Yakın ilgi duyan ve ehlinin dışında yeterince bilinmeyen “ashâbü’l-uhdûd” konusuna kısa da olsa açıklık getirmek istiyorum.

Necran şehri, Yemen’in başkenti Sana’ya 200-250 km mesafededir. Necran Hristiyanları ile Efendimiz arasında geçen diyalog malumdur. Olay kısaca şöyledir: Peygamberliğin ilanından sonra bir grup Necranlı Hristiyan, Peygamberimizle görüşmek üzere Medine’ye gelir. Görüşmek için Mescide geldiklerinde üzerlerindeki giysiden rahatsız olan Efendimiz, onlarla görüşmek istemez. Ertesi gün daha farklı giysilerle tekrar gelirler.

Karşılıklı konuşmaların ardından tatmin olmayan Hristiyanlara Peygamberimiz,  iki kişinin birbirine lanet etmesi anlamına gelen “mülâaneye” davet eder. Mülâaneye göre Hristiyanlar ve Peygamberimiz, çoluk çocuk ve eşleri üzerine lanetleşeceklerdi. Fakat Necran’dan gelen heyetten biri Peygamberimizde gördüğü sahihlik, gerçeklik ve samimiyet karşısında bu işe girişmektense cizye vermeyi önerir. Kabul edilen teklif üzerine Necran Hristiyanları, İslam’ı kabul etmezler ama mutemet birini göndermeleri halinde her altı ayada bir taahhüt edilen malları/vergiyi ödemek istediklerini beyan ederler.

Karşılıklı mutabakat sağlanır. Bu kez de sahabe, Efendimizin mutemet olarak göndereceği kişinin kim olacağına kilitlenir. Bir müddet sonra Peygamberimiz, “Her ümmetin bir emini vardır. İslam ümmetinin emini de Ebu Ubeyde Bin Cerrah’tır.” diye vasfettiği Ubeyde Bin Cerrah’ı görevlendirir.

Bu olayı, İmam Buhari ashâbü’l-uhdûd olayıyla bağlantılı anlattığı ve ashâbü’l-uhdûd’un Necran şehrinde vuku bulduğu için anlattım.

Buruç suresinde geçen bu hadise, Kitab-ı Mukaddes, hadis kitapları ve tarih kitaplarında birçok değişlik rivayetle anlatılmaktadır.

Rivayete göre ashâbü’l-uhdûd, Necran'da yaşayan “uzun hendek sahibi” olarak tanımlanan, Yahudilerin temsilcisi Ebu Zû Nüvâs adında bir Yahudi’nin kendi dinlerine girmeyen Hristiyanları hendekte yakması olayıdır.

Kaynaklarımızda olay kısaca şöyle anlatılır: Necran'da yaşamakta olan Yahudiler, Hristiyanların Yahudi olmaları için davette bulunurlar. Yahudi olmamaları üzerine kazdıkları uzun hendeklerde yaktıkları ateşe atıp onların yanmalarını, hendeğin etrafında onları seyretmeleri meselesidir.

Zor şartlarda olsa da Hz. Ömer zamanına kadar burada yaşayan Hristiyanlar, zamanla oradaki Müslümanların çoğalıp Hristiyanların azınlık durumuna düşmesinden dolayı kendilerinin de isteğiyle Kûfe taraflarına tehcir edilmiştir.  (Tecrid-i Sarih; C. 7; S. 555)

Bu olay Kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılır:

4. Ashab-ı uhdud lanetlenmiştir.

5. Onlar hendekler kazıp içini alevli ateşle doldurmuşlardır.

6. O çukurların etrafına oturmuşlar,

7. İnsanlara yaptıkları işkenceleri seyrediyorlardı.

