Dr. Hafsa Fidan Vidinli

Markette de ödeme için uzunca bir sıra beklemiş olmanın verdiği huzursuzlukla etrafa bakınırken vakit tez geçer ümidiyle ödemeyi yapan en öndeki kişi hariç kendisine kadar kaç kişinin daha sıcak pide beklediğini saymaya başladı. Sayı yediyi geçince bıraktı, önündeki üç kişi daha toplamda on kişi vardı. Gözleri ödemeyi yapandan hemen sonra gelen ve elindeki poşete iki pide koyan kişiye takıldı. Tanıdık gibi görünen yaşlıca adamı seçebilmek için sıradan biraz dışarı çıktı. Tanıdık mıydı, gibi mi görünmüştü? Bilmesi gerekti.

Ahmet Bey bir iki saniyelik tereddütten sonra, merakla baktığı kişinin eskiden oturduğu apartmandan komşuları Recai Bey olduğunu anladı. En son gördüğünden biraz daha yaşlanmış buldu onu. Ama düşkün değildi, içinden “Maşallah.” dedi. En küçük oğlu da üniversiteyi kazanıp büyük şehre gidince Recai Bey, eşi ile evlatlarının yollarını gözleyerek yaşar olmuştu. “Üç al evladım.” sözünü işitince bir an daldığı dünyadan sıyrıldı. Recai Bey poşetine iki pide almamış mıydı?

Fırıncının sayıya bir itirazı olmayıp müşterisinden üç pide parası aldığını fark edince şaşırdı. Recai Bey biraz yaşlıysa da zihni hatıralarına çivi gibi çakılı bir adamdı. Üçün beşin hesabını da iyi yapardı. Apartmanda toplanan aidatların harcanmasında ne zaman bir anlaşmazlık olsa, eski muhasip unvanıyla hesaplara el koyar ve gelir gider tablosunu kalem kâğıda gerek duymadan zihnindeki şemadan tek tek açıklardı.

Geçmişe yol bulan düşüncelerden Recai Bey’in sıradan çıkıp epeyce yol aldığını fark edince ancak sıyrıldı. “Recai Amca!” diye giden eski komşusunun ardından seslendiyse de sesini duyuramadı.

Eski komşusuna bir “merhaba” diyemediği için hayıflandı. Çocuklardan, torunlardan hâl hatır sorardı hiç değilse sırada beklerden. Hem parayı fazla ödediğini de anlatırdı. Acaba yavaş yavaş unutkanlık mı başlamıştı Recai Bey’de? Alzaymır başlangıcı falan olmasındı? “Yok canım,” diye düşündü içinden, galiba ramazanın da etkisiyle biraz dalgın olmalıydı.

Dalgınlığı düşünürken, geçmiş ramazanlara doğru daldı gitti zihni. Bir zaman sonra nihayet sıranın kendisine geldiğini fark etti. Hemen önünde duran yaşlıca hanım, üç pide doldurmuştu poşetine. “Dört al evladım.” dediğini işitti. Tam “Teyze, dur ne yapıyorsun? Üç tane aldın!” diye hatırlatacaktı ki susmaya karar verdi. Eğer fırıncı, Recai Bey’den aldığı gibi bundan da bir fazla alırsa artık bu müşterinin dalgınlığıyla açıklanamazdı.

Sıra kendisine gelince, ramazan ayını fırsat bilerek insanların dalgınlığından istifade ettiğini düşündüğü fırıncıyı suçüstü yakalama hissi ile heyecanı arttı. Hatta sadece yakalamayacak, onu ifşa da edecekti: “Utanmıyor musun be adam, yaşlı insanların çantasına iki pide koyduğunu gördüğün hâlde üç pide parasını almaktan?” diyecekti. Elindeki poşete üç pide koydu.

Gerinerek ve kendinden emin “Dört al!” dedi. Fırıncının “Peki.” sözünü duyunca pişkinliğine iyiden iyiye şaşırdı. Yine de bozuntuya vermek istemedi. Tam suçüstü olması için, fırıncının kendisinden dört pide parası almasını beklemesi gerektiğini hesaba katmıştı. Fırıncı bozuk paraları bir bir sayıp aceleyle “Sırada bekleyen?” dedi.

“Sen ne yavuz hırsız çıktın be adam!” diyerek yüksek sesle bağırma hakkını kendinde şimdi bulmuştu Ahmet Bey. “Deminden beri seni izliyorum. İnsanlardan hep fazla para alıyorsun.”

Fırıncı “Efendim?” diyerek itiraz edecek gibi olduysa da onu susturmasını bildi: “Az önce sırada Recai Amca vardı. Ben görmeyeli iyice yaşlanmış ama bunak da değildir. Çantasına iki pide aldı, dalgınlıkla olacak ‘Üç al evladım.’ dedi sana. Sen hiç itiraz etmedin, gördüm, verdiği paranın üstünü iade etmedin. Ardından, az önce sırada olan yaşlıca bir teyze de üç pide aldı, mübarek ramazan, insanların hesabı da şaşıyor tabii, o da sana ‘Dört al.’ dedi. Hiç utanmadan ondan da bir pide parasını fazladan aldın.”

Fırıncı tam ağzını açmış bir cevap verecekti ki sustu. Dokuz yaşlarında görünen, eli yüzü belli ki uzun süredir sabun görmemiş, avuçlarında ufak tefek yaralar olan bir çocuk yanlarına sessizce ve çekinerek yanaştı. Başını kaldırmadan hemen yanda açıkta duran seleden iki tane pide aldı. Pideleri koyacak bir çantası da yoktu elinde. Gözlerini kaldırıp fırıncıya gülümseyerek baktı ve hızla uzaklaştı.

“Sen nasıl birisin be adam, çocuk göz göre göre pide çalıyor!” diyecek oldu Ahmet Bey, ama bu sefer sesi çıkmadı. Düşünceli bir hâlde çocuğun ardından bakarken fırıncı, açıklamaya fırsat bulmuşçasına söze başladı:

"Sizin bahsini ettiğiniz yaşlı amca ile yaşlı teyze, daima benden alışveriş yaparlar. Buralarda kimi göçmen kimi yerli kimsesiz çocukları, gece bankta uyuyanları düşünerek çekinmeden alabilsinler diye gece dükkânı kapatırken açığa bir ekmek selesi bırakmaya başladım. Sabahları dükkânı açmaya geldiğimde, selenin hep boş olduğunu fark ettim. Bunu Recai Amca ile konuştuğumda 'Evladım, burası senin de ekmek teknen, sen yine akşamları seleyi doldur, ama gündüzleri de biz dolduralım.' dedi. O gün bugündür benden aldıkları ekmek, pide sayısını hep bir fazla söylerler. Ben de onlar söyler söylemez bir tanesini seleye bırakırım. Sizin de bunu bilerek para verdiğinizi düşünmüştüm. Buyurun para üstünüz."

Ahmet Bey başını kaldırmaya çekinerek fısıldadı:

“Kalsın, dört al.”

Editör: Mehmet Çalışkan