Sedide AKBULUT

DİB Aile ve Dinî Rehberlik Daire Başkanı

Geçim kaynağıdır nafaka. Kazandıklarımızdan tasarruf ettiklerimiz, bazen tükettiklerimiz, bazen kat kat biriktirdiklerimiz. İnsanoğlu, gönderildiği dünyada yaratılış gayesini yer yer unutarak sahip olduklarına bir emanet değil mülkiyet hissiyle sarılır. Emanet, nafakanın nerede ve nasıl olursa olsun Allah rızasına uygun harcanmasıyla infak adını alır.

İnfak; zekât, sadaka, fıtır sadakası gibi mali yükümlülükleri ifade ettiği gibi hayır (iyilik) diye tanımladığımız pek çok gönüllü davranışı da içine alır. Dinimiz, toplumsal iyilik, sosyal adalet ve dengeyi tesis etmeyi hedefler. Bu nedenle de vahyin iniş süreci içerisinde çokça infak vurgusu yapılmış, bazen bir soru cevap şeklinde mesaj ortaya konulurken bazen de infaka dair misaller verilmiştir. “Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: Hayır olarak ne harcarsanız o, ana baba, akraba, yetimler, fakirler ve yolcular içindir. Hayır olarak ne yaparsanız, gerçekten Allah onu hakkıyla bilir.” (Bakara, 2/215) Aslında var olanı harcamak, tüketmek oldukça kolaydır ve çoğu zaman da hesap edilmeden elden çıktığına şahit oluruz. Ayette soruya verilen cevap, harcamada önceliklerimizi belirlemektedir. Anne babamızdan başlamak üzere yakınlarımıza, yoksul ve yoksunlara kol kanat germek. İnfak, imkânların fırsatlara dönüşmesidir. Mali bir yükümlülük olarak değerlendirdiğimiz gibi ilim, hikmet, yetenek, sevgi ve merhamet paylaşımları da manevi infak listesi içinde yer almaktadır. Ancak bilinmesi gereken ve Kur’an’ın ısrarla üzerinde durduğu bir infak çeşidi olarak zekâtın müminlerin kazançlarında yoksul ve yoksunların/fakirlerin hakkı olarak korunduğudur.

Akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkının verilmesi (Rûm, 30/38), mallarında isteyen ve iffetinden dolayı isteyemeyen için bir hak var edilmesi (Meâric, 70/24, 25), zekâtın verene ait mülkiyet olmaktan çıktığına dair kesin ifadelerdir. Yarattığı bütün varlıkların rızkını tayin eden Allah (c.c.), şefkat ve merhametinin bir eseri olarak kullarına sunduğu imkânlardan ihtiyaç sahiplerine verilen payın karşılığını kat kat arttırarak vereceğini müjdeler. Zekât, İslam toplumunda yardımlaşma ve dayanışma ile başka toplumlarda oluşturulamayan sosyal organizasyon sayesinde adalet ve dengeyi sağlayacaktır. İslam mütefekkirlerine göre zekâtın hak sahiplerine verilmesinin bir hikmeti onların, bir müddet sonra zekât veren durumuna yükseltilmesidir. Zekat Kur’an-ı Kerim’de 30 yerde geçmektedir. Dikkatleri çeken bir husus ki 26 yerde zekât namazla aynı ayette zikredilmektedir. “Onlar ki, namazı kılarlar, zekâtı verirler ve ahirete de kesin olarak inanırlar.” (Neml, 27/3; Lokmân, 31/4) Namaz nasıl beşerî ilişkilerdeki temizlikle kulları kötülükten alıkoyacaksa zekât da mali temizlikle nefisleri rahmet, şefkat ve ihsan ile arındıracaktır. İnsanlar bu kazanımlarla cenneti arzulamaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s.) Mekke’den Medine’ye hicreti sırasında Kuba’da verdiği ilk cuma hutbesinde “Yarım hurma vermek suretiyle de olsa kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz. O kadarını da bulamayanlar, güzel bir sözle olsun kendilerini korusunlar.” (Buhârî, Zekât, 10) buyurarak cehennemden sakınmayı öğretirken “Cennetin sekiz kapısı vardır. Namaz ehlinden olan namaz kapısından, cihat ehlinden olan cihat kapısından, sadaka ve zekât veren sadaka kapısından, oruç ehlinden olan reyyan kapısından cennete çağrılır…” (Buhârî, Savm, 4) hadisiyle de cennetin yollarını ümmetine göstermektedir.

