Danıştay 10. Dairesi, Ayasofya'nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararının iptali istemiyle açılan davaya ilişkin kararını açıkladı.

Danıştay, Ayasofya'nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair söz konusu kararı iptal etti.

- Danıştay kararına Türkiye'de tüm kesimler saygı gösterecektir

El Cezire televizyonuna İngilizce bir röportaj veren Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Dr. Selim Argun, “Mahkeme kararına (Danıştay) Türkiye'de tüm kesimler saygı gösterecek ve uyacaktır.” değerlendirmesinde bulundu.

481 yıl boyunca cami olarak hizmet vermiş bir mabedin, tekrar aslî vazifesine döndürülmesi noktasında kamuoyunda güçlü bir beklentinin varlığına dikkat çeken Argun,  Türkiye’de geniş halk kitleleri Ayasofya Camii içerisinde tekrar ibadet edebilmekten mutlu olacaktır.” dedi.

- Ayasofya’nın tekrardan ibadete açılması, Fatih Sultan Mehmet’in manevi şahsında ecdadımıza karşı vefa duygumuzun bir gereğiydi

Ayasofya’nın tarihine dair bilgiler paylaşan Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Argun, “Ayasofya, İstanbul’u fetheden padişah Sultan II. Mehmet tarafından camiye çevrilmiş ve bu caminin giderleri için güçlü vakıflar tahsis edilmiştir. İslam hukuk sisteminde ‘Şart-ı Vâkıf nassı şârî gibidir.’ şeklinde bir hüküm vardır. Bu düstur, yüzyıllar boyunca İslam medeniyetindeki vakıf kurumlarını korumuş, bir tür sigortası olmuştur. Ayasofya Camii Vakfı bugün Anadolu toprakları üzerindeki en zengin vakıflardandır. Ayasofya’nın tekrardan ibadete açılması, bu vakıfları kuran iradeye ve bu toprakları bize vatan kılan Fatih Sultan Mehmed’in manevi şahsında ecdadımıza karşı bir vefa duygumuzun gereğiydi.” diye konuştu.

Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Dr. Selim Argun, sözlerini şöyle sürdürdü:

- Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi ziyarete engel değil

“Ayasofya bugünkü haliyle yerli ve yabancı, Müslüman ve gayri Müslim on binlerce kişi tarafından ziyaret edilmektedir. Cami olarak tekrar ibadete açılmasından sonra da bu ziyaretleri yapmak mümkün olacak, herhangi bir kısıtlama getirilmeyecektir. Ayasofya içerisinde var olan resim ve figürler, Din İşleri Yüksek Kurulu kararı uyarınca, fıkhi açıdan namaz kılmaya engel değildir. Esasen sadece İslam değil diğer önceki ilahî dinler de tevhid esasına aykırılık oluşturduğundan, ibadet edilen mekânlar içerisinde tapınma amaçlı veya buna götürebilecek resim ve heykellere sıcak bakmamıştır. Bu bağlamda Hz. İbrahim (a.s.) tevhid mücadelesine putları kırarak başlamış (Enbiyâ 21/52), Tevrat’ta sıralanan on emirden ikincisinde put ve suret yapmak yasaklanmış (Çıkış, XX/4-6; Tesniye, V/8), özgün Hristiyan öğretisinde aynı yasak devam ettirilmiş ve hatta pagan kültürlerin etkisiyle kiliselerde yaygınlaşan ikon ve resimlere karşı ‘ikonoklazma’ (put kırıcılık) hareketi ortaya çıkmış ve Protestanlığın kurucusu Martin Luther bile kiliselerden resim ve heykelleri kaldırtmıştır.

Âlimlerin ortak kanaatine göre böyle ortamlarda namaz kılmak mekruhtur. Her ne kadar o resim veya heykele tapınma söz konusu değilse de namazdaki huşuyu bozması ve İslâm dışı muharref inanç sahiplerinin uygulamalarına benzeme endişesi, namazı mekruh hale getirmektedir.

Bu bağlamda Başkanlığımız açısından değerlendirildiğinde, camiye dönüştürülen mabetlerde eskiden kalma resim, mozaik, fresk vb. unsurların bulunması halinde şöyle bir uygulama yapılabilir: Ezandan hemen sonra cemaatle ilk vaktinde kılınacak namaz sırasında birtakım tekniklerle bu resim vb. unsurlar perdelenebilir veya teknolojik imkânlarla karartılabilir. Eğer bir tapınmaya vesile olmayacaksa namazdan sonra o perde veya karartmanın kaldırılmasında bir sakınca olmayacağı söylenebilir.

Tarih boyunca Anadolu toprakları üzerinde semavi dinlere mensup insanlar dinlerini rahatça yaşayabilmişlerdir. Bu durum geçmişte olduğu gibi bugün de aynı şekilde devam etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti devleti yakın bir tarihte, bugünkü değeri milyarlarca dolar değerinde ‘azınlık vakıflarının mallarını’ herhangi bir karşılık ya da mütekabiliyet esası gözetmeksizin iade etmiştir.

Buna karşılık bugün başta Yunanistan ve Bulgaristan olmak üzere birçok Balkan ülkesinde cami olarak yapıldığı halde yapılış gayesi dışında amaçlarla kullanılan bir sürü dini yapı mevcuttur.

Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisindeki bir yapının kullanımı veya idaresi, Türkiye'nin egemenlik hakları çerçevesinde değerlendirilebilecek bir husustur.”

Editör: Mehmet Çalışkan