8. Bütün bunları, sadece Aziz ve Hamîd; yüce ve övülmeye layık olan Allah’a inananları cezalandırmak için yapıyorlardı.

9. O Allah ki göklerin ve yerin hükümranlığı kendisine aittir. o her şeyi görmekte ve bilmektedir.

10. İnanan erkek ve kadınlara işkence eden, sonra tövbe de etmeyen kimseleri cehennem azabı beklemektedir. Evet, onlar için yakıcı bir azap vardır. Burûc sûresinde (85/4-10)

Bu ve buna benzer olaylar, kim tarafında ve ne için gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin asla tasvip edilemez. Edilmemelidir de. Maalesef bu tarz işkenceler tarih boyunca inanlara karşı müstebit ve zalim yöneticiler tarafından her dönemde uygulanmıştır...

Burada hendeğe atılarak yakılanlar Hristiyanlar mı, yoksa Allah’ın birliğine inanan muvahhit inanalar mıdır, kesin bilinmemekle beraber rivayetlerde yukarda zikredildiği gibidir.

İslam ansiklopedisinde, uhdûd “uzun ve derin hendek” demektir. Kendilerinden ashâbü’l-uhdûd diye söz edilen kimselerle onların işkence ettiği müminler ve bu olayın geçtiği zaman ve bölge hakkında Kur’an-ı Kerîm’de detaylı bilgi yoktur. Sadece çıra ile tutuşturdukları ateş dolu hendeklere Allah’a inananları atan ve hendeğin etrafında oturup onları seyreden kimselerden “Kahrolsunlar!” diye bahsedilmektedir. Suheyb b. Sinân tarafından rivayet edilen bir hadiste bu müminleri iman etmeye sevk eden olay zikredildikten sonra hendeğe atılışları anlatılmaktadır.

Tarih ve tefsir kitaplarında ashâbü’l-uhdûd’la ilgili birçok rivayet vardır:

İran hükümdarı, nikâhları haram olan yakın akraba ile (özellikle kız kardeşlerle) evlenmenin helâl sayılmasını istediği zaman buna karşı çıkan âlimleri bir hendek kazdırıp içine attırmıştır.

Bâbil Kralı Buhtunnasr ile ilgilidir. Bir altın heykel yaptırarak halkı ona tapmaya zorlayan kral, bunu kabul etmeyen Dânyâl Peygamber ile arkadaşlarını alevli fırına doldurmuştur. Fakat bu rivayetin çok zayıf olduğu ileri sürülmektedir.

Bu konudaki rivayetlerin en kuvvetlisi, Necran Hristiyanlarına Yahudi hükümdar Zû Nüvâs tarafından yapılan işkence olayı ile ilgili olanıdır. İkinci Himyerîler’in son hükümdarı olan Zû Nüvâs Yahudiliği kabul etmiş, 523 tarihinde Necran’ı ele geçirerek Hristiyanlardan Yahudiliğe geçmelerini istemiş, kabul etmeyenleri ateş dolu çukurlara attırarak yaktırmıştır.

Süryânîce kaynaklarda da Necran Hristiyanlarına yapılan zulüm geniş bir şekilde yer almaktadır. Zû Nüvâs 120.000 kişi ile Necran’ı kuşatmış, yaklaşık 2000 kişiyi bir kiliseye doldurarak ateşe vermiştir. Diğer taraftan kazdırdığı uzun ve derin hendeklere odun doldurulmuş, bu odunlar tutuşturulduktan sonra Hristiyanlar içine atılarak yakılmıştır. Zû Nüvâs tarafından öldürülen Hristiyanların sayısı İslâmî kaynaklarda 20.000, Süryânî kaynaklarda ise 4000 olarak belirtilmektedir.

Bazı araştırmacılar, tarihte böyle bir hadisenin olmadığını söylemiştir. ashâbü’l-uhdûd tabirinin “ashâbü’l-cahîm” (cehennemlikler) ve benzeri ifadelerle aynı manayı taşıdığını, dolayısıyla ahirette verilecek bir nevi cezayı ifade ettiğini ileri sürmüşler. Moberg tarafından keşfedilen VI. yüzyılın ikinci çeyreğine ait tarihî belgede bu hadiseden bahsedilmesi de tarihte böyle bir olayın meydana geldiğini teyit etmektedir.

Yazımı şu iki soruyla bitireyim.

Bugünün ashab-ı uhdudu kimdir?

Hendekte yananlar kimdir?