÇ

Gönüllü olarak camilere 40 yıldır minber yapıyorsunuz. Sizin bu hikâyeniz nasıl başladı?

Beldemize İbadullah Camii inşa edildi. Bizim de bu camiye katkılarımız oldu karınca kararınca. Cami bitti lakin minber, kürsü ve mihrap eksik kaldı. Bizim de atölyemiz ve yeterince kerestemiz vardı. Ben de marangozluktan anlıyorum. Çünkü eskiden rahmetli babamla ahşaptan kapı, pencere gibi işler yapmıştık. Dolayısıyla babamdan öğrendiğim marangozluğum vardı. Marangozluğuma da güvenerek “Bu camiye minberi ben yapabilir miyim?” diye kendi kendime düşündüm. Darende’deki Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri’nin orada 100 yılı aşkın zamandır bir minber var. Bu minberi o dönemin meşhur ustası Mahir Usta yapmış. Minber o kadar meşhur ki gelen herkesi âdeta büyülüyor. Ben de o minberin ölçüsünü aldım, ona benzer bir minber yapmaya karar verdim. Oradaki minberin aynısını bu camiye yapmayı başardım. Yaptığım o minber, çok beğenildi ve onu görenler diğeriyle arasında bir fark göremediler. Bizim Suçatı’nın yukarı kısmına bir cami daha yapıldı, oraya aynı minberden yaptım. Artık Gürün’de yapılan her cami için minberi benim yapmamı istediler, ben de memnuniyetle elimden geldiğince minberleri yaptım ve hiçbirinden herhangi bir ücret almadım. Benim yaptığım minberler, farklı şehirlerde de konuşulmuş olmalı ki farklı şehirlerden de teklifler gelmeye başladı. Gücüm yettiğince onlara da yetişmeye çalıştım. Bu tür tekliflerin geldikleri yerlere de minber yaptım Allah’a şükür. Bugüne kadar yirmi beş tane yaptım, iki tanesine de başladım, devam ediyorum. Bir tanesinin tamamını yapmak tam üç buçuk ay alıyor. Bir amirim varmış da beni atölyede bekliyormuş gibi belirli bir saatte gelip belirli bir saatte gidiyorum. Minberin her parçasını öperek yapıyorum. Ben gideceğim, siz kalacaksınız, beni unutmayın diye severek yerlerine monte ediyorum. Camiye yolcu ederken de bir kız gelin edermiş gibi onları uğurluyorum. 

Yapmış olduğunuz minberlerden dolayı Diyanet Vakfı iyilik ödüllerine layık görüldünüz. Bu ödülü almak sizde nasıl bir duygu yoğunluğu oluşturdu?

Biz “Sağ elin verdiğini sol elin duymayacak.” nasihatiyle yetişmiş insanlarız. Yapılan bir iyiliğin ya da hayrın ifşa olması onun ruhaniyetine halel getirir diye düşünürüm. 1982’den bu yana da camilere Allah rızası için yaptığım bu minberlerin karşılığını ahirette almayı umarak yaptım. Ancak Rabbim lütfetti bu dünyada da karşıma çıkardı ve devletin en yüksek makamı başta olmak üzere pek çok yerden takdire layık görüldü. Bu iyilik ödüllerine de böyle bakıyorum. Cenab-ı Allah lütfetti ve böyle uluslararası bir cemiyetin arasına beni layık buyurdu. Bundan dolayı da hassaten çok mutluyum. 

Kudüs fetholunmadan önce Bağdatlı bir marangozun oldukça ince işlemelerle bezeli bir minberi daha Kudüs Haçlı işgalindeyken Kudüs’e yaptığını söylemesi ve Selahaddin Eyyubi’nin de bu sözü duyup minberi Kudüs’e yerleştirmesi hikâyesini duymuşsunuzdur. Kendinizi bu marangozla özdeşleştirdiğiniz oldu mu hiç?

