Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, 3 mart 2021'de vefat eden ve aynı zamanda hocası olan Prof. Dr. Ömer Faruk Harman hocayı Diyanet Aylık Dergisinde kaleme aldığı hatıratında anlattı.

PROF. DR. ÖMER FARUK HARMAN HOCAMIZIN ARDINDAN

(TEVAZU, NEZAKET VE ZARAFET TİMSALİ GÜZEL İNSAN)

Prof. Dr. Ali ERBAŞ
Diyanet İşleri Başkanı

Yüksek İslam Enstitüsü ikinci sınıfta tanıdım onu. Birinci dönem Fransızca dersimize Serda Kurtoğlu gelmişti. Danışma Meclisi üyesi olarak Ankara’ya gittiği için ikinci dönem bu derse Ömer Faruk Harman geldi. Dinler tarihi hocası olduğunu duymuştuk ama Fransızca dersinde de o kadar başarılıydı ki hocalığına hayran bırakmıştı bizi. Sınavları sözlü oluyorduk o dönemde. Fransızca sınavına girmek için Fatih Vefa İlim Yayma Yurdundan çıkıp Mecidiyeköy otobüsüne bindik. Öyle hastaydım ki ayakta duracak hâlim yoktu. Bu hâlimle okula vardım ve sınava girdim. Ömer Faruk Hocamız hâlimi gördü ve tek bir soruyla yetindi. Türkçe bir cümleyi Fransızcaya çevirmemi istedi. O günlerde Hüsrev Subaşı Hocamızın sağladığı bursla Kadıköy Batı Dilleri Merkezinde Fransızca kursuna devam ediyordum. Fransızcam sınıf seviyesinin oldukça üzerinde idi. Hocanın sorduğu cümleyi doğru olarak çevirdim, başka soru sormadı. 100 puan vermişti. Lisans döneminde dinler tarihi dersimize gelmesini çok arzu ettik ama bize başka bir hoca düştüğü için ondan mahrum kalmıştık. Fakat tefsirden yüksek lisansa başladığımda programda Ömer Faruk Harman’ın dinler tarihi dersini görünce dünyalar benim olmuştu. Lisansta işleyemediğimiz konuları yüksek lisansta telafi etme imkânı bulduk. Tefsirden yüksek lisansımı bitirdim, tezimi ciltlettim, fakültenin bahçesinde tez elimde yürürken Ömer Faruk Hocamızla karşılaştım. Selamlaştıktan sonra tezimi aldı ve şöyle bir göz gezdirdi. “Kur’an’daki Tekrarlar ve Hikmetleri” konusunu görünce, “Tekrarlar önemli. Tevrat’ta da bol tekrar var, bu konuda mukayeseli bir çalışma da yapılabilir.” dedi. Tam o anda “Hocam, dinler tarihinden doktora açmayacak mısınız?” dedim. “Açarsak girer misin?” dedi. Ben de biraz düşündüm, tefsirden devam etmek istiyordum ama dinler tarihi daha bakir bir alan, tefsirden çalışan çok var. Üstelik Ömer Faruk Harman gibi bir hocayla çalışacağım gibi cümleler zihnimde hızlıca deveran etti ve hemen Hoca’ya “Evet.” dedim. Nitekim doktora sınavı açıldı, önce yabancı dil, sonra bilim sınavına girerek başarılı oldum. Ancak tek doktora öğrencisiydim dinler tarihinden. Hem Hoca’nın hem de fakültenin ilk dinler tarihi doktora öğrencisi oldum. Bir yıl boyunca tek olarak dersler yaptık Hoca’yla. Nasıl istifade ettiğimi anlatamam. Bir kaynak dil öğrenmemi istedi Ömer Hocam. Hristiyanlığı çalışma alanı olarak seçtiğim için İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eski Yunan Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne bir yıl devam ederek Grekçe öğrenmeye çalıştım. Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde çalışırken Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Başkanı Rahmi Karakuş’a bu hatıramı anlattığımda doktora döneminde öğrendiğim Grekçeyi felsefe bölümü öğrencilerine öğretmemi istedi. Notlarımı tekrarlayarak 10 yıl kadar felsefe öğrencilerin Grekçe dersi ve Grekçe temel felsefe terimleri dersi verdim.

Akademik hayatımın tüm aşamalarında Ömer Faruk Harman Hocam hep yanımda idi. Doktora tez savunmamda MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Bahçelievler kampüsünde rahmetli Günay Tümer ve Metin Yurdagür hocalarımızın jüri üyeliğinde savunmamı verdim. Doktorasını bitiren ilk öğrencisi oldum Hocamın. Tez çalışmamı yaparken yazdıklarımı bölüm bölüm kendisine her götürdüğümde bir nüsha da Günay Tümer’e vermemi tavsiye ederdi. Hatta diğer fakültelerdeki dinler tarihi hocalarıyla da görüşmemi, birikimlerinden istifade etmemi, tavsiyelerini almamı isterdi. Tez konusunu seçerken de onun tavsiyesiyle bir gün İstanbul’da çıktım; Günay Tümer ile görüşmek için Bursa’ya, oradan Mehmet Aydın ile görüşmek için Konya’ya, oradan Harun Güngör ile görüşmek için Kayseri’ye, oradan da Abdurrahman Küçük ile görüşme için Ankara’ya gittim ve oradan İstanbul’a döndüm. Ömer Hocam bu seyahatimden oldukça memnun olmuş ve beni tebrik etmişti.