Ebu Hureyre’den nakledilen bir rivayete göre, bir adam Peygamber’e (s.a.s) gelerek “Ben açım.” dedi. Allah’ın Resulü, hanımlarından birine haber salarak yiyecek bir şey göndermesini istedi. O da, “Seni peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, evde sudan başka bir şey yok.” diye cevap verdi. Hz. Peygamber bir başka hanımından yiyecek bir şeyler istedi. O da aynı cevabı verdi. Daha sonra Resul-i Ekrem’in öteki hanımları da “Seni peygamber olarak gönderene yemin ederim ki, evde sudan başka bir şey yok.” diye haber gönderince, Resul-i Ekrem (s.a.s) ashabına dönerek: “Bu gece bu şahsı kim misafir etmek ister?” diye sordu. Ensardan biri, “Ben misafir ederim, ya Resulallah.” diyerek o yoksulu alıp evine götürdü. Eve varınca karısına “Evde yiyecek bir şey var mı?” diye sordu. Hanımı, “Hayır, sadece çocuklarımın yiyeceği kadar bir şey var.” dedi. Sahabi, “Öyleyse çocukları oyala. Sofraya gelmek isterlerse onları uyut. Misafirimiz içeri girince de lambayı söndür. Sofrada biz de yiyormuş gibi yapalım.” dedi. Sofraya oturdular. Misafir karnını doyurdu; onlar da aç yattılar. Sabahleyin o sahabi Peygamber’in yanına gitti. Onu gören Resul-i Ekrem  şöyle buyurdu: “Bu gece misafirinize yaptıklarınızdan Allah Teâlâ memnun oldu.” (Müslim, Eşribe, 172)  Bu durum, vermenin zirvesi diyebileceğimiz kardeşini kendine tercih etmek demek olan “îsâr”dan başka bir şey değildi. Bugün mantığımızın alamadığı tam da burası değil miydi? Bende olanı vermek, bende olmayanı vermek, benim ihtiyacım olduğu hâlde başkasına verebilmek. 

Kur’an’da infak eden ve edilenler üzerinden yapılan benzetmeler Allah yolunda harcamanın ne kadar önemli olduğunun açıkça beyanıdır. “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Bakara, 2/261) Abdurrahman b. Avf, Resulüllah’a (s.a.s.) sadaka olarak dört bin dirhem getirip verdi ve dedi ki: Sekiz bin dirhemim vardı. Kendim ve ailem için dört bin dirhem alıkoydum ve dört bin dirhemi de Rabbime borç veriyorum. Resulüllah (s.a.s.) ona, alıkoyduğuna da, verdiğine de Allah bereket ihsan etsin dedi. (Üsdü’l-ğâbe, 3/314-317) Bir başka rivayette de Hz Osman’ın Tebük gazvesinde teçhizatı bulunmayanları bin deve ile destekleyerek kendisine ait olan Rume kuyusunu Müslümanlar için bağışlaması üzerine Allah Resulünün duada bulunduğu ve ardından Bakara 261. ayetin nazil olduğunu bilmekteyiz. (Tirmizî, Menâkıb, 19) Bu benzetme Allah yolunda tasarrufa karşılığın bire yüz, yüze yedi yüz ile sınırlanmadığını katbekat ikramın Allah’ın lütfundan olduğunu göstermektedir.

Rızayı İlahiye Mazhar Olmak

“Allah’ın rızasını kazanmak arzusuyla ve kalben mutmain olarak mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yüksekçe bir yerdeki güzel bir bahçenin durumu gibidir ki, bol yağmur alınca iki kat ürün verir. Bol yağmur almasa bile ona çiseleme yeter. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (Bakara, 2/265) Ayet, Allah’ın rızasını kazanmak ve mutmain bir kalbe sahip olmak isteyen Müslümanların, kazançlarını ahirete taşımaları için az da olsa samimiyetle Allah yolunda harcamalarına işaret etmektedir.  Yüce Allah, o kadar güzel ve anlaşılır bir örnek vermiştir ki bol yağmur bulamasak da bir çiseleme bile o bahçeyi canlı tutacaktır. Yeter ki o toprağı kurutmayalım. Yüreğimizi dokunduracağımız gönüller bulmak, bir gün göklerden boşalırcasına rahmet yağmuruyla yıkanmayı kazandıracaktır.

“Bedevîler arasında öyleleri de vardır ki Allah’a ve ahiret gününe inanır, hayır yolunda harcadıklarını Allah’a yakın olmak ve peygamberin duasını almak için vesile sayar. Bilesiniz ki bunlar kendileri için bir yakınlık vesilesidir. Allah onları rahmetiyle kuşatacaktır. Şüphesiz Allah bağışlayıcıdır, esirgeyicidir.” (Tevbe, 9/99).