Ben bu hikâyeyi duymamıştım. Bu dünyada Allah’ın (c.c.) rızasına muvaffak olma yolunda ameller gerçekleştiren kimselerle insanların hayrına yönelik iyi ve faydalı işler yapan kimseler, bir şekilde bir yerlerde hep anlatılagelir. Çünkü bu insanları Allah (c.c.), zayi etmez ve hep hatırlanır kılar. Sizin bu soruyu sorarken de o kişiyi hatırlamanız ve bana anlatmanız da Rabbimin o kişiyi övdüğünün ve unutturmadığının bir göstergesidir. İşte böylesi Allah’ın (c.c.) zayi etmediği bir kimseyle birlikte anılmak dahi Rabbimin bana bir lütfudur. İnşallah bizler de o zat gibi Allah’ın (c.c.) rızasını kazanır ve O’nun rızasına muvafık amellerimizle anılırız. 

Gençlik yıllarınızdan bu zamana kadar kendinize kimleri ve onların hangi vasıflarını örnek aldınız?

Sivas’ta İsmail Hakkı Hazretleri, Darende’de Osman Hulusi Darendevi Hocaefendi vardı. Bu insanlar âdeta buraların manevi mimarlarıydı. Onların sohbetlerinde bulundum ve kendilerinden dersler aldım. Sonrasında Osman Hulusi Darendevi Hocaefendi’nin hizmetlerinde de epey bulundum. Hizmetlerine ve sohbetlerine katıldığım esnada gördüm ki hiçbir dünya beklentisi yok. Kendi nefsine dair bir istek ve talebinin olduğunu görmedim. Bu insanlar kendilerini insanlara hizmete adamışlar. Okul yapmak, hastane yapmak, yol yapmak, köprü yapmak, çeşme yapmak gibi aklınıza gelen ne varsa ve insanların yararına ne yapılması gerekiyorsa o çalışmaların içerisinde yer almışlar. Onların kendi nefislerini öteleyerek yapmış olduğu bu çalışmalar beni çok etkiledi. Ben asıl ilhamı da bu insanlardan aldım. Allah rızasına uygun işler yapmam ve mücadele etmem gerektiğini düşündüm. Çocuklarımız büyüdü ve evlendiler. Biz hanımla yalnız kaldık burada. Atölyem kereste dolu ve sıhhatim de yerinde olunca kendi kendime bu işe başlamaya karar verdim ve Allah’ın (c.c.) izniyle de muvaffak oldum.

Son olarak tecrübelerinizden yola çıkarak okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?

Hiçbir zaman doğruluktan ayrılmayacaksın. Yaptığın işi de aşkla, muhabbetle yapacaksın. Sanatın, hünerin ya da yaptığın iş her ne ise onu gece rüyanda görebiliyorsan muvaffak olursun. Eğer bunu göremiyorsan muvaffak olamazsın. Minberi yaparken bazı geceler iki saat uyku uyuyorum. “Minberin şurasını yaparsam daha mı iyi olur?”, “Acaba nasıl yaparsam hocalar için rahat olur?”, “Minberi nasıl yaparsam daha iyi görünür?” diye uykumun arasında onu düşünüyorum. Sadece gelip çalışmakla olmuyor yani. 
Hayatımda en güzel işin Allah’ın evine hizmet etmek ve O’nun rızasını kazanmak için çabalamak olduğunu gördüm. Onun için Allah’ın rızasına uygun amelleri yapmaya gayret ettiğimizde dünyadaki tüm nimetler önümüze bir bir serilecektir. 

Ali Önder, kimdir?

Ali Önder 1933 yılında Sivas’ın Gürün ilçesine bağlı Suçatı köyünde dünyaya geldi. 1946’da ilkokuldan mezun oldu. Köyünde çiftçilik ve marangozluk yaptı. 1968 yılında inşaat şirketinde çalışmak için gurbete gitti. 1972 yılında köyüne döndü. Bir süre inşaat işiyle uğraştı. 1995 yılında emekli oldu. O tarihten bu tarafa marangozluk yapıyor. El yapımı mihrap, minber ve kürsü yaparak ihtiyacı olan camilere hediye eden Ali Önder’in yedi çocuk ve yirmi altı torunu var.

Editör: Mehmet Çalışkan