1993 yılının başında doktora bittikten sonra -öyle denk geldi ki- takip eden aylarda yeni ilahiyat fakülteleri kuruldu. Ben de Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesine yardımcı doçent olmak için müracaat ettim. Kurulan jüride Ömer Faruk Harman, Günay Tümer ve İhsan Süreyya Sırma vardı. Onların verdiği raporla fakültenin ilköğretim üyesi oldum. Artık meslektaş olmuştuk Hocamla. Derslerimde ve araştırmalarımda önümde çok önemli bir rol modelim vardı. Yüksek lisans tez savunmalarında ve doktora yeterlilik ve tez savunma sınavlarında Hocamla birlikte sık sık jüri üyesi oluyordum. Neredeyse en geç ayda bir bu tür sınavlarda beraber oluyorduk. Her akademisyenin hayatının en önemli aşamalarından birisi belki birincisi doçentlik sınavıdır. Bizim zamanımızda önce eserler dosyalar hâlinde jüri üyelerine gönderiliyordu. YÖK’ün belirlediği tarihte jüri üyeleri bir araya gelir, eserleri ile ilgili ortak değerlendirme yapar, eserleri başarılı bulurlarsa adayı mülakata alırlardı. 4 Kasım 1998’de Marmara Üniversitesi İlahiyat fakültesinde benim için jüri toplandı. Eserlerimizin geçip geçmediğini bilmeden dışarıda büyük bir stres içerisinde bekliyoruz. Bir saat geçmesine rağmen içeriden bir bilgi yoktu. Ya içeriye çağıracaklar ya da eserlerin geçmediğini, beklemememiz gerektiğini söyleyeceklerdi. Bunu ancak yaşayanlar bilir. Bir buçuk saat geçtikten sonra bir an Ömer Faruk Hocam şöyle benim oturduğum arka odanın önünden geçerken bana doğru baktı ve gülümseyerek “tamam” dercesine işarette bulundu. Bir insanın dünyada sevinebileceği nadir anlardan birini yaşamama yine o vesile oldu. Nitekim biraz sonra mülakat için içeriye çağırdılar. Burada da başarılı olduk, elhamdülillah. Aradan beş sene geçtikten sonra profesörlük jürimde yine o vardı ve yaptığım çalışmalarla ilgili kendisinin tecrübe ve birikiminden hep istifade ettim.

2006 yılının başlarıydı, Ömer Faruk Hocamız Diyanet İşleri Başkanlığı Fransa Din Hizmetleri müşaviri olarak görev yapıyordu. Ben de bir vesile ile Paris’te idim. Beni aldı, DİTİB Camii’ne götürdü, cemaate tanıttı. İnsanın öne çıkan bazı yönlerini öyle güzel bir üslupla ifade ederdi ki orada aynı şeyi yaptı ve Kur’an okumamı talep etti. Aynı şeyi TRT’de Pelin Çift Hanımefendi’nin programında yaptı. Pelin Çift Hanımefendi beni Melekler Âlemi kitabım üzerinde konuşmak için Gündem Ötesi programına davet etmişti. Kiminle çıkacağımı sordum, Ömer Faruk Harman ile dedi. Hemen kabul ettim. Ömer Faruk Hocamıza da “Ali Erbaş ile çıkacaksınız.” deyince o da “Tamam.” demiş. Programın sonunda yine o güzel üslubu ve ifadesiyle, “Pelin Hanım, ramazan ayındayız, biraz sonra sahur girecek. Bu programı öyle bitirelim ki hitâmühû misk olsun.” dedi. Pelin Hanım ne demek istediğini anlamaya çalışırken benim sesimin çok güzel olduğunu ve programı okuyacağım Kur’an ile kapatmasının çok güzel olacağını söyledi. Pelin Hanım, “Tamam.” dedi ve ben de Kur’an okudum, öyle kapattı programı. 2009 yılıydı galiba.

Açık Öğretim Fakültesi İlahiyat Ön Lisans Programı’nın genel koordinatörü olarak görevlendirilmiştik YÖK tarafından. Her dönem için altı kitap olmak üzere 24 kitabı 120 kadar Hoca’ya yazdırma planlaması yaptık. Aynı zamanda Yaşayan Dünya Dinleri kitabının da editörü idim. Her kitap 10 üniteden oluşuyordu ve Yaşayan Dünya Dinleri Kitabı’nın Yahudilik I ve Yahudilik II ünitelerini Ömer Faruk Hocama teklif ettiğimde hiç tereddüt etmeden kabul etti ve kısa zamanda yazarak teslim etti. Sonra Eskişehir’e giderek ünitelerin video çekimlerini yaptık. O çalışmalarda da büyük tevazu göstererek ve ilmî birikimini hiç esirgemeden hareket etti.

