Engelli olmak, bedenin herhangi bir yerindeki noksanlıktan dolayı fiziksel işlevini yerine getirememesi demektir. Görevini yerine getiremeyen o uzuv ya doğuştan yoktur ya da doğduktan sonra kaybedilmiştir.

Kimi zaman bir imtihan, bazen bir ihmalkârlık, bazen ise görünmeyen bir kaza ile kişi engelli olabilir. O yüzden her insan engelli adayıdır denilir. Ama başa gelen bu olay ne bir cezadır ne de bir cezalandırmadır.

Zira “And olsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık.” (İsrâ, 17/70.) ayeti her insanın yaratılış itibariyle değerli ve onurlu olduğuna vurgu yapar.  Sağlıklı olmak bu değere bir üstünlük katmadığı gibi, engelli olmak da o değeri alıp götürmez. Hele “Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.”  (Tin, 95/8.) ilahi kelamında geçen “Ahsen-i takvim (En güzel biçim)” sözündeki manaya halel getirmez. Allah Resûlü’nün ifadesiyle “Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr, 34)

Görme engelli olan birine bakarsınız, alemi seyreder kalbiyle görür. İşitme engeli olan birini görürsünüz, gönlüyle duyar, elleriyle konuşur. Bedensel engelli olan iniş ve yokuşlarda gayret kanatlarını takar. Zihinsel engelli ise o içten bakışları ile bulunduğu ortama samimiyet katar. Velhasıl engelli olmak bir eksiklik ya da kusur değildir. Bütünlenmeyen bir yarım ya da küsur hiç değildir.

Asıl kabahat, iyilik ve ihsana, merhamet ve şefkate, sevgi ve saygıya engel olmaktır. Asıl engel, anlayışa set, hoşgörüye öfke, dayanışmaya taş koymaktır.

Elindeki nimetleri fark etmeyen, var olana şükretmeyenin gözleri neyi görür? Görevine gitmeyen, sorumluluğunu yerine getirmeyenin ayakları nereye gider?  Doğruyu konuşmayan, gerçeği söylemeyenin dilleri ne konuşur? Kainatı keşfetmeyen, fikriyatı idrak etmeyenin zihinleri nasıl düşünür?

Cenab-ı Hakk'ın “...Onların kalpleri vardır ama anlamazlar, gözleri vardır ama görmezler, kulakları vardır ama işitmezler…” (A’râf, 7/179.) ayeti gösterir ki, anlamak için bir kalp, görmek için bir göz, işitmek için bir kulak olması şart değildir. Zira o kalp hakikate inanmamış ise, o göz doğruyu görmemiş ise, o kulak hakkı duymamış ise işte o zaman kalp, göz ve kulak asıl özelliğini yitirmiştir.