“Ben gelecek misafiri tanımıyorum. Kalabalıkta nasıl bulacağım?” Adam “Uzun boylu, elli-elli beş yaşlarında, tıknazca, efe bıyıklı, sarı çizmelidir; elinde gümüş saplı kamçısı vardır, ismi Mehmet Ağa’dır.” diye tarif eder.

Tren gelir, yolcular vagonlardan birer ikişer inmeye başlar. Garın içinde mahşerî kalabalık vardır. O tarihlerde sarı çizme giymek pek modadır dolayısıyla trenden inenler arasında pek çok sarı çizmeli yolcu vardır. Uşak şaşırır, hangisinin Mehmet Ağa olduğunu kestiremez ve bağırmaya başlar:

“Aydın’dan gelen, Sarı Çizmeli Mehmet Ağam!”

“Aydın’dan gelen, Sarı Çizmeli Mehmet Ağam!”

Avazı çıktığı kadar bağıran uşağın bu saf hâli istasyondaki ahalinin pek hoşuna gider ki bugün herkes bu sözü bilir…

Bir Hadis

“Kim duyulsun diye iyilik yaparsa, Allah (onun bu niyetini herkese) duyurur. Kim gösteriş için iyilik yaparsa, Allah da (onun bu riyakârlığını herkese) gösterir.” (Müslim, Zühd, 48.)

Bir Ayet

Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir. (Hucurât, 49/11.)

Kibirli Dil Bilimci İle Kayıkçı

Kibirli mi kibirli bir dil bilimci, kayıkla gezinti yapmak amacıyla sahilde müşteri bekleyen yaşlı kayıkçının yanına gider. Fiyat konusunda anlaşır anlaşmaz kayıkçı küreklere asılır, denize açılırlar. Kıyıdan epey uzaklaştıktan sonra dil bilimci “Sen hiç dil bilim okudun mu?” diye sorar. Kayıkçı bu beklenmedik soru karşısında şaşırır: “Ben cahil birisiyim efendim, dilden de dilbilgisinden de anlamam!” der. Dil bilimci, küçümseyerek bakar, “Yazık olmuş, ömrünün yarısı boşa geçmiş!” diye cevap verir.

Bu söz, kayıkçının kalbini kırar. Üstelik adama öfkelenir ama o anda “Ya sabır!” deyip karşılık vermez. Ne de olsa adam müşterisidir. Ufukta tek bir kaya parçasının bile görünmediği denizin ortasında yol almaya devam ederler. Biraz daha vakit geçer. Kayıkçı gökyüzünde kara bulutların bir araya toplanmasından kaygılanır ve küreklere daha hızlı asılır. Dil bilimci, “Hayırdır, neler oluyor?” diye sorar. Kayıkçının “Şimdilik bir şey yok ama sanırım yakında olacak.” cevabı karşısında iyice telaşlanır. Çok geçmeden amansız bir fırtına kopar. Kayık bir girdaba sürüklenir, az sonra alabora olacağı kesindir. Kayıkçı  seslenir:

“Yüzme biliyor musunuz?” Dil bilimci bağırır. “Hayır!” Bu sefer sıra yaşlı adamdadır: “Yazık ömrünüzün tümü yok oldu desenize, kayık birazdan batacak çünkü…”

Bir inci

“Anadilini hakkıyla bilmeyen, bu dilin inceliklerine tam manasıyla sahip olmayan gençler, ne kendi ruhlarına çevrilmek ne de ruhlarını kâinatın sırlarına çevirmek yani ruhbilim ve felsefeyi anlama yolunda başarı gösteremezler.”

Nurettin Topçu

Esmâ-i Hüsnâ

el-Ğafûr:  Günah ne kadar büyük ve ne kadar çok olursa olsun tövbe eden, af ve mağfiret dileyen kullarını bağışlayan, günahları örten, tekrar tekrar affeden…

Osmanlıca

Merdiven

Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,

Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,

Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak…

Sular sarardı… yüzün perde perde solmakta

Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…

Ahmet Hâşim

Editör: Mehmet Çalışkan