Diyanet İşleri Başkanı olduktan sonra ilk haccımızı 2018’de yaptık. Hacda irşat ekibi öteden beri çok önemli vazife ifa etmektedir. Hitabeti, ilmî birikimi ve samimiyeti ile hocalarımız hacıların gönüllerinde taht kuruyorlar. İrşat ekibinde görevlendirmek için ilk aradığım hocamız Ömer Faruk Harman oldu. Aradığımda nasıl sevindi, nasıl mutlu oldu anlatamam. Fakat aradan bir iki ay geçtikten sonra beni aradı, oldukça hüzünlü bir sesle rahatsızlandığını ve hacca gidecek durumda olmadığını söyledi. O zaman anlamıştım hastalığının ciddiyetini. Hep aradım Hocamı fazla ara vermeden. Hâlini hatırını hep sordum. O kadar mutlu olurdu ki aradığımda. İltifatları karşısında ezilmemek mümkün müydü o güzel ve muhteşem üslubu ile. En son görüşebilmek için defalarca aradım fakat yoğun bakımda olduğu için konuşamadık. Sonra yenge hanımı aradım, yoğun bakımdan çıktığını, müsait olunca görüştüreceğini söyledi. O arada Hocamızın kızı ve damadının İngiltere’den gelmekte sıkıntı yaşadıklarını öğrendim, gerekli girişimde bulunarak ertesi gün gelmeleri mümkün oldu, elhamdülillah. Vefatından bir gün önce yenge hanım (Hafize Harman) aradı ve bizi görüştürdü. Şu an kulaklarımda çınlayan her kelimesi arasında nefes alarak dile getirdiği cümleleri şöyle idi Hocamın: “Yahu ben ne nasipsiz adamım sayın başkanım, kaç kere aramışsın görüşemedik. Ali Abi hiç dermanım yok, enerjim sıfırlanmış, dua et bana!” Nasıl unutulur bu cümleler, nezaket, zarafet ve tevazu yüklü bu cümleler akıldan çıkar mı? Vefat ettiği günün sabahı yenge hanım aradı ve benimle konuştuktan bir müddet sonra yine yoğun bakıma girdiğini, son konuşmayı benimle yaptığını söyledi. Birkaç saat sonra da en kadim dostlarından Ali Bardakoğlu Hocamız oldukça hüzünlü bir sesle ve gözyaşları eşliğinde aradı ve “innâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn” diyerek acı haberi verdi. Hocamın vefat haberinin acısı üzerine ikinci acıyı yaşamak da mukadder oldu benim için. Cenazesinin olduğu gün Covid-19 testim pozitif çıktı ve hastaneye yattım. Cenazede bulunamayışım ikinci acıyı yaşamama sebep oldu.

“Âlimin ölümü âlemin ölümü gibidir.” buyuruyor Sevgili Peygamberimiz. Dinler tarihi alanının

üstadı Hakk’a yürüdü. Onun dinler tarihçiliği Türkiye’de bu alanda farklı bir çizgi oluşturdu. el Milel ve’n-Nihal geleneğini ihya eden bir dinler tarihçisi oldu o. Şehristanilerin, İbn Hazmların, Rahmetullah el-Hindilerin devamıydı. Reddiye geleneğini öne çıkaran ve yaptığı karşılaştırmalarla İslam’ın hak din oluşunu idraklere kazımaya gayret eden bir hocaydı. Kitab-ı Mukaddes’e olan vukûfi yetinden önce ve daha fazla Kur’an-ı Kerim’e olan vukûfi yeti söz konusuydu. Kur’an âşığıydı, peygamber sevdalısıydı. Derslerde, konferanslarda, açık oturumlarda hep Hakk’ın sesi, Kur’an’ın mübelliği oldu. Doğruyu eğip bükmeden tam ortasından söylerdi. Hiç kimseden de çekinmeden bunu yapardı. Objektiflik adına susmayı, hakikati görmezden gelmeyi aklının köşesinden bile geçirmedi. Onu iyi tanıyan herkes buna şahittir. Binlerce öğrencisi, meslektaşı, arkadaşı bu konuda ona şehadette bulunacaktır. Yazdığı kitaplar, makaleler de buna şahittir. Bu da onun için ahiret azığı olacaktır inşallah. Tüm akademisyenlere, ilahiyat hocalarına özellikle genç dinler tarihçisi akademisyenlere tavsiyem: Ömer Faruk Harman’ı derslerdeki hocalığıyla, yazdıklarıyla, konferanslarıyla, açık oturumlardaki net duruşuyla, ilim adamlığı yönüyle çok iyi tanımaları ve anlamaya çalışmaları. Rabbim tüm öğrencilerinin dinler tarihçiliğini aynı çizgide devam ettirmesini nasip eylesin. Mekânı cennet, makamı âlî olsun. Milletimizin ve ilim dünyasının başı sağ olsun.

Editör: Mehmet Çalışkan