Harcamanın ardından gönülden bir yakınlık ve duadan başka bir beklentileri olmayan gözü ve gönlü tok olanların mükâfatı rahmetle esirgenmektir.

Bir Arınma Vesilesi Olarak İnfak

İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre Tebük seferinden geri kalan Ebu Lübâbe ve arkadaşları, cihattan geri kalmalarına pişman olmuşlar ve kendilerini mescidin direğine bağlayarak Allah tarafından affedilinceye kadar çözmeyeceklerine dair yemin etmişlerdir. Allah Teâlâ bunların tövbelerini kabul etmiş, onlar da kendilerini bağladıkları direkten çözerek ellerindekini Hz. Peygamber’e (s.a.s) vermek istemişler ve ona “Ey Allah’ın Resulü, işte mallarımız, bunları al, sadaka olarak dağıt ve bizim için af dile.” demişlerdir. Resulüllah da “Ben, sizin mallarınızdan bir şey almakla emrolunmadım.” buyurmuş, bunun üzerine “Onların mallarından sadaka al, bununla onları (nefislerini) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin ve onlar için dua et, çünkü senin duan onlar için huzur olacaktır. Allah işitendir, bilendir.” (Tevbe, 9/103) ayeti nazil olmuştur. (Taberî, XI, 16-18) Allah’ın emrini yerine getirmek ve O’nun rızasını kazanmak için ödediğimiz zekâtla, malımızda olan başkasının hakkını teslim etmekle birlikte cimrilik ve başkalarını hor görme gibi kötü huylardan temizlemek de yüksek bir kazançtır.

Hayrın Bütün Pencerelerinden Bakabilmek: İnfak

“Ey iman edenler! Kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardıklarımızın iyilerinden verin. Kendinizin ancak içiniz çekmeye çekmeye alabileceğiniz adi şeyleri hayır diye vermeye kalkışmayın. Bilin ki Allah zengindir, bütün iyilik ve güzellikler O’na mahsustur.” (Bakara, 2/267) Kulunun bütün hallerine vakıf olan Yüce Allah nasıl da tanıyarak ve bilerek aciz kullarının çokça ve kolaylıkla düşeceği bir çukurdan koruma uyarısında bulunuyor. İnsan, yardım denildiğinde kendisinin kullanmadığı ama aynı zamanda atmaya da kıyamadığı en eski ve değersizlerinden vermemekle emrolunmaktadır.

Avf b. Malik’ten gelen bir rivayete göre “Resulüllah (s.a.s) bir gün, eline asasını alarak çıkageldi. Adamın biri, çürüklü bir hurma salkımı almıştı. Resulüllah (s.a.s) salkıma asasıyla dürterek: Bu sadakanın sahibi keşke bundan daha iyisini tasadduk etse idi. Zira o, kıyamet günü çürük hurma yiyecek.” buyurdu. (Ebu Dâvûd, Zekât, 16) Allah Resulü'nün bu uyarısı halk dilinde “Ne verirsen elinle o gelecek seninle.” şekline dönüşmüştür.

“Allah yolunda sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça iyiliğe asla eremezsiniz. Ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir.” (Âl-i İmrân, 3/92) ayet-i kerimesi nazil olunca, Ebu Talha, Efendimizin (s.a.s) yanına geldi ve: “Ya Resulallah! Cenabı Hak sana, ‘Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça, gerçek iyiliğe (asla) eremezsiniz.’ ayetini gönderdi. En sevdiğim malım Beyruhâ adlı bahçedir. Onu Allah rızası için infak ediyorum. Allah’tan onun sevabını ve benim için ahiret azığı olmasını dilerim. Beyruhâ’yı Allah’ın sana göstereceği şekilde kullan, dedi. Bunun üzerine Nebiyy-i Ekrem şöyle buyurdu: “Aferin sana! Kârlı mal dediğin işte budur! Ebû Talhâ, onu akrabalarına vermeni uygun görüyorum.” Ebu Talha: “Öyle yapayım, ya Resûlallah, dedi ve bahçeyi amcasının oğulları ve diğer akrabaları arasında taksim etti.” (Müslim, Zekât,42) Gerçek iyiliğin yüzleri batıya veya doğuya çevirmek olmadığını bildiren ilahi buyruk , “Birinize ölüm gelip de: ‘Rabbim, beni yakın bir süreye kadar erteleseydin de sadaka verip iyilerden olsaydım!’ demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcayın.” (Münâfikûn, 63/10) hatırlatmasında da bulunmaktadır. Ne acıdır ki değişmez gerçek ile yüzleşmede ek süre talebinin dikkate alınmayacağı gibi geri dönüşü olmayan bir ahiret yolculuğuna çıkıldığı da aşikârdır.

İnfak, bir boyutuyla sadakattir. Onun için verdiklerimize sadaka deriz. Emanetin sahibine bize takdim ettiklerini, emrimize amade kıldıklarını koruyacağımıza dair sadakattir. Aynı zamanda bizim bize ait olmadığımızın da itirafıdır. Samimiyetimizin sınanma imkânıdır ve bu imkân için darlıkta da bollukta da fırsat tanınmaktadır. İnfak, karşılığı cennet olan hayırda yarışmanın ödülüdür. Bu yarış zirveyi bırakmamanın telaşıyla yapıldığında yük olmaz, esenlik olur. Toplumsal kabullerimiz arasında en güzel fırsat dilimlerinden olan ramazan ayı paylaşmanın dayanışmanın Hak için hakikatli davranmanın vaktidir. Bununla birlikte unutulmaması gereken en önemli husus şudur ki mümin için her daim vakit iyilik vaktidir.

İyilik Vakti

Mülteciler konusunda çeşitli çalışmalar yaptığınızı biliyoruz. İnfak kavramını sadece maddi yardımda bulunmak değil de ihtiyacı olanın ihtiyacını gidermek şeklinde algıladığımızda o insanlara yaklaşımımız nasıl olmalı?

Handan Erdoğan: Mültecilere yardım ve destek konusunda kendi adıma şunları söyleyebilirim. Suriye’de savaşın patlak vermesi ve Suriye’den Türkiye’ye ilk göç akınının başlamasından itibaren doğum ve ölüm arasındaki tüm işlemlerde mentörlük yapmaya çalışıyorum. Ama uyum ve entegrasyon konusunda hâlâ eksiklerimiz mevcut. Bu bağlamda, birçok gönüllü kişiyle birlikte organizasyonlar yaparak bu insanların hayatlarına dokunmaya çalışıyoruz. Buna örnek verecek olursak bazen yapılan bir yemeğin yoksul bir aileyle hep birlikte yenmesi bazen de o ailenin aylık alışverişinin karınca kararınca görülmesi gibi. Bunlar gibi farklı değişkenlerle mülteciler ve gönüllülerimiz arasında bu sayede bir etkileşim olabiliyor.

Mahmut Temelli: İnfak Kültürü, İslam’ın muhtaç ile imkân sahibi arasında kurduğu en önemli köprüdür. Her şeyin bir usulü olduğu gibi infakın da bir usulü vardır. Bir elin verdiğinden diğer elin haberdar olmaması, kendimiz için istediğimizi kardeşimiz için istemek, bir muhtaca yardım ederken onun izzet ve onurunun muhafazasına dikkat etmek gerekmektedir. Bizim medeniyetimizde hicret etmek zorunda kalan kardeşlerimiz muhacir olarak isimlendirilir. Bunun en güzel örneği de Mekke’den Medine’ye hicret eden Müslümanlardır. Ensar ve muhacirin birbirlerine karşı olan davranışlarıdır. Bazen bir tebessüm bazen bir ziyaret bazen de derdini dinlemek, derdi ile dertlenmek ve yanında olduğumuzu hissettirmek yapacağımız birçok ayni yardımdan çok daha faydalı olacaktır. Bizlere yakışan, kardeşlerimizin izzeti ve onuru ile hayatlarını idame ettireceği ve hakları gözetileceği imkân ve ortamları sağlamaktır.

Genel olarak yardım kampanyalarını düşünecek olursak ihtiyacı olana el uzatmanın ön ve tek koşulu yeterli maddi imkâna sahip olmak mıdır? Ya da yardım etmek herhangi bir koşula bağlanabilir mi?

Handan Erdoğan: Yardım etmek herhangi bir koşula tabii ki bağlanamaz ve sadece maddi anlamda düşünülemez. Hz. Muhammed‘in (s.a.s) de hadisinde belirttiği gibi de bir tebessüm bile sadakadır. Bu hadisten yola çıkarak da diyebilirim ki bir ihtiyaç sahibine en içten bir gülümseme ve bir duygu paylaşımı da büyük bir yardımdır. Bizlerin, yardım organizasyonları yapan bireyler olarak her zaman elimizde imkânlarımız olmuyor. Bazen mülteci evlerini ziyaret ediyoruz, bu evlerde yaşayan ailelerle oturup ikramlarını kabul edip onlarla dertleşiyoruz. Onları bu şekilde önemseyip dertlerini dinlediğimizde onlar da biz de çok mutlu oluyoruz. 

Mahmut Temelli: Sahabeden Ebu Zer, Hz. Muhammed’e geliyor infak etmek istediğini ancak infak edeceği bir şeyinin olmadığı söylüyor bunun üzerine Efendimiz (s.a.s.): Ya Eba Zer çorba yaptığında suyunu çoğalt ve komşuna ikram et, buyuruyor. Bu örnek bize gösteriyor ki infak etmek için sadece imkân sahibi olmak gerekmemektedir.

Yardım kampanyaları, esasında yüz yüze iletişim üzerinden yürütülür. Fakat son dönemde sosyal medyanın da bu anlamda etkin kullanıldığını görüyoruz. Sizce sosyal medya mazluma ulaşmak, veren el ile alan eli buluşturmak için yeni bir imkân mıdır?

Handan Erdoğan: İhtiyaç sahibini deşifre etmeden hayır sahibini bulmak için bu noktada sosyal medyanın imkânlarından faydalanmaktayız. Bu tür paylaşımlar insanların ilgisini çekiyor çünkü şeffaflık herkesin hoşuna giden bir olgudur. Üstelik anlık paylaşımların geri dönüşleri de anlık olabiliyor. Bu nedenle sosyal medyanın özellikle organizeli hareket etmek ve zengin ile fakiri buluşturmak noktasında büyük bir imkân sunduğunu düşünüyorum.

Mahmut Temelli: Tabii ki sosyal medya özellikle veren ele ulaşmak için büyük bir imkân. Doğru kullanıldığı zaman bu söylediğiniz gerçekleşebilir ama maalesef ki günümüzde sosyal medyada ciddi bir bilgi kirliliği var. Bunun yerine insanların gönüllerine dokunmak ve bizzat ziyaretlerine giderek önemsendiklerini hissettirmek daha iyi. Bunun yanı sıra bizim sosyal medyada daha güçlü olmamız, insanlara doğru bilgiyi ulaştırmamız ve infak kültürünü geliştirecek ve teşvik edecek çalışmalara yoğunlaşmamız,  gençlerimize bu kültürü kazandırmamız gerekiyor.

Afrika yoksul ve yoksun insanlarıyla, insanlığın kalbinde mahzun yerini hep korumuştur. Buradan yola çıkarak sormak istiyorum, Afrika sizin için ne ifade ediyor?

Afrika deyince ilk akla gelen elbette açlık, susuzluk ve bunun gibi imkânsızlıklar. Malumunuzdur ki insan, tanımadığı bir şey hakkında sadece kendine bildirilenlerle ön yargılı bir kanıya sahip olur. Ben de Afrika’ya ilk defa giderken elde olmadan böyle bir karamsarlığa kapılmıştım. Fakat orada Afrika’nın tabiat güzelliklerini, doğal kaynaklarını, hediye ettiğimiz bir balondan bile ilk defa gördüğü için korkan çocukları görünce Afrika hakkındaki birçok fikrim değişti.  Yani Afrika aslında bir kara kıta değil de dünyanın en zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip olan fakat maalesef bunların batılılar tarafından sömürüldüğü bir coğrafya. Bu sebeple Afrika benim için daha çok çalışılması gereken bâkir hizmet alanlarını, inci dişleriyle içten gülümseyen her türlü hayra muhtaç yerli halkını ve eşsiz doğa harikalarını ifade ediyor.

Bütün bu faaliyetler boyunca sizi etkileyen, aklınızdan çıkaramadığınız bir şahitliğiniz var mı?

Evet, unutamadığım hatıralar oldu. Öncelikle Afrika’da ilk gittiğimiz köyü, oradaki insanları ve kıldığımız akşam namazını unutamıyorum. Zambiya’nın başkenti Lusaka’dan yaklaşık 650 km kuzeydeki Guanga bataklığı yakınındaki Lukanga köyüne gittik. Orada emme basma tulumbayla su çekip abdest alışımızı, halısı, pencereleri ve elektriği olmayan Şems bint Ali Mescidinde muşamba yaygının üzerinde akşam namazı kılışımızı unutamam.

Editör: Mehmet Çalışkan